1 Eylül Dünya Barış günü ve yaklaşan tehlike

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Bölgedeki dört sömürgeci ülkenin ve Kürdistan’ın tümüyle savaşta yıkılmasını yalnızca Başkan Öcalan önleyebilir. Yalnızca o Kürt halkını birleştirebilir ve Kürt halkı dört sömürgeciyi ancak o zaman savaş dışı bırakabilir.

Erdoğan şu sıralar mezun olan teğmenlere hitap ediyor. Eski ordunun özlemiyle ağlayan “fırkacılar”, Erdoğan’ın kendi ordusunu kurmakta olmasından şikayet ediyor.

Erdoğan filan değil, “devlet aklı” diyorsunuz ya, işte o akıl 12 Eylül 1980’den beri, Ahlat’ta Hizbulkontra’nın uzantısı partinin yanında hazır ola geçen orduyu örgütlüyor. Biz her ne kadar darbenin asıl sivri ucunu bize doğrulttuğunu söylüyor olsak bile asıl önlem 12 Eylül’de, darbeden bir yıl önce gerçekleşen Humeyni devriminin muhtemel etkilerine karşı alındı. Bizi bu muhtemel etkilerin yaratacağı ortamda potansiyel tehlike olarak gördükleri için, “aradan çıkarttılar.” Ve İran devrimiyle birlikte Ortadoğu’da, özellikle Kürdistan’da doğacak İslami örgütlenmeleri ve kalkışmaları önlemeyi stratejik hedef olarak saptadılar. Devlet bürokrasisine Gülen Cemaati’ni monte etmeleri ve Diyarbakır Zindanı’ndaki vahşet, bu stratejinin ilk uygulaması oldu. (Bu devlet aklı denilen nesne Kürdistan’da “ılımlı” İslamı değil, sonunda çoğu DAİŞ saflarına katılan Hizbulkontra gibi marjinal bir hareket yarattı. Kürdistan’da islamı, Apocu paradigma bunlardan kurtardı.),

Bu strateji elbette “yerli ve milli” değildi. ABD’nin ve NATO’nun daha sonraki adıyla Büyük Ortadoğu planının Türk devletine düşen kısmıydı. Laik ve Kemalist bayrakla İslam’ın yeşil, daha sonra siyah bayrağına karşı savaşılamayacağını hem ABD, hem de Türk devleti biliyordu. Yeni Ortadoğu şartları orduda “Türk-İslam sentezi” denilen ucubeyi doğurdu.

Şimdiki ordunun ABD’nin küresel ve Türkiye’nin bölgesel emperyalist politikalarına adapte edilme stratejisi neredeyse 45 yıldır sürüyor. Devletler küresel ve bölgesel çapta adımlarını birkaç gün ya da ayda değil, uzun tarihsel dönemler içinde gerçekleştiriyor.

Geçerken bu stratejilerin sorunsuz uygulanamadığını eklemeliyim. Irak’ın işgaline Türkiye’nin katılmasını göze alamayan, elindeki ordunun durumunu bilen ve bu arada PKK’nin Birinci Basra Savaşı’nın sonucunda elde ettiği stratejik gücü hesaba katan, daha sonra “Darbeci-Ergenekoncu” diye adlandırılanların 1 Mart tezkeresini engellemesiyle ve engelleyenlere karşı Erdoğan ve Gülen ortaklığının ve ABD’nin harekete geçmesiyle, sonra da bunların tasfiyesi ile   yaşanan karışık dönem, bu stratejiyi paranteze aldı.

Artık parantez kapanmıştır. Türk devleti ve Amerikan devleti Erdoğan’ın “aklını” başına getirmiştir. Teğmenlere yaptığı konuşmaların metni Türk Genel Kurmayı ile Pentagonun, MİT ile CİA’nin kaleminden çıkmıştır. Erdoğan bunların çaptan düşmüş ajitatörü olmanın ötesinde son seçimle birlikte ıskarta haline gelmiştir. Şimdiki aşama Erdoğansız (ya da yaşayan ceset halinde Erdoğanlı) AKP ile CHP’nin ortaklığını hazırlama aşamasıdır. Böylece devlette nasıl Evren ile Gülen yeni Ortadoğu şartlarında birleştirildiyse, Üçüncü Dünya Savaşının yeni aşamasında da işte bu “Kemalist-İslamcı” siyasi yapı adım adım tezgahlanmaktadır.

Elbette devletin içinde, egemen sınıfın farklı zümreleri arasındaki çelişkiler, farklı devletlerin etkisindeki uzantılar, grupsal politik ve ekonomik çıkarlar bu stratejinin tereyağından kıl çeker gibi sorunsuz uygulanmasının önünde engeller yaratmakta ve yaratacaktır. Demokratik güçler bu zaaftan yararlanamadığı durumda, “stratejik su, yatağını kesinlikle bulacaktır”.

