Kaybedilecek saniyemiz yok
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Savaş gerçeğini kavramamız yetmez, hissetmeliyiz. Ne demiştim? Vaktiyle üç fotograf bize ve dünya halklarına savaş gerçeğini hissettirdi. Başta Amerikan halkı ve halklar ayağa kaktı. Vietnam kazandı. Hissedersek kazanabiliriz. Kaybedilecek tek bir saniye bile yoktur.
Güney Kurdistan’da yaşamayan bir insan, Türk devletinin askeri harekatlarından haberdar olsa bile, orada yaşayan ve daha önemlisi Türk ordusu ile savaşan insanlar gibi gerçeği kavrayamaz. “İnsan sarayda başka, kulübede başka düşünür.” “Nerede olursam olayım bilincimle düşünürüm” deseniz de, gerçeği kavrarsınız ama hissedemezsiniz.
Hissetmek için ille de savaşın içinde olmak gerekmez elbette. Sorunumuz insanlara hissetirebilmektir. Vietnam savaşı hakkında vaktiyle bizler çok şey biliyorduk. Ama hissedemiyorduk. Ne zamana kadar? Üç fotoğraf karesi ANT Dergisinde yayınlanana kadar. Fotoğrafın birinde napalmla yanarak koşan bir çocuk, diğerinde Güney Vietnamlı kontra subayın başına ateş ederek vurduğu bir Vietkong savaşçısı, üçüncüsünde kendini yakan bir Budist rahip vardı. Üç fotoğraf üç ciltlik kitaptan daha büyük yankı uyandırmıştı.
Bugün Başûr Kurdistanı’nda yaşananları özgür medya tüm zorluklara ve son saldırıda görüldüğü gibi ölümü göze alarak bize yansıtıyor. Fakat hissettirmekte sorunlarımız olduğu açık. Çünkü Başûr’da yalnız Kürt halkının değil, tüm Ortadoğu halklarının kaderiyle oynayan Türk devletine, onun suç ortağı KDP yönetimine, kendi topraklarını işgal ve ilhak etmekte olan düşman karşısında dize gelen Irak devletine karşı tepkilerimizde ruhumuzla hissetmekten çok, aklımız rol oynuyor. Akıl tehlikeyi kavrıyor, ama ruh henüz tehlikeyi hissedemiyor.
Belki 300 tankın, topçu bataryalarının, savaş uçaklarının karşısına kaleşnikofuyla dikilen gerillanın yenilmezliğine olan inanç, savaşın eşitsizliğini kavrasak da, tehlikeyi hissetmemizi önlüyor olabilir. Bu inanç boşuna değildir elbette. “Bitirdim, bitiriyorum” diyen devlet bitirememiştir, “bitiremezsin” diyen gerilla bitmemiştir. Bu yarım asırlık inkarı mümkün olmayan bir gerçektir. Devlet “hedefine ulaşmada” yenilmiş, gerilla “hedefine ulaşmada” yenmiştir.
Ama olan biteni, “mutlu sonla” biteceğini bildiğimiz bir film gibi seyredersek, film sandığımız savaş sürecek, şehitler kervanına nice genç kadın ve erkek gerilla katılacak. Yani evlatlarımız, kardeşlerimiz…
Bedel ödenmeden zafer kazanılmaz. Bu doğrudur. Savaşın nihai aşamasında yüzümüzün güleceği de… Ama Başûr savaşı şimdiye kadar yaşanan savaşlara benzemiyor. Durdurulamazsa, gerilla “bitmez”, ama dört parça Kurdistan bitebilir. Arkasına NATO’yu alan Türk devleti önce Başûr Kurdistanı’nı, ardından Rojava’yı yutabilir. Rojhilat’daki biçimsel Kurdistan bölgesi o anda tarihe karışabilir. Bakur zaten esaret altındadır. Kurdistan davası böyle olursa ebediyen yenilmiş mi olur? Hayır. Gerilla savaşı dört parçada bugünkünden bile daha güçlü, daha örgütlü sürer. Kurdistan küllerinden yeniden doğar. Tarih bunu kanıtlamadı mı? Agit’in ilk kurşunu attığı günü hatırlayın: Ortada ne Başûr Federal Kurdistan bölgesi vardı, ne de Rojava. Kürt halkı bugün gördüğü seçim zaferlerini hayal bile edemezdi. Türk devleti ilhakları başarsa bile Kürt halkı “başa" dönmeyecektir. Yarım yüzyıllık muazzam deneyimin gücüyle elbette daha büyük bir azimle ayağa kalkacaktır. Yeni Agitler doğacaktır.
