Yeni sanat heyecanı ve Sevim Belli anısına
Nurettin DEMİRTAŞ yazdı —
- Yüz yıllık ömrüyle bin yılların direniş geleneğini canlandırdı. Kadın özgürlüğünün bilgeliği ve entelektüel gücüyle sosyalizmin ışığını yaydı. Onun aydınlattığı yolda değişim ve yeniden yapılanma sürecine daha cesur yaklaşacağız.
Oldukça kritik günlerden geçerken, değişim ve yeniden yapılanmanın heyecanıyla yeni bir bahara giriyoruz.
Türkiye’de hükümetin el atmadığı hiçbir alan yoktur; her türlü çalışmaya rağmen kültürel hegemonya kuramadıklarından yakındıkları biliniyor. Öyle ki birçok ülkeye dizi film ihraç ettikleri halde istedikleri sonucu almış değiller. Etkileri hiç olmuyor değil, fakat iktidar alanı dışında kalan sanat dünyası daha zengin ve daha niteliklidir. Bunu fark ettikleri andan itibaren sanatçılara saldırmaya başladılar. Bunun en son halkası halkın sanatçısı Pınar Aydınlar’ın tutuklanması oldu.
HDK şahsında halkların demokratik birliğine saldırırken bununla birlikte sanatçıları da hedef yapmaktadırlar. Bunun önemli bir nedeni de devlet ve iktidar sahası dışındaki sanat dünyasının sergilediği dirayetli duruş ve niteliktir.
AKP’nin çürüyen sanat endüstrisi
Yüksek bütçeli bolca film yaptılar ama bunların çevre ülkelere ihraç ettikleri kalitesiz gıda ürünlerinden farkı kalmadı. AKP’nin sanat endüstrisi çok çalıştığı halde tüketim kültürünün kaçınılmaz hüsranını yaşamıştır; televizyon diliyle belirtirsek reytingleri fena halde düşmüştür.
Ucuz hamasete dayalı ürettikleri her şey kabzımalda çürüyen sebzelere benziyor ama allayıp pullayıp satmayı sürdürürken “Kültürel hegemonyayı kuramadık!” diye itirafta bulundular. Ayşe Barın gibi sanatçıların menajerlerinin bile tutuklanması bu uyarıdan sonra oldu. Çünkü nitelikli sanat eserleri yaratanlar AKP’nin herhangi bir platformuna çıkmıyor. Biat etmeyenlere öfkeyle yaklaşıyorlar; bu öfke onları sanattan daha çok uzaklaştırıp endüstriyalizme yaklaştırıyor.
Nicel bakımdan iktidarın sanat alanı bir defada binlerce mal üreten fabrika gibi çalışmaktadır fakat basit birer tüketim aracı olduğu için etkisi de geçici olmakta, buna karşın diğeri, yani halkın sanatı kalıcı etkiler bırakmaktadır.
Demokratik-toplumcu sanat çağındayız
Buradan da anlaşılıyor ki devletle değil toplumla bağları güçlü olan sanat ve sanatçı tüm baskılara rağmen doğru yolda ilerliyor, gelişme yaratıyor.
Ancak her gelişmenin daha ileri bir düzeye taşırılması sanat alanındaki ulus-devletçi etkilerin güçlü sorgulanmasıyla mümkündür. Bu açıdan bakınca kendini tekrar eden veya daha ileri bir düzey kazanmanın önüne geçen sorunların tümünün kaynağında zihniyet sorunlarının olduğu görülüyor.
Zihniyet sorgulaması tarihsel-sosyolojik temelde ele alındığında birçok yetersizlik hemen herkes tarafından görülebiliyor, doğru tespitler de yapılabiliyor fakat değişim iradesi yeterince gösterilemiyor çünkü sanatın yaratıcı ruhunu engelleyen alışkanlıklar çok fazladır.
Tüm alışkanlıklar aşırı bireyselliğe işaret ediyor. Aşılamayan da budur. Bireysel-kolektif tüm sanatsal çalışmalarda yaratıcı ruhun kaynağı toplumsallıkta aranmalıdır.
Önder Apo 20 yılı aşkın süredir yeni paradigmayla asırların alışkanlıklarını aştırmaya çalışıyor. Alışkanlıkların gücü dogmaların gücü kadar büyüktür. Alışkanlıklar aşıldığında yaratıcılık gelişiyor.
