Asıl belirleyici: 3. Dünya Savaşı

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Haziran ayının ortalarında eğer Türk devleti hazırlandığı Başur Kurdistanı’nda kapsamlı saldırıya başlarsa, bilin ki bunun sonunda Üçüncü Dünya Savaşı bölgemizde yeni aşamaya yükselmiş olacak.

ABD ve AB neden Erdoğan rejimini kendi haline bırakıp yıkılmasını beklemiyor da, Türkiye’yi bu haliyle yanına çekmek için kendi içindeki demokratları delirtme pahasına destekliyor?

Bu sorunun kestirme cevabı şudur: Üçüncü Dünya Savaşı’ndayız.

Savaşta orduların başındaki Başkomutanının Erdoğan mı, Bahçeli mi, Akar mı, akmaz mı olduğuna bakılmaz. Ordunun kendisine bakılır. Bir milyonluk Türk ordusunun bu savaşta hangi savaş cephesinde yer alacağı, siyasal alanda demokrasi cephesinde mi yoksa faşizm cephesinde mi yer alacağından milyon kere daha fazla önemlidir.

O nedenle Türkiye’ye yönelik, görünüşte en demokratik içerikli baskılar bile, demokrasi olsun diye değil, Türk ordusu NATO’nun emrine girsin diye yapılır. Böyle olunca “acaba Batı Erdoğan’ı kendi yanına çekerse, buradan halkımıza özgürlük düşer mi” diye asla aklınızı yormayın. Ama aynı zamanda, Batı’ya kızıp, ulusalcıların dualarında dile getirildiği gibi “emperyalist NATO’nun emellerine alet olmamak için var güçle Türkiye’yi Rusya’ya yanaştıralım” da demeyin. İkisi de aynı kapıya çıkar. Savaş kapısına. O halde şuna karar verin: Zaten burnuna kadar Kurdistan’da savaşa bulaşan Türkiye daha beter bir savaşa ister NATO’nun yanında isterse Rusya’nın yanında girsin mi, girmesin mi?

Soruya İmralı açık seçik yanıt vermiştir: Daha beter bir savaşa bulaşmamak için üçüncü yolda yürüyün, ilk işiniz olarak, Kurdistan’da, Başur’da, Rojava’da Türk devletinin istilasını önleyin.

Haziran ayının ortalarında Türk devleti kapsamlı bir savaşa hazırlık yapıyor. PKK-KCK bu hazırlığı aylardan beri haber veriyor. Haziran’ın ortaları dediğimizde aklımıza ne geliyor? Rojava’da yerel seçimler. Türk devleti Milli Savaş Bakanlığının ağzından Rojava’da yerel seçimlerin yapılmasına karşı “yerel seçim yapacak olanları bertaraf edeceğini” açıkladı bile. Tuhaf işler oluyor. Türk devleti Kurdistan’da “demokratik seçimleri” kendisine karşı savaş ilanı sayıyor. Nitekim şimdi Başur Kurdistanı’nda seçim krizi var. KDP seçim istemiyor. Türk devleti de istemiyor. Çünkü KDP seçimlerden tıpkı AKP gibi yenilerek çıkacak. O kadar da değil. Türk devleti MHP’nin ağzından Bakur Kurdistanı’nda seçimleri kazanan ve AKP-MHP’yi de Türkiye çapında azınlığa düşüren DEM Parti’nin kapatılması, TBMM’den kovulması için konuşmaya başladı.

Şu hale bakın. Savaşın göbeğindeki Kurdistan her parçada savaşı durdurmak için barışçı-parlamenter yolda yürüyor. Türk devleti barışçı-parlamenter yolda yürüyen Kurdistan’ı savaşla dize getirmek istiyor.

Batı da Doğu da bu olup biteni seyrediyor. Onlar için önemli olan seçimli demokrasi filan değil, Türk ordusunun kimin cephesinde yer alacağı.

