Kürtler 100 yıldır barışçı-demokratik çözümü savunuyor

Dosya Haberleri —

Kürtler/ foto:AFP

Kürtler/ foto:AFP

  • Öcalan, yaklaşık 25 yıl önce yayımladığım diplomatik belgeleri, benden istemiş; ben de “Kürdoloji Belgeleri-1” kitabımı kendisine göndermiştim. Bu diplomatik belgelerin tümünde; Kürt-Türk halklarının kardeşliği ve sorunların barışçı-demokratik çözümü savunuluyordu. Öcalan da 30 yıldır barışçı-demokratik çözümü savunuyor.

MEHMET BAYRAK / Tarihçi Yazar

A-Giriş

Ankara’da 1965’te üniversiteye başladığım yıl Türkiye İşçi Partisi (TİP) Çankaya İlçe Örgütü’ne üye olarak, demokratik sol bir hareket içinde yer aldım. Genel Başkan Behice Boran ile birçok öğretim üyesi 1945/46 yılındaki tasfiye ile eğitim gördüğüm Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden uzaklaştırılmışlardı. Yine Sosyoloji-Felsefe bölümünden Niyazi Berkes, Mediha Berkes, Muzaffer Şerif Başoğlu ile Halk Edebiyatı bölümünden Pertev Naili Boratav ile asistanları; yine Türkoloji bölümünden Abidin Dino’nun eşi Güzin Dino görevlerine son verilenler arasındaydı. TİP’in sonraki Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar ile tasavvuf bilgini Abdülbaki Gölpınarlı da İstanbul’da görevden uzaklaştırılanlardandı.

Uzun bir aradan sonra ancak 1968/69 öğrenci boykotlarıyla fakültede Halk Edebiyatı ve Halkbilimi bölümü yeniden açılabilmiş ve 1970 yılında mezun olmuştum. Üyesi olduğum TİP ise 12 Eylül Cunta yönetiminden sonra kapatılmıştı. Gerekçe, bir Kongre kararında Türkiye’de Kürt halkının da yaşadığının ve dillerinin Kürtçe olduğunun vurgulanmasıydı... Bilahare, Anayasa Mahkemesi’nin buna ilişkin özel sayısında, kapatmanın yine Siyasi Partiler Kanunu’na dayandırıldığını hayretle görmüştüm...

TİP’i pasif bularak ayrılan ve Türkiye Halk Kurtuluş Örgütü’nü kuran Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının son ortak savunmalarını da Eylül-1971’de ben tape etmiştim. Daha sonra 1989/90’larda benim de avukatlığımı yapan Halit Çelenk, tutuklu gençlerden aldığı el yazılı ortak savunmayı, hemşerimiz ve ortaokuldan eşimin sınıf arkadaşı olan Hüseyin İnan’ın babası Hıdır İnan’a teslim etmiş, o da iki nüsha halinde daktilo etmek üzere benden rica etmişti.

Bilahare yayımlanan konuya ilişkin kitaplarda da yer alan bu savunmayı tape ettiğimi, yaklaşık 50 yıl sonra ilk kez örgüt arkadaşlarından Atilla Keskin’in Medya TV’de Dersim-Koçgiri konulu kitabım üzerine benimle yaptığı bir programda açıklayınca, Atilla’nın gözyaşlarını tutamadığını görmüştüm... Ortak Savunma’nın siyaset bölümünü Hüseyin’in, ekonomi bölümünü kendisinin kaleme aldığını ilk kez orada öğrenecektim...

Açık söylemek gerekirse, savunmayı yazarken de takıldığım ve bana ters gelen birçok husus vardı. Bir defa, daha II. Abdülhamid döneminden itibaren İstihbarat Subayı ve Cumhuriyet döneminin “Tek Adam”ı Mustafa Kemal’e ve ordusuna yapılan övgüler dikkatimi çekmiş ve eleştirmeme neden olmuştu.

      

B- Resmi Türk tarih kuramı

Ülkede ve yanı başımızda cereyan eden siyasal ve toplumsal olay ve olguları doğru değerlendirebilmek için en azından yakın dönem Türkiye ve Kürdistan tarihini doğru kavramak ve düşünceyi temellendirmek gerekiyor. Sözgelimi, temeli dönme ve devşirme Türk-İslamcı kadrolar tarafından atılan İttihad-Terakki Hareketi’nce atılıp, yüzde 90 kadrosuyla bunun devamı olan Kemalist yönetimde uygulamaya konan Türk Resmi Tarih ve Eğitim Kuramı bilinmeden düşünceyi temellendiremez ve tarihsel- toplumsal gerçekliği kavrayamayız...

