Kürt teslim olmadı ama onlar çürüdü
Fehim IŞIK yazdı —
- Devlet gücü işbirlikçiler üzerinden konsolide edilerek Kürt halkı teslim alınmak isteniyor. Ancak bu yapıldıkça kirlilik giderek bir çürümeye dönüşüyor ve artık gizlenemez hale geliyor. Bu çürümenin önüne geçmek de mücadelenin bir parçasıdır.
- Narin cinayetine “İkinci Susurluk” demelerinin bir nedeni de budur. Bu işleri organize eden askeri güç jandarma; jandarmayla işbirliği içinde çalışanlar ise AKP ve Hüda-Par’daki ‘Kürt’lerdir.
Narin’in Amed’in Çullî köyünde katledilmesi sadece AKP’nin topluma yaydığı çürümeyi açığa çıkarmadı. Bu cinayet, Kürt meselesinin çözümünün engellenmesi için geliştirilen politikanın hangi kirli ilişkiler ağı içinde yürütüldüğünü de somut biçimde gösterdi.
“Çöktürme Eylem Planı” ile MGK’da onaylanıp yürürlüğe konulan politika ilk etapta Kürt siyasetini etkisizleştirmeyi, ardından ise Kürt kimliğini sistemin uhdesine alıp eritmeyi ve Kürtleri devletin bir aparatına dönüştürmeyi amaçlıyordu. Bu politikanın yaşama geçmesi için öncelikle Kürt siyasetinin kentlerdeki etkisinin kırılması hedeflenmişti. Bunu başaramadılar. Son yıllarda devreye soktukları Hüda-Par ile yaşama geçirmeyi çalıştıkları strateji de bunun sonucudur. Ancak Hüda-Par’la da başaramayacaklar. Bu çok belli.
Şurası çok açık bir gerçek. Kürt siyaseti aldığı tüm darbelere rağmen özellikle kentlerde ayakta durmayı başardı. Kent siyasetindeki güçlü kitlesel damar zayıflasa bile geri çekilmedi, yenilmedi. Hatta öyle zaman oldu ki bu damar siyasetin önüne geçerek onun ciddi yanlışlar yapmasını bile önleyebildi. Bir diğer anlamıyla Kürtlerin politizasyonu hem örgütlenmeyi korudu hem siyasetin ciddi biçimde gerilemesinin, yenilmesinin önüne geçti. Ancak kırsal alan için ne yazık ki aynı durum söz konusu olmadı. Birçok etken bir araya gelerek kırsal alanda hem devletin etkinliğini hem de devlet uhdesinde siyaset üreten kesimlerin kırsaldaki konsolidasyonunu güçlendirdi.
Bu bağlamda PKK’nin 1984 çıkışını ve ardından yaşananları bir kez daha hatırlamakta yar var. PKK anlayış olarak olmasa da kitle tabanı itibariyle 1984’lerde ağırlıkla köylü sınıfına dayanan bir hareketti. 1990’lara gelindiğinde kırsalda büyük bir hakimiyet kuran PKK’nin etkisini kırmaya yönelen devlet, 1993 konseptini devreye soktu. Çiller-Güreş-Ağar konsepti olarak bilinen cinayet ve göçertmeler, günümüzün “Çöktürme Eylem Planı” ile yapılmak istenenin farklı bir versiyonuydu. Bu planın bir yansıması olarak köyler boşaltıldı. Binlerce insan katledildi. Halka koruculuk dayatıldı. Büyük bir işbirlikçi ordusu oluşturuldu. Bu durum nihayetinde 4 milyona yakın Kürdistanlının hem kendi ülkelerinin hem de Türkiye’nin metropol kentlerine göçertilmesini beraberinde getirdi.
Şu bir hakikat: Göç edenlerin neredeyse tamamı PKK’nin potansiyel tabanıydı. Bu haliyle kent siyasetine yeni bir yön verildi. 90’ların göçertilen milyonlarca Kürt’ü ve ondan sonraki kentli yeni nesil zamanla siyasetin etkin aktörlerine dönüştüler. Antalya’dan İzmir’e, Mersin’den Adana, İstanbul ve Aydın’a Kürtlerin birçok kentte siyasetin temel belirleyeni olmasında 90’lardaki kitlesel göçertilmenin büyük etkisi vardır.
Türkiye’nin birçok kentini kaybeden devlet aklı, 2014’te kabul edilen “Çöktürme Eylem Planı”nı özellikle bu durumu etkisiz kılmak için yaşama geçirdi, dersek yanılmış olmayız. Bu nedenle kitlesel katliamlar bile yapmayı göze aldı. Nihayetinde bu planı kısmen de olsa yaşama geçirebildiler. Kürt siyasetinin lider kadrolarının ve Kürt siyasetinin önemli mevkilerinde sorumluluklar üstlenen siyasetçilerin azımsanamayacak bir çoğunluğu hapsedildi. Binlerce yetişmiş kadro sıcak mücadele alanlarının dışına çıkmak zorunda kaldı. Özellikle Avrupa’ya geçen binlerce yetişmiş deneyimli siyasetçi, mekân farklılıklarının etkisiyle siyasete neredeyse hiçbir katkı sunamaz hale geldi, atıl kaldı. Bu, devletin istediği bir çöküşe neden olmasa da yadsınamaz bir kırılmaya yol açtı. Bu kırılmanın etkileri hala da tam anlamıyla ortadan kalkmış değil.
