Büyük resmin bir karesi ve savaş
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- “Yumuşama ve normalleşme” gibi masum kılıklı lafların arkasında devletin ve NATO’nun “güçlü bir savaş hükümeti” kurma amaçları yatıyor. Böyle güçlü bir hükümet ya demokrasinin son kırıntılarına son veren bir darbeyle ya da CHP’yi AKP’yle koalisyona zorlamakla gerçekleşir
Polis teşkilatı içinde örgütlenen Özel Harekat nedir? 15 Temmuz darbe provokasyonu sonrasında yeniden ağır silahlarla donatılmış bir polis ordusudur. Şu anda Suriye’de Türk devletinin Rojava kantonlarında işgal gücü olarak yer almakta, Başûr Kurdistan’ında yürütülen işgal ve ilhak savaşında, saflarındaki DAİŞ, El Nusra gibi terörist unsurlarla birlikte özel bir rol oynamaktadır. İsmi “Türkiye Görev Gücü” değil, resmi ismi Özel Harekat “Suriye Görev Gücü”dür. Başkanı polis şefi Süleyman Karadeniz’dir.
Yasal statüsüne bakılırsa bu Süleyman Karadeniz İçişleri Bakanına bağlıdır. Dolayısı ile zaten TSK’nin da Başkomutanı olan Erdoğan’ın emrinde gibi görünmektedir. Gerçekte ise Özel Harekat ve onun işgal gücü “Suriye Görev Gücü” Soylu’nun döneminde tepeden tırnağa MHP’li unsurlarla yeniden örgütlenmiştir ve başkomutanı Devlet Bahçeli’dir.
Nitekim geçtiğimiz 15 Temmuz günü, Bahçeli bu polis ordusunun merkez karargahını “denetlemiş” ve polisler resmi olarak hiçbir görevi olmayan Bahçeli’yi hazırola geçerek selamlamış ve Özel Harekat Şube Başkanı Süleyman Karadeniz başkomutanı Devlet Bahçeli’nin elini öpmüştür.
1990 öncesinde orduya karşı “denge” kurma amacıyla ağır silahlarla donatılan Özel Harekat’ın ağır silahları elinden alınmış ve Jandarma’ya verilmişken, 15 Temmuz darbesinden hemen sonra Soylu’nun MHP desteğiyle İçişleri Bakanı olmasıyla birlikte yeniden ağır silahlarla donatılmış ve TSK’ya “paralel” ve onu “dengeleyen” ikinci bir “paralel” ordu haline getirilmiştir.
Bu model Nazi Almanyası’nda uygulanan modele bir çok bakımdan benzemektedir. Alman ordusunun bilindiği gibi bütün subayları Nazi Partisi’ne bağlı değildi. Mesela Ordu istihbaratının başında bulunun Amiral Kanaris Hitler muhalifiydi. Savaş öncesinde ve esnasında İngiliz istihbaratıyla işbirliği yaparak Hitlercileri durdurmaya çalıştı ve 1945 yılında bir toplama kampında “piyano teliyle” boğularak idam edildi. Hitler başında Heinrich Himmler’in bulunduğu SchutzStaffel’in kısaltılmasıyla SS denilen polis ordusunu ve yine Himmler’in başında bulunduğu Gestapo denilen gizli polis ve istihbarat örgütünü Alman ordusuna ve istihbaratına paralel bir yapı olarak kurmuştu.
Nasıl Himmler, Hitler adına bu yapıyı oluşturmuşsa, Türkiye’de de Soylu, Devlet Bahçeli adına bu yapıyı kurmuştur. Günümüzde bu yapı tüm “Emniyet Müdürlüğü” teşkilatını, tüm Jandarma birliklerini ve sahil muhafazayı, bunların istihbarat birimleriyle birlikte bünyesinde birleştiren, tank, uçak ve deniz kuvvetlerine sahip devasa bir orduya dönüşmüştür. Vurucu gücü Özel Harekat, işgal gücü ise ona bağlı “Suriye Görev Gücü"dür. Bana sorarsanız Erdoğan Hitler’den çok, Hitler’i devletin başına geçiren ihtiyar Cumhurbaşkanı Hindenburg’a, onun kalitesiz ve pespaye bir kopyası gibi, bir çok bakımdan, en başta da söz konusu devlet gücünün başına 15 Temmuz darbesiyle birlikte Devlet Bahçeli’yi geçirmiş olduğu için, bir hayli benzemektedir. Bununla Bahçeli’yi Hitler’in yerine koymuyorum, o da Hitler’in, Şarlo tarafından canlandırılan karikatürü gibidir.
