Amerikan siyaseti ve Rojava
Fehim IŞIK yazdı —
- Kürt halkının yürüttüğü bu onurlu dava kapalı kapılar ardında sürdürülen kirli pazarlıklarla yok edilecek bir dava değil. Bu davayı kirli pazarlıklarla yok etmek isteyen her kesim, kim olursa olsun, nihayetinde bunun bedelini ödeyecektir.
Kapitalizmde siyaset ve diplomasi başta olmak üzere birçok olgu lobiler üzerinden yürüyor. Siyasi partiler, adaylar, devletler lobi faaliyetleri için şirketlere milyonlarca dolar harcıyor. Bu işler bir yandan da paranın gücüne bağlıdır. Çünkü kapitalizmin dini imanı paradır.
Lobiler üzerinden yürütülen politikada en fazla öne çıkan devlet Amerika’dır. Örneğin Amerika’da seçime katılan bir adayın lobilerin desteğini almadıkça kazanamayacağını söylemek mümkün. Bu nedenle tüm adaylar seçim öncesinde lobilerin kapısını aşındırır. Sadece bu değil. Örneğin Amerikan siyasetini etkilemek isteyen devletler de lobilerin kapısını aşındırır. Türkiye, Amerika'da kendine yer bulmak, Amerikan toplumunu etkilemek için lobiler ve bunlarla bağlantılı şirketlere her yıl milyonlarca dolar aktarıyor. Bu çalışmaların Türkiye'ye ne kadar faydası oluyor bir yana. Ama lobiler Türkiye’yi en azından Amerikan medyasında görünür kılıyorlar. Ayrıca Amerikalı yetkililerle ilişkilerinde de kapılar Türk yönetimine bu sayede açılıyor.
Bu durum Kürt tarafında, özellikle Rojava’da farklı gelişti. Rojava’yı dünyaya, Amerikan toplumuna tanıtanlar lobiciler değildi. Başta kadın savaşçıların DAİŞ’e karşı direnişi olmak üzere Rojava’daki direnişçiler, savaşçılar bu işin baş mimarıdır. Özellikle Kobanê direnişi sonrasında hem “Rojava” sözcüğü, hem de “Jin, Jiyan, Azadî” sloganı tüm dünyada karşılığını buldu. Amerika'nın Kürt savaşçılara askeri destek vermesinin en önemli nedeni de bu direniştir.
2014 yılında 5 Ekim’i 6 Ekim’e bağlayan geceyi şu an gibi hatırlıyorum. O gece binlerce savaşçı ve sivil Mürşitpınar sınır kapısına sıkışmış, ellerindeki son olanaklarla DAİŞ çetelerine karşı direniyorlardı. DAİŞ, havan toplarıyla sivil-savaşçı ayrımı yapmadan acımasız bir biçimde saldırıyordu. Savaşçılar direnişi terk etmemişti. Ön cephede DAİŞ'e karşı etkili eylemler gerçekleştirmeyi sürdürüyordu. Ancak durum hiç iyi değildi, tehlike büyüktü.
O gece dünyanın birçok yerinde milyonlarca Kürt ve Kürt dostu ayağa kalktı. Protestocular, duyarlılık çağrısı yapanlar her yerdeydi. Metrolarda, havaalanlarında ve şehir merkezlerinde kitlesel katılımlarla halk alanlara çıkmış, DAİŞ’e karşı savaşan Kürtlerin yalnız bırakılmaması çağrısı yapıyordu. Birçok ülkede yerli halk da protestoculara destek veriyordu. Bu katılımların ardından Avrupa ve ABD başta olmak üzere birçok ülkenin siyasetçi ve yöneticisinden de Kürt savaşçılara destek ifade eden açıklamalar geldi. Bu tutum ciddi bir değişikliğin nedeni oldu. ABD ve DAİŞ karşıtı koalisyondaki diğer güçler, ilk kez o gece DAİŞ’i etkili bir biçimde vurmaya başladılar. Bu tutum değişikliği, DAİŞ'in sonunu getiren sürecin başlangıcı oldu, denebilir. Kısa sürede DAİŞ yönetimi altındaki tüm topraklar özgürleştirildi. Dünya da DAİŞ korkusundan kurtuldu.