Öyleyse, geçmişteki kardeşlik ve eşitlik söylemlerinden sonra 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’nın ardından, kadroları eski adı yeni Kemalist yönetimin 1924’te Anayasa’ya “Türk-İslam” belgisini nasıl soktuğunu; 1925’te Takrir-i Sükun Kanunu (Susturma Yasası) ile çok-partili sisteme, emekçi haklarına ve aynı yıl gizlice hazırlanıp yürürlüğe konan Şark Islahat Planı ile nasıl bir ret-inkâr ve imha politikasına geçildiğini kavramamız için 1930’da hazırlanıp okullarda ve hayatın diğer alanlarında uygulanan şu ırkçı “Türk Tarih Kuramı”nı bilmek gerekiyor. Türk Tarih Kurumu’nun öncelini oluşturan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin “Türk Tarihinin Anahatları” adıyla 1930’da yayımladığı kılavuz-kitapta Türk Tarihi’nin ana ilkeleri bakınız nasıl belirleniyor:

“Türk Tarihi, Türk milletine, dünya yüzünde insanlığın doğduğundan beri en asil ve yüksek insan tipini kendi ırkının temsil ettiğini; asırların yürüyüşünce beşeriyetin (insanlığın MB) karanlık göklerinde müselsel medeniyet ufuklarının (ardı ardına gelen uygarlık ufuklarının MB) kendi ırkının zeka ve kabiliyet elleriyle açıldığını anlatır. Türk Tarihi, Türk milletine kendi ırkının askerlikte, idarede, siyasette olduğu kadar ilimde, fende, edebiyatta, resim, musiki, mimarlık, heykeltraşlık gibi sanatlarda dahi ne kadar eşsiz bir istidat (yetenek MB) ile yoğrulmuş olduğunu anlatır.

Türk Tarihi, Türk milletine, dünyanın insan izi taşıyan her parçasında kendi ırkının zamanla silinmemiş ve silinmeyecek hakimiyet ve hars (egemenlik ve kültür MB) damgası basılı olduğunu, başka milletlerin tek nümunesiyle (örneğiyle MB) öğündükleri devletlerin en büyüklerinden yüzlerle (yüzlercesini MB) kurmuş, her mana ve mahiyette şan şeref kaynaklarından kana kana içmiş görgülü bir soydan geldiğini anlatır.

Fakat Türk Tarihi, Türk milletine, aynı zamanda kendi ırkının binlerce yıllık tecrübelerle (deneylerle MB) vardığı manevi tekamül (gelişme MB) esaslarından ayrıldığı, bilhassa irfan ve medeniyetin (bilgi ve uygarlığın MB) yüksek ve temiz havalı yaylasından taassup ve cehaletin ( bağnazlık ve cahilliğin MB) sıtmalı bataklığına indiği zamanlarda uğradığı belaların sertliğini, varlığına sarılan karanlıkların kolay yırtılmaz koyuluğunu anlatır.” ( BKZ. T.T.T.C: Tarih-IV, s.258-259’dan aktarılarak, M. N. Özön: Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi; Maarif Vekaleti yay. İst. 1941, s.322).

Bu noktada, sanırım sözü daha fazla uzatmaya gerek yok. Görüldüğü gibi, resmi Türk Tarihi için belirlenen ilkeler tümüyle “ırkçılık” kokmaktadır. Hititler’e “Eti Türkleri”, Sümerler’e “Sümer Türkleri” denmesi bundandır. Böylesi bir tarih kuramı ile hangi tarihsel ve toplumsal gerçekliği kavrayabiliriz ki, yakın dönemi doğru kavrayabilelim... Aynı yaklaşımı, bu ilkelerin belirlenmesinden kısa zaman sonra 1933 yılında kabul edilen “10. Yıl Marşı”nda da görmek mümkündür:

Türk’üz bütün başlardan üstün olan başlarız

Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız

Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi

Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri

Örnektir milletlere açtığımız yeni iz

İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz.

 

 

C- Kürt diplomasi belgelerinin sunduğu gerçek

Bilindiği gibi, PKK Lideri Abdullah Öcalan, 1999’da Suriye’den çıkarak İtalya’ya gelmişti. O dönem, Türk Devleti iade talebinde bulunurken, Kürt aydınlanma hareketleri iadeye karşı çıkıyor ve Avrupa’da uluslararası bir mahkemede yargılanacaksa Türk tarafının da yargılanmasını talep ediyordu. Kürt demokratik örgütleri de bu aşamada bir hazırlık çalışmasına girişmişlerdi. Ben ise, o dönem dört yıldan beri Ronahî ve Hevî gazetelerinde köşe yazarlığı yapıyor ve inceleme-araştırma yazıları yayımlıyordum. 1999 yılı içinde Hêvi gazetesinde yaklaşık 20 gün süren bir yazı dizim yayımlanıyordu: “Diasporadaki Kürt Aydın ve Örgütlerinin Diplomatik Çalışmaları...”

