Güncel

Beklemek

Nurettin DEMİRTAŞ yazdı —

  • Doğanın dilinde beklemek yoktur. En sabit görünende bile içsel bir akış vardır. Kadın yaratandır, genç aykırıdır, kaya sabırdır, ağaç neşedir; neşe yoksa sabır dondurucudur, aykırılık yoksa yaratıcılık gelişmez. Tüm renkleri ve sesleriyle doğa akışkandır.

 

Kara Pazartesi

Bilindiği gibi 15 Şubat tarihinin Kürt halkı nezdinde kara gün olarak anılması, uluslararası komploya ve Şeyh Sait öncülüğüne karşı başlatılan soykırıma dayanmaktadır. Ancak tarihin tekerrür eden yanına baktığımızda 2500 yıl önce Pers kralı Darius döneminde Med öncülerinin bir pazartesi günü katledilmesine kadar gidiyor. Bu nedenle eski Kürtlerde pazartesi günü kara bir gün olarak anılırdı. 15 Şubat 1999 gününün de pazartesi gününe denk gelmiş olması trajedinin binlerce yıllık hükmüne göndermede bulunur gibidir. Bu kara talihin aşılması için Önder Apo’nun öncülük ettiği mücadele 50 yılını aştı.

Bu yılın 15 Şubat’ı yıl döngüleri nedeniyle cumartesi gününe denk geldi. Cumartesi’nin rengi sarıdır. Kürt mitolojisinde güneşin dinlendiği gündür.

Önder Apo ise dur durak bilmeden, dinlenmeden çalışırken biz nasıl durup her şeyi sadece ondan bekleyebiliriz ki?

Şimdi halkımızın kaderiyle birlikte tüm Ortadoğu halklarının ve insanlığın geleceği söz konusudur. Durup bekleme zamanı değildir. Her şeyi Önder Apo’ya yükleyen, her şeyi kendisinden bekleyen yaklaşımı daha önceleri de çok eleştirdi. Bugün her yerde halk eylemlerinin olması önemlidir ancak bu durum genelde ve özelde “bekleme” pozisyonunun aşıldığı anlamına gelmiyor.

Beklemek var beklemek var; Önder Apo’nun diyeceklerini beklemek ayrı bir heyecan fakat her şeyi ondan beklemek ise büyük bir haksızlık. Kuşkusuz Önder Apo’nun stratejik değişim adına belirttikleri-belirtecekleri tüm dünyada ilgiyle izleniyor. Ancak bizim işimiz izlemek değil, gereklerine göre pratikleşmektir.

Pratikleşmeyen yanlarımızın sebeplerini sorgularken değişimin hızına ayak uydurmadaki zihniyet sorunlarıyla karşılaşıyoruz.

 

Parçalanan zihniyet parçalanan hayattır

Teori ve pratik arasındaki kopukluk üzerine tartışma yeni değildir fakat bunun aşılması adına çok yönlü ve avantajlı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu parçalı durumumuzu derinliğine ele almamız gerekiyor. Ancak bu kısa yazıda bazı vurgularla nelerin parçalı hale geldiğine dikkat çekebiliriz:

Eskiden zaman ve mekân birbirinden ayrı değildi, ayırdılar.

Toplumsal zaman ve fiziksel zaman ayrı değildi, ayırdılar.

Yeri ve göğü, özne ve nesneyi ayırdılar. Geçmiş ve bugünü, ruh ve bedeni, madde ve enerjiyi, kadın ve erkeği, birey ve toplumu ayırdılar. İşte bu yüzden insan seyirci haline geldi. Bir tüketici müşteri oldu. Sürüklenmeye başladı.

Bu işin toplumsal-siyasal düzeydeki yansıması teklik ve çokluk kavramlarıyla ifade edilmektedir.

Birlik anlayışımız çokluğa, farklılıkların kabulüne dayanıyor. Ulus-devlet zihniyeti ise birliği teklikte görüyor. Tüm renklerin silindiği kapkara bir teklik!

