3. Dünya Savaşı ve Türk emperyalizmi
Aykan SEVER yazdı —
- Suriye ve Irak'ta büyütülen işgal alanları, çeşitli ülkelerde açılan askeri üsler, yine bir çok ülkede verilen askeri eğitimler, başta Afrika olmak üzere çeşitli ülkelerde Türk sermayesinin yeraltı kaynaklarını yağmalaması türünden süreçler Türk emperyalizmini artık "alt-emperyal" diyebileceğimiz farazi kategoriden çıkardı.
Dünyada olan bitenlerin yoğunluğunun yanı sıra Savaş'ın yarattığı parçalanma, erozyon ve çürümenin eşliğinde şekillenen dahası her geçen gün yeniden biçimlenen hali anlamak bir hayli zor. Bir de buna Savaş'ın ana aktörlerin kanlı politikalarını meşrulaştırmak için uydurdukları ve yoğun propagandasını yaptıkları kavramların yaygın bir biçimde kullanılmasının eklendiği zeminde ister istemez "yanlışlar"a sürüklenmek de kaçınılmazlaşıyor. Bu çerçevede görebildiğim bazı "arızalı" yaklaşımlara işaret etmeye çalışacağım. Ancak şunu belirteyim bu yazıda yer veremediğim, "Devlet aklı", "çatışma çözümü", "İsrail'in-TC'nin güvenlik kaygıları" gibi sözler de aynı egemen zihniyetin zırvalıklar dünyasına aittir. Şimdi zamanımızın bazı anahtar kavramlarını kısaca ele alalım.
Post-modern karakterli 3. Dünya Savaşı
Bu kavramı yani Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası gündeme gelen ve hala devam eden (orta evrelerinde olduğumuz) zamana ve mekana yayılmışlığının yanı sıra bunun getirdiği her gün değişebilen özellikleri itibarıyla 1 ve 2. Dünya Savaşları’ndan ayrılan bu yeni zemini değerlendirmelerinin temeline almayan yaklaşımlar kaçınılmaz olarak egemen aklın zemini dışına çıkarak analiz yapamıyor. Dolayısıyla olanları birbirinden ayrı cephelerde cereyan eden çatışmalar, olgular, olaylar şeklinde kavrıyorlar. Örneğin 2011'de başlayan Suriye Savaşı'nın bu yaklaşım "iç savaş" türünden klişelerin yanı sıra "30 Yıl Savaşları" gibi analojiler çerçevesinde bir tür mezhep savaşına indirgeyerek tarif etmeye kalktı. Hayat bu türden yaklaşımları yanlışlasa da müelliflerinin kerameti kendinden menkul hali devam etmekte. Bugün aynı illet zihniyet bir NATO operasyonu sonucu Suriye'de gerçekleşen iktidar değişimini "Devrim" diye alkışlamakta. Bu kafada olan kesimlerin Özal döneminden bu yana Türk emperyalizminin akıl hocalığına soyunan zihniyette olması ise elbette tesadüf olmasa gerek.
Savaş'ın karakteri ve seyrini anlamak özellikle sabitler üzerinden düşünmeyi bir kenara bırakmamızı gerektiriyor. Aklımız elbette ki köşeli düşünmeye daha yatkın ancak mevcut Savaş'ın dinamikleri bu tarz yaklaşımlarla algılanabilecek türden değil. İsteyen Rusya-Esad ve İran ilişkilerinin genel seyrine bu gözle yeniden bakabilir.
Türk emperyalizmi
Sovyetler Birliği'nin dağılması kapitalist dünyaya "tarihin sonu" naraları eşliğinde zafer ilan etme olanağı verse de ne halkların mücadelesini ne de kapitalizm içi rekabeti bitiremedi. Aksine oluşan "boşluk"u doldurmak için irili ufaklı ülke ve sermaye çevrelerine yeni olanaklar sağladı. Çin bu süreçte devlet kapitalizminin olanaklarını kullanarak özellikle ekonomik alanda emperyal bir seviyeye ulaştı ve ABD'nin dünya kapitalizmindeki başat rolünü tehdit eder hale geldi. TC de Özal'la birlikte bu doğrultuda yekindi. Ancak gerek sermaye yapısının zayıflığı gerekse egemen elitler arasındaki uyumsuzluk bu sürecin hızla ilerlemesinin önünde engel oldu. Ancak "Arap Baharı" diye adlandırılan dönem iktidarın daha fazla merkezileşmesi, Türk militarizminin örgütsel (orduda profesyonelleşme, SADAT- Suriye'deki çetelerden oluşan paralı asker gücü vb) ve sanayi olarak (SİHA yapımının yanı sıra TC birçok silahın ihracatçısı haline geldi. 2023'te TC bir önceki yıla göre silah ihracat rakamlarını yüzde yüzden fazla artırarak dünyada 11. sıraya yerleşti) yükselmesi aynı zamanda bu süreçlerle iç içe geçen Suriye ve Irak'ta büyütülen işgal alanları, çeşitli ülkelerde açılan askeri üsler, yine bir çok ülkede verilen askeri eğitimler, başta Afrika olmak üzere çeşitli ülkelerde Türk sermayesinin yeraltı kaynaklarını yağmalaması türünden süreçler (Türk sermayesinin Afrika genelindeki yatırımları 100 milyar doların üzerinde) Türk emperyalizmini artık "alt-emperyal" diyebileceğimiz farazi kategoriden çıkardı. Zaten bunun teorisini yapanlardan biri son süreçte cazip gelmiş olacak ki "muhalif"likten vazgeçip bizzat o emperyalizmin kanlı düşlerinin kollarına kendini bıraktı.