Bunlar olurken bir başka tuhaf hadiseye daha şahit oluyoruz: CHP seçimi kazanmış. Fakat CHP yeni bir kavganın eşiğinde. Kılıçdaroğlu ansızın sahneye çıktı. “Eğer delegeler isterse yeniden aday olurum” deyiverdi. Malum, yeni Genel Başkan Özgür Özel beklenmedik şekilde Erdoğan’la ilişkileri “yumuşatmaya” kalkınca, Kılıçdaroğlu “Sarayla müzakere yapılmaz, mücadele edilir” dedi. Şimdi de CHP’nin Tüzük Kurultayı’nı seçimli Kurultay’a çevirmeye hazırlanıyor.

İlk bakışta hepimize güzel geliyor. Ben bal çanağına bir iki damla sirke dökeceğim ki, önünüze sürülen bu balı midelerinize düşünmeden indirmeyesiniz.

Bu olana bitene siyasetin çadır tiyatrosundaki sahneye bakarak sakın akıl erdirmeye kalkmayın. Orda saç saça baş başa kavga eden aktörleri, aktristleri (ortada bu ikincisi kalmadıysa da) dikkatle ve Üçüncü Dünya Savaşını hesaba katarak analiz etmeye çalışın.

Bana öyle geliyor ki, CHP içindeki bu kavga demokrasi kavgası değil. Türkiye’nin hangi savaş cephesinde yer alacağı ile ilgili bir kavga. CHP’deki ultra ulusalcılar ve ABD’nin hışmına uğramaktan korkan Ergenekoncular sonunu düşünmeden Türkiye’yi Rusya’nın yanında, liberal-ulusalcılar ise, yine sonunu düşünmeden NATO’nun yanında savaşa sürükleme yolundalar. En azından bu savaş ortamında bu iki küreselden birinin yanında durmayı düşünmekteler. Kılıçdaroğlu’nun şu anda harekete geçmesi, bu ultra-ulusalcıların iteklemesiyle gerçekleşmişe benziyor. Kılıçdaroğlu’nun telaşı boşuna değil.

Şu anda Bahçeli ilk birkaç gün “yumuşasa da” artık kurtlarını Özel-İmamoğlu grubuna karşı saldırtmaya başladı. Hissediyor ki, Erdoğan kendisini mostralık yapmak üzere yeni bir “müttefik” arayışında. Bahçeli’nin “ne yumuşaması ulan” gibisinden nara attığının ertesi günü Erdoğan Özgür Özel’e “iade-i ziyarette” bulunacağını açıkladı. Daha önce yazdığım gibi “Özgür Özel sana söylüyorum, Erdoğan sen anla” diyerek Bahçeli Erdoğan’ın yeni müttefik stratejisini önlemeye ya da yeni ittifakta yer almaya çalışıyor. Yani ne Özel-İmamoğlu, ne Kılıçdaroğlu-ultra ulusalcı, ne Erdoğan, ne Bahçeli birbirleriyle demokrasi mi faşizm mi kavgası veriyorlar. Tıpkı Enverland haline gelen Osmanlı devleti gibi, İngiliz’in mi yoksa Alman’ın mı yanında yer alma kavgasının benzeri, Üçüncü Dünya Savaşı’nın yeni aşamasında ne yapılması gerektiği ile ilgili bir kavga veriyorlar. Vermek zorundalar. Çünkü yeni aşamada artık İnönü gibi tahteravallinin sıfır noktasında duramazlar.

Bu yazdıklarım gerçeği ne ölçüde yansıtıyor sorusuna kesin bir cevap veremesem de, şunu söyleyebilirim: Haziran ayının ortalarında eğer Türk devleti hazırlandığı Başur Kurdistanı’nda kapsamlı saldırıya başlarsa, bilin ki bunun sonunda Üçüncü Dünya Savaşı bölgemizde yeni aşamaya yükselmiş olacak, muhtemelen Türk devleti ile İran devleti arasında savaş tehlikesi büyüyecek.

Sonuç ne olabilir? İkilem şöyle: Ya Önder Apo özgürlüğüne kavuşur, Kürt halkını ve onun öz savunma kuvvetlerini birleştirerek savaşı önler ya da Üçüncü Dünya Savaşı’nın bölgedeki yeni aşaması Konfederal, kadın özgürlükçü, ekolojik, komünal devrimin şafağı olur.

Ya barış ya da savaş olursa devrim. Bu ikisinin dışında savaş ve karşı devrim demek, barbarlık demek.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.