Evet, Kürtler lobicilik yapmadı ama bedeli daha ağır bir sürecin sonunda kendilerini dünyaya tanıtabildiler. Dünyanın birçok yerinde insanlar Kürtlerden şükranla söz etmeye başladı. Bunun bedeli ise 11 bin şehit, 25 bin yaralı oldu.
Söz konusu dönem ABD seçimine denk geldi. Demokratlar kaybetti. Cumhuriyetçilerin adayı Trump kazandı. Trump döneminde ABD askeri destekten vazgeçmedi ama kapalı kapılar ardında Erdoğan'la kirli anlaşmalar yapıldı. Putin de benzer bir biçimde Erdoğan’la anlaştı. Türkiye’nin jeostratejik konumunu lehte kullanan Erdoğan fırsatlardan istifade etti. Efrîn, Girê Spî ve Serekaniye'nin Türk devleti tarafından işgal edilmesi bu kirli pazarlıklar sonrasında gerçekleşti. Söz konusu kirli siyasetin baş mimarlarından biri de Trump’tı. Elimizde bir veri yok ama muhtemelen Trump'ın seçimi kaybetmesinde Kürtlere karşı yürütülen bu kirli siyasetin de etkisi vardı. Pek çok Amerikalı seçmen, siyasetçi ve TV analizcisi Trump'ın Kürtlere dönük siyasetini ihanet olarak nitelendirdi. Bu durum sadece Trump'ın değil, o dönemdeki yetkililerin de prestijini sarstı. Bu durumdan sadece kişiler değil, Cumhuriyetçi Parti de etkilendi.
Şimdi öyle görünüyor ki Cumhuriyetçi Parti ve Trump yönetiminin önde gelen kadroları bu durumu düzeltmek istiyor. ABD’nin eski savunma bakanı ile beraberindeki heyetin Rojava’ya dönük son ziyareti bu şekilde de okunabilir. Eski Savunma Bakanı, Rojava'yı özlediği için oraya gidip QSD Genel Komutanı Mazlum Abdi ile görüşmedi. Belli ki temel derdi, yaklaşan ABD seçiminden önce hem kendisinin hem de partisinin itibarını yeniden tesis etmek istiyor. Cumhuriyetçilerin lehine çalışan lobilerden de bu yönde fikirler geliyor. Bu kurumlar, ABD kamuoyunda oluşan Kürtlere ihanet edildiği imajının değişmesi için adımlar atmalarını Trump dönemi yöneticilerine öneriyorlar.
Kürtler elbet Amerikalılar onları sevsin diye bunca ağır bir bedel ödemediler. Yine de bu durumun Kürtlere bir zararı yoktur. Kürtlerin derdi özgür topraklarda bir yudum da olsa nefes almaktı ve bunu tüm saldırılara rağmen başardılar. Türk devletinin kabullenemediği, yok etmeye çalıştığı budur. Bu nedenle bulunduğu her alanda siyaseti en rezil biçimiyle yürütebiliyor.
Artık şu bilinmeli ki Kürt halkının yürüttüğü bu onurlu dava kapalı kapılar ardında sürdürülen kirli pazarlıklarla yok edilecek bir dava değil. Bu onurlu davaya ihanet eden, onu kirli pazarlıklarla yok etmek isteyen her kesim, kim olursa olsun, Trump bile olsa, nihayetinde bunun bedelini ödeyecektir.
Şunu da belirtmekte yarar var. Herkes biliyor ki Rojava’daki onurlu mücadelenin arkasındaki en önemli güç HPG gerillalarıydı. Rojava’daki savaşta 4 parça Kurdistan’dan bölgeye geçen yüzlerce HPG gerillası ile PKK kadrosu da şehit düştü. Bu sır değil. Herkes biliyor. Ancak bu gerçeğe rağmen Kürt halkına DAİŞ’i bitirdiği için minnet duyanlar PKK’yi hâlâ kara listelerinde tutabiliyorlar. Bu durum tersine döner ise gelişmeler şüphesiz Kürt ulusal mücadelesinin lehine olabileceği gibi Kuzey Kurdistan'daki sorunun çözümüne de yol açacaktır. Tabi bu durum için de öncelikle Kürtlerin ciddi bir söz birliğine ihtiyaç var. Bunu da unutmamak lazım.