Şu anda görünen aşama, Türk devletini NATO’nun yeniden güvenilir müttefiki haline getirme aşamasıdır. Orduda NATO yanlısı generalleri, albayları tasfiye eden şimdiki ordunun ve sivil bürokrasinin zirvesi, hem Batı yanlısı Türk sermayesinin, hem de Pentagon’un desteğini almak için harekete geçmiş, kendi konumlarının korunması karşılığında hem sermayenin, hem de Batı’nın taleplerini adım adım yerine getirmeye başlamışlardır.

Hem küresel sermayenin hem yerli sermayenin ekonomik taleplerini yerine getirmekle Mehmet Şimşek görevlidir. Üçüncü Dünya Savaşında NATO’nun Türkiye’den taleplerini de Fidan, Kalın ve Güler karşılamaktadır. Bunların önündeki sorun, kriminal dünyayı kontrol eden ve jandarma ile poliste büyük güce sahip MHP’dir. Sözünü ettiğimiz stratejiyi uygulamaktaki kimi yalpalamaların en önemli kaynağı budur.

Bu yazdıklarım sınırlı bilgilere dayanıyor. Hepsi tartışmaya açıktır. Amacım, eleştirilmeyi göze alarak tartışmaya zemin hazırlamaktır.

Ancak ısrarla vurguladığım şudur: ABD Türk devletini dünya savaşının yeni aşamasına hazırlıyor. Bu aşamada ilk hedef İran’dır. İran’ı ya savaşmadan teslim almayı, olmazsa Türkiye ve İsrail, belki Azerbaycan ittifakıyla bu devlete karşı savaşa sürerek teslim almayı hedeflemektedir. Rusya-Çin-İran mihveri de NATO İsrail, Türkiye, Azerbaycan mihveri de hiç biri haklı olmayan küresel ve bölgesel emperyalist devletlerden oluşmaktadır. PKK’nin yolu “üçüncü yoldur.”

İkinci vurguladığım şudur:, ABD bu muazzam risklerle dolu hedefi Türkiye’ye kabul ettirebilmek için de Başur’u ABD’nin ve TC’nin beşinci kolu olan KDP eliyle Türk devletine rüşvet olarak teklif ediyor, Irak devletini de Türkiye’nin himayesine boyun eğdirmeye çalışıyor.

Üçüncü vurguladığım şudur:  bütün tehlikelerine rağmen, Amerikan planları Türkiye’nin bölgesel emperyalist politikasıyla tam bir uyum içindedir. “Kalkınma yolu” yutturmacasıyla Kerkük petrolüne el koymaktan başka ekonomik çöküşten çıkış yolu yoktur. Bunu yapamazsa, işte o zaman küresel mali sermayenin “modern sömürgesi” olur.

Dördüncü vurguladığım şudur: PKK bu planların önündeki en büyük engeldir. Aynı zamanda  savaşacak olan taraflardan biri mutlaka PKK’ye muhtaç olacak, PKK savaşta dengeyi değiştirerek belirleyici güç haline gelecektir. Savaşta kimin PKK’ye muhtaç olacağı ve onun desteğini alacağı şu anda belli olmadığı için, hemen hemen bütün taraflar PKK’yi “aradan çıkarmak” için şu ya da bu ölçüde saldırıya geçmektedir.

Beşincisi, dünya savaşı Ortadoğu’da patladı ve yine Ortadoğu’da sona erecektir. Bu başarılamazsa Ortadoğu’dan Ukrayna’ya sıçrayan savaş “dehşet dengesini” bozabilir, insanlığı ve ekolojik varlığı yok edecek bir termo-nükleer savaşa yol açabilir.

Altıncısı, bölgedeki dört sömürgeci ülkenin ve Kürdistan’ın tümüyle savaşta yıkılmasını yalnızca Başkan Öcalan önleyebilir. Yalnızca o Kürt halkını birleştirebilir ve Kürt halkı dört sömürgeciyi ancak o zaman savaş dışı bırakabilir. O nedenle Öcalan’a özgürlük hamlesi insanlığın geleceği ile ilgili stratejik bir meseledir. Öcalan’a özgürlük bir dayanışma konusu değil, başta Ortadoğu halklarının ve Üçüncü Dünya Savaşında nükleer yok oluş tehdidi altında olan herkesin sınıfsal, dinsel, mezhepsel, bireysel varoluş meselesidir.

O halde dünya barışının önderi Öcalan’a özgürlük!..

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.