Savaş ve artan tehditler
Aykan SEVER yazdı —
- Aslında sırada olan şey bu coğrafyanın daha fazla erozyon ve çürümeye zorlayacak onulmaz yaraları deşilerek kanlı, bitmez tükenmez çatışmalara sürükleme tasarısıdır. Bölgede etkin olan devletlerin isteseler bile bir süre sonra bu akışın önüne geçebilecekleri bir hayli şüphelidir.
Son dönem Suriye'de olan bitenlerin ve bunun yerküreye yansımalarının 3. Dünya Savaşı'nın görece statik halini bozduğu ve hızlandırdığı bir süreçteyiz. Önümüzdeki dönemde başta ABD olmak üzere Savaş'ın diğer ana aktörlerinin "demokrasi" diye bugüne kadar ne varsa onları da rafa kaldırıp giderek her açıdan birer militarist imparatorluğa dönüşmek için bütün enerjilerini ortaya koyacaklarına dönük işaretler yoğun.
Henüz koltuğa oturmamış olsa da Trump şimdiden neler yapabileceğini ifşa ediyor. Panama(Çin), Meksika, Kanada, Grönland/Danimarka ilk tehdit edilen ülkeler arasında. Trump bu ülkelerin şöyle ya da böyle ABD İmparatorluğu’nun açıktan eyaletlerine dönüşmesini istiyor. Trump'ın sağ kolu ve ondan daha tehlikeli olan Musk ise geçen hafta Almanya'da AfD'yi desteklediğini açıklarken Başbakan Scholz'a karşı hakaretlerini sıralamaktan geri durmadı. Tehdit ve hakarete uğrayanlar (Bütün bunları şaka ve pazarlık için diye yorumlayabilirler ancak her durumda egemenlikleri sarsılıyor) karşılık olarak şimdilik sadece homurdanmakla yetiniyorlar. Maalesef ABD içinde de ciddiye alınır bir tepki yok. Anlaşılan tahminlerin aksine Amerikan elitleri de faşist bir imparatorluğa dönüşme sürecine uyum sağlamakta zorlanmayacaklar.
Yeniden paylaşım savaşının seyrini NATO/Batı atağa kalkarak değiştiriyor. İngiltere-ABD ve İsrail destekli TC'nin Suriye'de kendi kukla rejimini yaratma hamleleri, HTŞ çetelerinin Alevilere dönük katliamları, SMO saldırıları, İsrail'in Suriye'nin güneyinde büyüyen işgali, yine aynı İsrail'in Filistin ve Yemen'de Husilere dönük bombardımanları bu ittifakın hamleleri arasında. Yine Yemen'de Husilere dönük Suudi Arabistan'ın ve BAE destekli güçlerin saldırıları da bu çerçevede. Sırada Irak, İran ve Mısır'ın olduğuna dair iddialar bir hayli fazla. Halihazırda Güney Kürdistan'ın önemli bir bölümü TC işgali altında. Orta Doğu, TC ve İsrail'in nüfuz alanları olarak yeniden düzenleniyor. Ancak buralarda "istikrar" istendiğine dair işaret az. Aslında sırada olan şey bu coğrafyanın daha fazla erozyon ve çürümeye zorlayacak onulmaz yaraları deşilerek kanlı, bitmez tükenmez çatışmalara sürükleme tasarısıdır. Bölgede etkin olan devletlerin isteseler bile bir süre sonra bu akışın önüne geçebilecekleri bir hayli şüphelidir.
Bu süreçte maalesef "kaza" görünümlü bir çok felakete şahit olacağız. Finlandiya-Estonya arasındaki elektrik kablosunun kesilmesi, Kerç Boğazı'nda iki Rus tankerinin petrol sızdırmaya başlaması, Akdeniz'de bir Rus gemisinin batması, bir diğerinin bozulması, Balıkesir'de silah fabrikasındaki patlama, Bakü-Grozni seferini yapan uçağın düşüşü türünden. Bu olaylarda elbette kaza payı olabilir ancak içinde bulunduğumuz dönem ister istemez başka olasılıkları da düşünmeyi kaçınılmaz kılıyor.
Batı, militarist yanı ağır basan TC emperyalizmini destekliyor. Onlar açısından değişen bir şey yok hesabı düşünüyorlar. 2000'li yıllarda "soft İslam", "örnek ülke" gibi kavramlar üzerinden TC aracılığıyla yapmak istediklerine nihayet şimdi kavuşabileceklerini varsayar bir görüntü veriyorlar. Erdoğan'ı 1935'lerdeki Hitler'in yerine oturtarak destekliyorlar. Ancak Hitler’in namlularının bir süre sonra kendilerine döndüğünü ise unutuyorlar.
Batı basını da "Yeni-Osmanlı'nın yükselişi", "Afrika'da artan TC'nin Çin ve Rusya'ya karşı rekabeti" gibi lafların yanı sıra Kalın, Fidan ve Erdoğan güzellemeleri eşliğinde Türk emperyalizmine gaz vermeyi ihmal etmiyor. Çünkü devletlerinin TC'den ihmal etmeye gelmez beklentileri mevcut. "Yükseliş"le ilgili söylenenlerin bir gerçeklik payı yok mu, elbette var. Ancak TC uzun bir zamandır imparatorluk olma isteği etrafında dünya çapında, aralarında muhtemelen bazı Kürtlerin de olduğu kimi politikacıları (En son açığa çıkan örnek New York Belediye Başkanı Eric Adams TC ile bağlantılı kişi ve kurumlardan rüşvet almaktan yargılanıyor) akademisyenleri, gazetecileri, düşünce kuruluşlarını yemliyor. Tıpkı eski ortakları F. Gülen çetesinin yaptığı gibi. Bu kişiler-kurumlar doğal olarak bir anda "büyüleniyor"lar ve eli kanlı diktaya methiyeler düzmeye başlıyorlar. Rejimin yıllardır yaptığı ve yapmaya devam ettiği katliamları ve zulmü görünmezleştirerek, tarafsızlık pozunda, diktatörlüğün adalet ve barış vadettiğini söyleyecek kadar zırvalıyorlar. Doğru Yeni-Osmanlı bir düzen vadediyor. Zira zindan da, asgari ücrete talim edilen bir toplama kampı da düzendir. TC bir imparatorluk olma ve böyle bir "düzen" kurmayı gelecek diye sunarken; bu imparatorluğun tebaası oldukları takdirde haklarına kavuşabilecekleri yalanına inanıyormuş gibi bunun propagandasını yapan, gerçekte ise soluk alıp verme karşılığı kula-köleye dönüşmeyi kabullenenler de az değil...
Dünyadaki gelişmeler bize bir kez daha statükoya umut bağlayarak, nostaljik avuntularla siyaset yürütülemeyeceğini gösteriyor. Ancak Savaş'a yeni olanaklar elde ederiz gözüyle bakmak sıkıntılı. Zira bu yaklaşım eğer kendine has eşitlik-özgürlük ve adalet içeren iddiaları koruyamazsa, zamanla Savaş'ın aklına teslim olmak anlamına da gelebilir.