Buna karşılık kendi tutumlarımızı da gözden geçirmeliyiz ki ulus-devlet zihniyetinin üzerimizdeki etkilerinden tümüyle kurtulabilelim. Yeni değişim sürecine ayak uydurabilmek için böylesi bir sorgulama şarttır.

 

Durmak, beklemek ölümdür

Bu konuda geçmişin önemli deneyimleri vardır. Benzer konumlara fırsat verilemeyeceği açıktır. Ancak bu dönemde en tehlikelisi değişimi sadece seyretmektir.

Seyirci olmak pasif olmaktan bile kötüdür. Pasif olan bile oyundadır ama etkili değildir. Seyirci olmak ise tamamen oyun dışı kalmaktır.

Seyretmek, beklemek yavaş ölümdür! Bekleyenler yaşlanır ve çevresini de yaşlandırır. Eski bazı kabile dillerinde “beklemek” diye bir kelimenin olmadığı keşfedilmiştir. Oldukça anlamlıdır. Bu kabilelerin dili zamanla yok olmuşsa sebebi onları “bekleme” yani “hizmetçi” konumuna sokan emperyal yayılmacılıktır.

İngilizcedeki “garson” ile Fransızcadaki “hizmetçi” kelimelerinin kökeninde “beklemek” kavramı vardır. Onlar sadece beklerler. Başkalarına tabidirler.

Doğanın dilinde beklemek yoktur. En sabit görünende bile içsel bir akış vardır.

Kadın yaratandır, genç aykırıdır, kaya sabırdır, ağaç neşedir; neşe yoksa sabır dondurucudur, aykırılık yoksa yaratıcılık gelişmez. Tüm renkleri ve sesleriyle doğa akışkandır.

 

“Kadının sonu”ndan kadın zamanına

26 yıldır yeni paradigmayı esas alarak mücadele ediyoruz. Bu temelde yaşanan gelişmeler ve devrim içinde devrimler az değildir. Dolayısıyla değişimi süreklilik ve hareket kavramlarıyla ayrı düşünmemek gerekiyor. Yoksa inkârcı olunur. Örneğin Babil’de zamanın neden Marduk’un vahşi zaferiyle başlatıldığı açıktır. Öncesi kaostur! Oysa biliyoruz ki öncesi kadın iradesinin geçerli olduğu zamandır.

Marduk zamanı ile “Kadının Sonu” ilan edilmiş oluyordu. Günümüzde buna “Tarihin Sonu” hatta “İnsanın Sonu” diyenler oldu. Hep aynı zihniyettir. İlan edilen sonlar geçmiş hafızayı silmek, var olanı meşrulaştırmak anlamına geliyordu.

Başlangıçlar ve sonlar zaman ve mekân bağıyla ele alınmadığında sonuç tuzaktır. Bu nedenle zaman iki yönü keskin bir kılıçtır, onu tutmayı bilmezsen kendini vurabilirsin.

 

 “Ben yok, biz var!”

Zamanı yakalamak kimsenin tek başına başaracağı bir iş değildir.

Bilimin kanıtladığı üzere 7 yılda bir insanın tüm hücreleri ölüyor ve değişiyor. Bu nedenle insan beyni tam olarak bilinemiyor. Böyle olunca da tek başına “Ben neyim?” sorusunun tam bir karşılığı verilemiyor. Çünkü yeni bilimin açığa çıkardığı gerçeğe göre “ben” değil “biz” geçerlidir.

Ben yoktur, biz vardır. Her şeyden bağımsız bir beden, çevresinden yalıtık bir varlık yoktur. Özcesi ben demek sapmadır!

Böylesine hassas bir süreçte “Ben ne olacağım” demek ise ihanete kapı aralamaktır.

Unutmayalım ki Güneş senin-benim değil bizim üzerimize doğar!

paylaş

   

Güncel

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.