TC emperyalizmi ciddi bir organizasyon. Mesela AA ve TRT gibi kurumlar sayesinde bu rejim 41 dilde yayın yapıyor, yalanlarını dünyaya yayıyor. Diziler aracılığıyla dünya çapında beyin yıkama, imaj yaratma faaliyeti yürütüyorlar. MİT, TİKA, Yunus Emre Vakfı, Elçilikler ve Fethullah Gülen yapılanmasından ele geçirilen okul, vakıf türünden organizasyonlarla nüfuz alanlarında güçlü etki yaratıyorlar. Ayrıca Beşli Çete'nin yanı sıra -başta Yıldırım Holding olmak üzere- çok sayıda lojistik ve madencilik şirketi TC'nin emrinde ve onun etki alanını genişletmek için kokain kaçakçılığı gibi yasa dışı işler dahil her tür numarayı çeviriyorlar. Lobi faaliyeti adı altında da halkın cebinden çaldıkları milyarlarca doları dünyanın sağında solunda rüşvet olarak dağıtıyorlar. CHP ve TÜSİAD camiası da bu işlerin dışında değil.
Bütün bunlar olurken siyasetin biraz da arzu meselesi olduğunu kavramayan kimi ekonomist zihniyetli solcular "yapılan SİHA'ların parçaları ithal", "şu kadar milyar dolar borcu olan bir ülke emperyalist olamaz", "Bu Lenin'in emperyalizm tanımına uymuyor..." türünden bahanelerle aslında niyetleri bu olmasa da Türk devletinin geldiği boyutu, onun kanlı politikalarını perdeleme işlevi görmekten öteye gidemiyorlar. Tek tek bu zırvalıklara yanıt vermeye gerek yok. Rejimin önceliği hükümranlıklarını koruyarak "tekçi, bireyci, maddiyatçı, gaspçı, iktidarcı, egemenlikçi" zihniyeti imparatorluk formu adı altında sürdürmektir. Burada kimi kesimlerin ahmaklığın verdiği bir nostaljiyle andığı Osmanlı'nın "çok dilli, çok dinli" yapısıyla bugünkü egemenlerin kurguladığı gelecek arasında da herhangi bir eş güdüm yok. Günümüzün oligarşisi faşist tıyneti gereği betondan militarist bir toplum yaratmak istiyor. İnsanı devletleştirmeyi arzuluyorlar. Onların Erdoğan'ı yeni Yavuz Sultan Selim diye resmetmelerinin ve bizzat diktatörün ağzından dökülenlerin manası budur.
TC'nin emperyalist karakterini görmek yerine 60'lı yıllardan ödünç alınan çerçevenin ötesine geçmeyen, kapitalizm karşıtlığından yoksun "yerlici" bir anti-emperyalizmin bırakın rejimi yıpratmasını aksine iktidara güç verdiği ve yer yer "muhalefet"in TC ile bu uydurma emperyalizm karşıtlığı üzerinden yana yana geldikleri görülüyor. Mesela Mehmet Uçum gibi faşist sahtekarlar, Kürt meselesini emperyalizmin icadı diye tanımlarken gücünü buradan alıyor. Filistin meselesinde de maalesef bu durumun çok uzağına gidilemedi.
Anti-emperyalizm bir mücadele düsturu olacaksa, anti-kapitalizm ve enternasyonalizmle bütünleştirerek öncelikle TC'yi hedeflemeli. Böyle bir yol izlenmediği takdirde milliyetçiliği aşamayan bir retorik üretmekten öteye gidilemez.
İmparatorluk
Günümüz kapitalizminin önde gelen devletleri sermayenin gereksinimleri doğrultusunda post-modern tarzda yeni imparatorluklara (şirket-devlet) dönüşerek hükmünü sürdürmek ve Savaş'ı kazanmak istiyor. ABD-Rusya-Çin ve TC bu zihniyetin tipik temsilcisi. Amerika örneğinde kendilerini yeni birer Sezar olarak pazarlayan Trump ve Musk ikilisi Kanada, Grönland vb yerleri isterken sadece coğrafi bir genişleme değil aynı zamanda siber uzaya da hükmederek faşist toplumlar yaratma, insanlığı kendi kullarına dönüştürme uğraşındalar. Önümüzdeki dönemde Starlink uydu ve haberleşme ağı ellerinde önemli bir koz olacak. Hali hazırda Çin'in kendi topraklarında uyguladığı kontrol ve manipülasyon teknolojilerini onlar da dünya çapında kurmaya niyetli.
Önümüzdeki dönemde salgın hastalıklar, felaketler, "terör saldırıları" ve savaşlar sayesinde küreselleştirilen "korku"nun yarattığı zeminde Savaş'ın ana aktörlerinin insanlığa ve doğaya dönük ciddi saldırılarına şahit olacağız. Sezarlar, Yavuzlar ne zaman Neronlara, Deli İbrahimlere dönüşür bilemeyiz ancak onların oyunlarını bozacak Spartaküsler, Celâlîler de olacak.