Bu çalışmada; özellikle Geç-Osmanlı ve Erken-Cumhuriyet dönemlerinde Cemiyet-i Akvam (Birleşmiş Milletler) ve Batılı büyük devletler nezdinde sürdürülen diplomatik çalışmaları işliyordum ki bunlar daha sonra “Ateş-Kan-Barut Günlerinde Kürt Diplomasisi/ Diplomatik Belgelerin Sunduğu Gerçekler” adıyla yayımlandı (Age, Özge yay. Ank.2021).

Öcalan, yaklaşık 25 yıl önce yazı dizisi içinde yer alan ve bu kitap çalışmasında yayımladığım diplomatik belgeleri, 1959’daki Kürt aydınları tevkifatında tutuklanan en genç mahpus konumundaki iktisatçı ve yazar Yaşar Kaya üzerinden benden istemiş; ben de gelen yazar ve hukukçu arkadaşlar aracılığıyla hem bu yazı dizisinin tamamını hem de 30 yıl önce yayımladığım “Kürdoloji Belgeleri-1” kitabını kendisine göndermiştim.

Mutalebat, Duyuru, Nota, Muhtıra, Muhtıra- Mektup, Bildiri, Bildirge, Rapor, Memorandum türünden olan ve çoğu broşür olarak da yayımlanan bu diplomatik belgelerin tümünde; Kürt-Türk halklarının kardeşliği ve sorunların barışçı-demokratik çözümü savunuluyordu.

1- Sözgelimi, Abdülhamid despotizmine son veren 1908’deki II. Meşrutiyet Hareketi’nin ideologlarından ünlü Kürt aydını Dr. Abdullah Cevdet Bey, 1909 yılında hemşerilerine yayımladığı “Hitabe”de; özgürlük ve demokrasi mesajları veriyor ve müjdeliyordu.

2- Sevr Konferansı’nın Kürt delegesi Şerif Paşa, Kürt ve Türkler başta olmak üzere halkların kardeşliğini ve eşit bir yaşamı savunuyordu.

 

 

3- 1922’de, Kemalist yönetimin Fransız ajan-gazeteci Madam Gaulis (Guli) aracılığıyla 1921’de Fransız ve 1922’de İngilizler’le görüşerek gizli anlaşmalar yaptığını haber alan Çiyayê Kurdan (Kürtdağı Kürtleri), Ankara’ya gelerek yönetimi uyaran “Kürtdağı Kürtleri’nin Mutalebatı” broşürünü basar ve tüm milletvekillerine dağıtırlar. Ankara yönetimi, o zaman Kürtler’i satan bu gizli anlaşmayı inkâr etse de bugün elimizde yazılı ve görsel birçok belge bulunuyor. Nitekim, bunlardan birine de soykırım öncesi “Derebeyi ve Dersim”, soykırım sonrası “Tunceli Medeniyete Açılıyor” kitaplarının yazarı Hakkı Naşit Uluğ, daha 1972’de “Milli Mücadele’de Türk-Fransız Münasebetleri”ni işleyen bir yazısında yer verir (Hayat Tarih mec. Ekim- 1972). Bu gazeteci-yazar, 1925’te Şex Said’in hücresine girerek poz veren imtiyazlı bir Kemalist’tir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkumandan sıfatıyla M. Kemal, hizmetleri dolayısıyla Madam Guli’ye şöyle teşekkür ediyor:

“Madam; Sevimli mektubunuz, bana verdiğiniz haberler ve Fransa’ya henüz dönmeden, hakikat ve adalet adına açtığınız cesur ve takdire değer mücadeleniz için teşekkür ederim. Bu vesileyle, her şeyden önce, hakkımızı korumak, cesur ve talihsiz milletimin, hiç bir vicdan azabı duymayan ve insanlık duygusundan yoksun kişiler tarafından yapılan vahşice tecavüz yüzünden katlandığı müthiş acıları bütün dünyaya tanıtmak için sarfettiğiniz enerji karşısında ne kadar minnettar kaldığımı bildirmek isterim. Haklı davamıza sizin gibi ateşli ve samimi savunucuların kazandırdığı manevi zaferin değerini pek çok takdir etmekteyiz...”

4- Hemen iki yıl sonra 1925’te idam edilen Bidlis Mebusu Yusuf Ziya Bey’in, Kürt-Türk kardeşliği üstüne 6 Mart 1923’te Meclis’te yaptığı konuşma, tüm mebuslarca ayakta alkışlanır. Konuşmasını şu uyarıyla noktalar: “ Türk’le Kürt teşrik-i mesai ederek yaşamazlarsa, ikisi için akıbet yoktur. Binaenaleyh herhangi biri, diğerine ihanet ederse ikisi için de akıbet yoktur...”

