İmparatorluk ve neo-faşizm

Aykan SEVER yazdı —

  • 3. Dünya Savaşı esas olarak bir ABD savaşıdır. Son yıllarda Yanki hegemonyasının görece yıprandığı bir süreç izledik. Şimdi Amerikan sermaye çevreleri Savaş'ı kazanmak ve egemen pozisyonlarını onarmak için neo-faşist karakterde yeni bir iktidarı sahaya sürüyor. TC'nin yapmaya çalıştığı şeylere de bu kapsamda bakmakta yarar var.

ABD'de Trump'ın başkanlık koltuğuna oturma zamanı yaklaştıkça gerilim artıyor. Dünyada da Amerika'da hüküm sürecek neo-faşist rejimin etkileri şimdiden hissediliyor.

Amerika'da "gerilim"den bahsederken doğal olarak anmak istediğim olaylar arasında New Orleans ve Las Vegas saldırıları ilk sıralarda yer alıyor. Yılbaşı akşamı gerçekleşen New Orleans saldırısında, fail dahil 16 kişinin öldüğü 35 kişinin yaralandığı açıklandı. Eskiden ABD ordusu mensubu olan saldırgan DAİŞ üyesi ilan edildi. Las Vegas'taki olayda ise Trump Tower'ın önünde bir Tesla aracında patlama yaşandı. Saldırıyı yine eski bir ordu mensubunun yaptığı, saldırganın patlama nedeniyle öldüğü, yedi kişinin de yaralandığı ifade edildi. Bu olayların arkasından bazı otoyollarda bomba ihbarları yapıldı.

Olayların nedenini tam olarak bilmiyoruz ancak büyük olasılıkla Amerika'daki iktidar bloku içinde yaşanan çekişmeler diye düşünülebilir. Emin olabileceğimiz tek şey ise olanların bize olduğu gibi değil onların görmemizi istediği gibi aktarıldığı. Örneğin her olayı üstlenen DAİŞ bu kez neden saldırıya sahip çıkmadı? Trump saldırıları göçmenlere, Biden'ın politikalarına, FBI ve Adalet Bakanlığı'na bağlamakta gecikmedi. Musk ise arada patlayan elektrikli aracına methiyeler dizerken, kendi iktidarları döneminde El Salvador'un diktatörü Bukele gibi ülkeyi bir hapishaneye çevirerek "suç"u bitireceklerini iddia etti. 

Trump'ın "sus payı" davasından yargılanması örneğinde olduğu gibi Amerikan yerleşik düzeni tarafından zaman zaman zorlanacağının işaretleri var; ancak halktan ülkedeki neo-faşist gidişata karşı ses yok. Özellikle İsrail'in Filistin halkına dönük katliamlarına karşı çıkan üniversite gençliğinin Trump rejimine karşı da ciddi bir itiraz geliştirmesi beklenirdi. Ancak şu ana kadar bu yönde dikkate alınır bir gelişme yok. Halbuki Trump taraftarları bir önceki seçimlerde işi Kongre binasını basmaya kadar vardırmıştı. Bu kez Kongre hem de Kamala Harris liderliğinde sessizce Trump'ın seçim zaferini onayladı. Bütün bunlar Amerika bir demokrasi olduğu için değil, aksine faşist kesimler hariç toplumun çoğunluğunun apolitik sürülere dönüşmesinden kaynaklı yaşanıyor. Yoksa Biden örneğinde olduğu gibi, kim iktidara gelmeden onun bolca "güzel" sözler etmesine ve sonrası Başkan'ın tam da bunların aksini yapmasına seyirci kalabilir? Sonra da yine Trump gelmesin diye aynı aptallığı bir kere daha tekrarlayıp, bu kez Biden gibi bir savaş kundakçısının sağ koluna oy vermeyi "demokratlık" diye satabilir? 

Amerika'ya yeniden döneceğiz ama önce neo-faşist tırmanışın ABD dışındaki etkilerine de kısaca göz atalım. Trump'ın tehditleriyle ne kadar alakalı bu çok açık değil ancak Kanada Başbakanı Trudeau istifa etti. Trump daha önce Trudeau'ya Kanada'nın bir ABD eyaletine dönüşmesi ve kendisine de valilik teklif etmişti. Olmazsa vergileri artırmakla tehdit etmişti. İstifa sonrası ise Trump olayı kendi "öneriler"iyle bağlantılandırmakta gecikmedi. Aslında Kanadalılar 51. Eyalet olmayı çok istiyor; birlikte ne güzel bir millet olurduk diye kapıyı açık bırakmayı da ihmal etmedi.