Ama halk acı çekecek, bedeller ağır olacaktır. Erdoğan rejimini “nasılsa gerilla yenilmez” diye seyredersek, işte bu karanlık ihtimaller gerçeğe dönüşür.
Bir başka ve en az bu söylenen kadar vahim ihtimaller de var. Türk devleti Üçüncü Dünya Savaşı’nda yeniden NATO’nun Ortadoğu’daki en büyük hegemonya gücü olmak üzere. Erdoğan NATO zirvesinde Biden’ı ikna edecek taviz ve garantiler verdiği ve bunlara karşılık küresel destek aldığı takdirde, Başûr savaşı Üçüncü Dünya Savaşı’nın yeni ve çok tehlikeli bir aşamaya tırmanmasına yol açacak. Eğer savaş Kerkük ve Musul’un, Hewler ve Süleymaniye’nin ilhakına varırsa, Bağdat kapısına dayanan Türkiye Irak’ı teslim alıp, onu bir dominyon haline getirirse, tüm Kurdistan toprakları, belki nükleer silahların bile kullanıldığı bir savaş alanına dönecek. Haritaya bakan herkes muhtemel bir Türkiye-İran, dolaylı olarak da Rusya-ABD savaşının cerayan edeceği bölgenin kalbinde Kurdistan topraklarının yer aldığını görür. Böyle bir savaş dört parçada birden topyekun Kürt soykırımı demektir.
Tehlike büyük.
Savaş bir film gibi seyredilemez. Harekete geçme vaktidir. Gençlik ana vatan ve halk savunması için seferber olmalıdır.
“Çocuğum gitmesin, komşunun çocuğu gitsin” diyen kendi geleceğini karartır. Şimdi gönüllülük gençlerden çok anne-babaların işidir. Ulusal birlik dağ yolunu gözleyen gençle anne ve babanın birliği olmuştur.
Bu karanlık tablonun aydınlanması için, gençler vatan savunmasına koşarken, anneler, babalar, nineler ve dedeler “Öcalan’a özgürlük, hemen şimdi” sloganıyla ellerinden ne geliyorsa yapmalıdırlar. Çünkü Serok Apo özgür olduğu gün bölünmüş elli milyonluk Kürt halkı Barzani bölücüğünü seller gibi akarak yıkar, vaktiyle tarih yazmış olan Peşmerge ordusu Rojava ordusuyla, Bakur, Rojhilat gerillasıyla birleşir. Türk ordusu Kurdistan topraklarında kaçacak delik arar. Dört parçanın yer aldığı devletler Rusya ve ABD’ye rağmen Üçüncü Dünya Savaşı’ndan çekilmek ve Kurdistan’la barışmak zorunda kalır.
Savaş gerçeğini kavramamız yetmez, hissetmeliyiz. Biz yaşlanırken gerilla gençliğini veriyor, Kürt halkı onların acısını çekiyor, Kürt’e yeniden hayat veren Apo zindanda ömür tüketiyor.
Ne demiştim? Vaktiyle üç fotograf bize ve dünya halklarına savaş gerçeğini hissettirdi. Başta Amerikan halkı ve halklar ayağa kaktı. Vietnam kazandı.
Hissedersek kazanabiliriz.
Kaybedilecek tek bir saniye bile yoktur.