5- Hele, ülke dışına çıkmak zorunda kalan Kürt aydınlarının, 1926 yılında kendisi de Kürt kökenli olan Başvekil İsmet Paşa’nın şahsında Meclis’e gönderdiği bir “Muhtıra- Mektup” var ki, düne ve bugüne de cevap veren kulaklara küpe niteliğinde bir belgedir. Bugüne de ışık tutacak bu son derece önemli belgeden sadece iki paragraf vermekle yetineceğiz:

“Muhterem Paşa Hazretleri,

Eğer genç Türkiye Cumhuriyeti ve muhterem zimamdaranı (yöneticileri MB) Türk ve Kürtlerin birarada yaşamasını hakikaten arzu ediyor ve Kürtlüğün kuvvet ve kudretinden istifade etmeyi ve Kürtlükten ziyade Türklüğün mevcudiyetini tarsin etmek (sağlamlaştırmak MB) ve Kürt milletini tenezzülen (en azından MB) kazanmayı hedef ittihaz buyurmuşlarsa yegâne çare-i hal ve ilaç 20’nci asır medeniyetinin millet ve hürriyet prensiplerine hürmet ve riayet ile Kürtler’e hakk-ı hayat bahşetmek ve bu suretle Avrupalılar’a, dost ve düşmana karşı tekâmül ve rüşd-ü siyasisini (olgunluğunu ve siyasi yeterliliğini) göstermektir.

 

Muhterem Paşa Hazretleri,

Sizi namus ve şerefimizle temin ederiz ki, Kürtler’e insani ve medeni hukuk (haklar MB) bahş buyurulduğu gün bizzarur (zorunluluktan MB) bugün Türklük aleyhinde dahil ve hariçte yapılan ve yaşatılan bütün cereyanlar ve faaliyetler kendi kendine duracak, ağızlar susacak ve bu muslihane (barışçıl MB) çare-i hal (çözüm yolu MB) ile Türk gençliği kendisine sadık ve hâdim (hizmet eden MB) fedakâr Kürt milletini kazanmış olacağına itikat buyurmalısınız. Aksi takdirde halihazır siyaset ve vaziyetin idamesinde ısrar buyurulursa, Kürdistan veya Şarki Anadolu kıtası azim garez, kin ve kırgınlık yuvasına dönecektir.” (Bkz. Age, s. 258).

Burada, Misak-ı Milli’den başlayarak diğer belgeleri hatırlatmakla yetinelim.

                                  

Ç- Öcalan’ın barışçı-demokratik çözüm talebi

30 yıl önce kitaplarımdan ceza alarak ülkeden ayrılmak zorunda kalıp Almanya’ya çıktığımda, yazı çalışmalarımın yanı sıra “Kürt Sanat, Kültür ve Bilim Merkezi” adıyla bir oluşuma başkanlık ederken; Kürt sorununun barışçı-demokratik çözümü konusunda kimi konferanslara da katılıyor ve sunumlar yapıyordum. Bunlardan biri de, Eylül-1995’te Köln’de siyasetçi Cem Özdemir ve Kürt yazar İsmail Nacar’la birlikte katıldığımız “Barışa Çağrı” konferansıydı. Bu aşamada, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği öncülüğünde akademisyen Prof. Dr. Doğu Ergil tarafından bir Kürt Raporu hazırlanmış ve büyük yankı yapmıştı. Ergil ve Nacar, Ekim-1993 tarihinde kurulan “Barış, Kardeşlik ve Dayanışma Komitesi”nin kurucularındandı.

Hürriyet gazetesinde yayımlanan konuya ilişkin haberde (21.9.1995); “Doğu Raporu Öcalan’ın Umudu!” başlığı kullanılıyordu. Haberde Öcalan; Türk Devleti üzerlerine gitmediği ve demokratik-barışçı yöntemlere ağırlık verdiği takdirde, Kürt Raporu’nda öngörüldüğü gibi, eylemlere başvurulmayacağını ve sorunun barış içinde çözülebileceğini söylüyordu. Yani günümüzdeki gibi bir ortam o zaman da yaşanmıştı. Aklın yolu birdir ve geçmişten ders alınmasını gerektirir. Öyleyse, fazla detaya girmeden sözlerimizi, mahpus Nazım Hikmet hakkında ilk şiirlerden birini yazan ve nasıl bir memleket istediğini şiire döken Amed’li büyük şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın dizeleriyle noktalayalım:

Memleket isterim

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim

Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;

Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim

Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;

Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun

Olursa bir şikayet ölümden olsun.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.