Trump'ın neyse parası verelim, alalım dediği Grönland da geçen hafta hareketlendi. Danimarka'nın eski sömürgesi, 1979'dan bu yana ise özerk olan 57 bin nüfuslu adasında Başbakan Mute Egede bağımsızlığın zamanının geldiğini söyledi. Grönland'ın referandum yoluyla 2009'dan bu yana böyle bir hakkı var. Başbakan Danimarka ile ilişkilerinin eşitlik yaratmadığını belirtiyor. Ada halkı, Danimarka yönetiminin ayrımcı ve sömürgeci şiddet uyguladığını dile getiriyor. Ülke petrol, doğal gaz ve maden kaynakları açısından zengin. Grönlandlılar için belki tarihi bir fırsat ancak Trump ve efradı da muhtemelen bu durumu imparatorluklarını şekillendirme doğrultusunda ayaklarına gelmiş bir olanak diye değerlendiriyor. Nitekim Trump oğullarından birini Grönland'a gönderme kararı alırken "Grönland inanılmaz bir yer ve ulusumuzun bir parçası olursa büyük fayda sağlayacak" diye buyurmuş.

Trump esintisi bununla da sınırlı değil. Yaveri Musk başta İngiltere ve Almanya olmak üzere buralardaki faşist partilerin iktidara gelmesi için elinden geleni esirgemiyor. Sermayenin küstahlığını açıktan sergiliyor. Mesela Almanya'da AfD'yi desteklerken madem ben bu ülkeye yatırım yapıyorum iktidarda da kimi istediğimi söyleyebilmeliyim, diyor. Şunu hatırlatmakta yarar var, Almanya'da son bir yılda faşistlerle bağlantılı olarak tespit edilebilen suç sayısı 34 bin civarında, bir de bunların iktidarda olduğu hali tasavvur edin. Ancak Musk için ne gam, o her durumda kesesini dolduracaktır. Öte yandan Avusturya'da neo-faşist FPÖ'ye hükümet kurma görevinin verilmesi sadece Almanya'da AfD'nin önünü açmakla kalmayacak aynı zamanda Avrupa'nın başta Fransa olmak üzere faşistlerin iktidarda olmadığı az sayıdaki yerlerde de cesaretlenmelerini sağlayacaktır. 

Kısaca olan biteni toparlayacak olursak, önümüzdeki süreçte Amerika'da Trump iktidarı öncelikle bütün dünyada doğaya saldırının ve kapitalist yağmanın önünü açacak. Amerika'da ise halkı daha fazla faşistleştirirken aynı zamanda faşizmi kurumsal hale getirmeye çalışacak. Rejim bunu ülkeyi imparatorluğa dönüştürme politikalarıyla da destekleme arayışında olacak. Bu imparatorluğun Hart ve Negri'nin bahsettiği "anonim iktidar"la bir ilgisi yok. Aksine ekonomik ve siyasal gücün Orta Çağ'ı andırır bir tarzda merkezileştiği, halklara faşistlik dışında siyasal edilgenliğin dayatıldığı bir yönetim tarzından bahsediyoruz. Bu açıdan baktığımızda "ulus- devletlerin sonu geliyor" belirlemesi eksiktir ve bu anlamda da yanlıştır; aksine egemen tekçi zihniyet kendini başka bir formda yeniden üretmektedir. Ayrıca günümüzün emperyalist-kapitalist zihniyeti artık dolayımlara ihtiyaç duymuyor. Bunun billurlaşmış ifadesi ise her ikisi de iş adamı olan ve siyasal gücün odağında bulunan Trump ve Musk. Geçmişte "tarihin sonu geldi" nidalarıyla zafer naraları atan Fukuyama bugünlerde adeta ağlıyor. Trump demokrasinin sonunu getirdi, diyor. Demokrasi dediği şey sömürü ve zulüm düzeninin seçimler aracılığıyla arada bir onaylatılmasından başka neydi? Fukuyama'nın asıl kavrayamadığıysa Trump'ın bizzat kendisinin attığı o zafer çığlıklarıyla simgelenen şeylerin ürünü olduğu gerçeğidir. 

3. Dünya Savaşı esas olarak bir ABD savaşıdır. Son yıllarda Yanki hegemonyasının görece yıprandığı bir süreç izledik. Şimdi Amerikan sermaye çevreleri Savaş'ı kazanmak ve egemen pozisyonlarını onarmak için neo-faşist karakterde yeni bir iktidarı sahaya sürüyor. TC'nin yapmaya çalıştığı şeylere de bu kapsamda bakmakta yarar var.

BARIŞ ise bütün dünyada acil-yaşamsal bir gereksinim olmayı sürdürüyor. Ancak bunun devletler arası bir uzlaşma süreciyle gündeme gelmesi en azından yakın vadede mümkün değil. Savaş'ın dinamikleri buna izin vermiyor. Her şeye rağmen kitlelerin örgütlü direnişi, BARIŞ'a "başka bir dünya yaratmak" gibi kendilerine ait yeni anlamlar yükleyerek pekala ulaşabilir...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.