Devlet kentlerde istediğini yapamadı. Bu belli. Ancak kırsal büyük oranda darbe yedi, kırıldı ve işbirlikçiliğin, ajan ilişkilerin yaygınlaştığı alanlara dönüştü. İşte Çullî bir anlamıyla bu durumu da açığa çıkardı. Sadece bunu mu? Galip Ensarioğlu gibiler üzerinden yürütülen işbirlikçi-ajan siyasetin nasıl etkili olduğunu da gözler önüne serdi.
90’larda köylerden sürülenler ağırlıkla yoksul köylülerdi. Tarım ve hayvancılığa dayanan aşiret ve aile birlikleri olanaklarını korumak için şu veya bu düzeyde iş birliğini, devlete biadı kabul ettiler. Elbet PKK’nin askeri gücünün 2000’li yılların ilk 15 yılında kırsalda etkili olması köylerdeki işbirlikçi güruhun devletle iş birliğini daha ileri düzeye çıkarmasını, etkili olmasını önledi. Kuzey Kürdistan’daki askeri güç zayıfladıkça bundan nemalananlar işbirlikçi kesim oldu. 2000’li yılların başında bir aktör olarak ortaya çıkan Galip Ensarioğlu gibiler 2015’lere kadar demokrat bir görüntü verip yeri geldiğinde Kürt siyasetine de mavi boncuk dağıtırken, 2015’ten sonra köylerdeki işbirlikçiliği devlet adına örgütlemeye, devletin paramiliter gücünü organize etmeye başladılar. Bu nedenle Narin’in katledilmesinde aileyle dostluğunu ifade ederek onları koruyan Galip Ensarioğlu’nun aslında dili falan sürçmemişti. O tam da bir gerçeği ifade etmişti. Devlet ise Narin’in katledilmesini organize etmese bile en azından Galip Ensarioğlu gibilerin devlet adına örgütlediği bir aile birliğinin işlediği organize cinayetin üzerini örterek, delillerini saklayıp sulandırarak kırsaldaki kirli ilişkilerin açığa çıkmasını engelledi. Bu durumu yakından bilenlerin Narin cinayetine “İkinci Susurluk” demelerinin bir nedeni de budur. Bu işleri organize eden askeri güç jandarma; jandarmayla işbirliği içinde çalışanlar ise AKP ve Hüda-Par’daki ‘Kürt’lerdir.
Bu kirliliğin neden olduğu etki, hiç kuşku olmasın geçicidir. Devlet gücü işbirlikçiler üzerinden konsolide edilerek Kürt halkı teslim alınmak isteniyor. Ancak bu yapıldıkça kirlilik giderek bir çürümeye dönüşüyor ve artık gizlenemez hale geliyor. Bu çürümenin önüne geçmek de mücadelenin bir parçasıdır. Ancak bunun sorumluluğu sadece Kürt siyasetine bırakılamaz. Toplumun tüm ilerici, demokrat, devrimci kesimleri elini taşın altına koymalıdır. Devlet, Kürtlerin önünü kesmek için her türlü kirliliğe cevaz verdi. CHP de dahil tüm devlet partileri AKP-MHP-Ergenekon üçgeninde yaşama geçirilen bu kirlilik ve çürümeye bazen açıktan, bazen utangaçça destek verdi. Altılı Masa’nın katakullileri hiç kuşkusuz devletteki çürümenin siyasetteki yansımalarıdır.
Gelinen durumu artık herkes görüyor. Bu çürümenin önüne geçilmez, Kürt meselesi çözülmesin diye yaşama geçirilen bu politikanın önü alınmaz, siyasetin diğer aktörleri bu konuda sorumluluklarını yerine getirmez ise yaşanacaklar sadece Kürtleri olumsuz etkilemeyecektir. Bu vesileyle CHP’lilere hatırlatmak gerekir. Bu kirliliğin önüne geçmek yerine Kürt siyasetçilere Atatürk portresi hediye etmek ya da Kemalizm’in konsolide olacağından umutlanarak sorunu zamana yaymak çürümeyi ortadan kaldırmıyor. En çok da onların akıllarını başlarına devşirmelerinin gereği vardır. Çünkü Türkiye ikinci yüzyıla ya Kürtlerle barışıp sorunlarını çözerek adım atacaktır ya da topluma yayılan çürüme Türkiye’yi Suriye’den beter edecektir. Üçüncü bir seçenek yok!
NOT: Bu yazıyla birlikte Yeni Özgür Politika’ya düzenli yazamayacağımı üzülerek bildirmek durumundayım. Düzenli yazı yazmayı bırakmamın nedeni tamamen kişisel yoğunluğumdan kaynaklanıyor. Elbet haber dosyaları, haber ve benzeri değerlendirmelerle gücüm yettiğince zaman zaman katkı sunmaya çabalarım. Ancak düzenli yazmayı bu yazıyla birlikte noktalıyorum. Bu vesileyle şimdiye kadar bana bu olanağı sunan tüm gazete yönetimine ve tüm emekçilerine teşekkürü bir borç biliyorum.