Böyle bir yapının savaş koşullarında varlığı Alman Ordu Genelkurmayı’nı nasıl “emireri” haline getirdiyse, aynı yapı Türkiye’de de Genelkurmay başkanlarını, ordu komutanlarını şahsiyetsiz ve zavallı hale getirmiştir.
“El öpme” fotoğrafıyla ilgili bu kadar. Şimdi gelelim, şahsiyetsiz ve zavallılardan biri olan eski Genelkurmay Başkanı Akar’a. "3. Dünya Savaşı bir bakıma başladı" diyen Akar, savaş denilen şeyin 3 aşamadan oluştuğunu belirterek "Şu anda hazırlık safhasındayız".
Bilindiği gibi eski MİT Başkanı Fidan da benzer bir açıklama yapmış, her ikisi de “Türkiye bu savaşa hazır” demişti.
“Hazır” değiller, ama çoktan beri Üçüncü Dünya Savaşı’nın içindeydiler. Özellikle ABD’nin ÖSO’yu “eğit-donat” projesinden çekilmesiyle birlikte, DAİŞ’le ittifaka yönelmişler, Rusya’ya yakınlaşmışlar ve sonuç olarak Kobanî’de aldıkları yenilgiyle birlikte “Ortadoğu pazarlarına” tümüyle hakim olmak şöyle dursun bütün pazarlarını kaybetmişlerdi.
O halde şimdi neye hazırlanıyorlar? Bana sorarsanız artık “cephe değiştirmeye” ve NATO saflarında savaşabilmek için ABD’nin güvenini ve desteğini kazanmaya çalışıyorlar. Mesela Şanghay İşbirliği Teşkilatı’yla ilişki kurmaları ya da Rusya aracılığı ile Beşar Esad’la “dargınlık ve kırgınlığı giderelim” cıvıklığı, bir ara olduğu gibi artık Rusya-Çin cephesinde yer alma amacını değil, NATO desteğini bu tarz ilişkiler ve diplomasi “şantajıyla” elde etme amacını taşıyor. Başûr’da en son Amedîyê kentini işgal etmeleriyle ve tüm Başûr’u ilhak edeceklerini artık gizlemeyen tavırlarıyla tırmandırdıkları savaş da, NATO’ya “eğer ABD Irak’tan çekilecek ve dikkatini Çin ve Rusya’ya çevirecekse, onun yerini NATO adına almaya hazırız” mesajı oluyor.
Savaşın yeni aşamasında cephe değiştirebilmek için yeni bir siyasal koalisyona ihtiyaç var. Ve şu anda Akar ve Fidan’ın sözünü ettiği savaş hazırlığının siyasi alandaki adımları atılmaya çalışılıyor. “Yumuşama ve normalleşme” gibi masum kılıklı lafların arkasında devletin ve NATO’nun “güçlü bir savaş hükümeti” kurma amaçları yatıyor. Böyle güçlü bir hükümet ya demokrasinin son kırıntılarına son veren bir darbeyle ya da CHP’yi AKP’yle koalisyona zorlamakla gerçekleşir. Bu koalisyon diyelim ki başkomutan Bahçeli’yi zararsız hale getirdiği zaman paralel polis ordusuyla TSK’yı da birleştirir.
Bunlar gerçekleştiği zaman bilin ki savaşın yeni aşamasında Türkiye Ortadoğu’da boylu boyunca savaş bataklığına gömülecektir.
Bu büyük tehlike nasıl önlenir?
Önce CHP tabanını bu tehlikeye karşı uyarmak, onunla şu anda yaşanan Başûr savaşını durdurmak için yerellerde var güçle ittifak şartları yaratmak gerekir. CHP’li seçmen için çözüm AKP’yle değil, DEM Parti’yle ittifaktadır. CHP AKP’yle yumuşayarak değil, eğer gerçekten erken seçim niyetindeyse, DEM Parti’yle birlikte seçimi gündemine almalıdır.
Ve savaş hazırlığı sürecinde bile yoksullukla boğuşan Türk halkına, iktidarın bir saatte 5 milyon dolar harcadığı şimdiki savaşa karşı, barışa önderlik yapabilecek tek kişinin Öcalan olduğu gerçeğini çok daha inandırıcı ve çok daha güçlü bir hamleyle anlatmak gerekir.