Paradigma yaratıcılıktır; sanat bu yaratıcılığın zirvesidir
Sanat gibi tamamen yaratıcılıkla ifade edilebilen bir alanda bile alışkanlıklardan bahsediyorsak bunun çok yönlü sorgulanması gerekir. Bu konuda en ağır eleştirilerden biri taklittir. Eski felsefe tartışmalarına bakıldığında sanat açısından taklidi red etmedikleri görülür hatta onlara göre sanat doğanın taklidinden başka bir şey değildir. Fakat sanatta birbirini taklit edenler alışkanlıkların esiri haline gelmişlerdir. Yeniyi yaratma gücünde olamazlar.
Bazen yeni bir eser ortaya koymak için dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir sanat olayı örnek gösterilir ve ona özenilir fakat onun benzeri bizim toplumumuzda tutmaz. Onun en kaliteli icrasını yapmışlardır zaten. Onun ötesine geçebilecek özgün bir performans sergilenmeyecekse taklidini yapmaya kalkmak sanat açısından intihardır.
Ölçü sahnedeki kalabalık, yapımdaki büyük masraf, teknikteki yenilik filan değildir. Bunlar da gerektiği kadar kullanılır ama belirleyici değildir. Bunun bilinmeyecek yanı yok. Israr etmenin de anlamı yok. Kendimizi maddi dünyaya fazla kaptırmayalım. Çünkü bu dünyanın en büyüğü, en iyisi diye bir şey yok, bu alan sınırsızdır.
Taklidin en büyüğü, en kapsamlısı, en şaşaalısı bile orijinalinin yanından geçemez. Sanat kendi orijinalitesini kendi toprağında bulabilir. Bunun anlamı sadece otantik yerel sanat değerleriyle ilgilenmek değildir; sanatın evrensel dili ile yerel değerler buluşturulabilir ama bunun da kendi özgünlüğünü sadece yerel değerlerle yaratamayacağını düşünüyoruz. Çünkü nitelik denilen olay hafızada yer edinen bir fotoğraf karesinde, bir ezgide, bir sahne performansında, bir filmin öyküsünde, bazen küçük bir ayrıntıda kendisini belli eder.
İnsan ruhuna derinden işleyen, çok farklı bir heyecan yaratan olaydır sanat. Bu düzeyi yeterince yakalamış değiliz. Yenilik adına kullandığımız tekniğe çok fazla bel bağlamamalıyız. Örneğin seslerle oynandığında bir yenilik yapmış olmuyoruz. Şakiro’nun, Hasan Zirek’in buna ihtiyacı var mıdır gerçekten? Yapay zekanın her yerde kullanıldığı bir zamanda bu tartışmayı anlamsız bulanlar olabilir fakat bizim açımızdan bu sadece orijinalinin değerini artırır.
Sanatta yeniliği tartışırken yeni olan sanatçıların önünün açılması, desteklenmesi de ele alınmalıdır. Her şeyi kendi etrafımızda döndürmeye kalkmak ulus-devletçi anlayışın en tehlikeli tezahürüdür. Ne kendini merkez yapmalar ne de geri çekilmeler kabul edilebilir. Sanatsal açılımın, çeşitlenmenin, çoğalmanın, renklenmenin en çok gelişeceği bir sürece giriyoruz. Dar yaklaşmamalıyız. Bu gibi tartışmaları daha cesur ve kapsamlı yürütmeliyiz.
Önder Apo’ya Nobel Ödülü verilmelidir
Sanat alanındaki yeni heyecan, 26 yıldır bir hücrede yaşamı sanat inceliğiyle karşılayan ve en büyük yaratıcılıkla yaklaşan Önder Apo’nun uzun zaman önce başlattığı ve bugünlerde yeni bir evreye taşıdığı değişim ve yeniden yapılanmadan kaynaklanıyor.
Bu heyecanın dünyada yankılanan sesi olarak Önder Apo’nun Nobel Barış Ödülü’nü alması için sanatçıların ilgili yerlere yazılı başvuru yapması ve her yerde gündem oluşturması gerekir.
Bahara giriyoruz; 8 Mart ve Newroz heyecanını Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüyle taçlandırmak istiyoruz. Bu tarihi müjde için sanat alanını şahlandırmamız gerekiyor.
Tişrîn direniş ruhu
Tışrîn Barajı’nda direnen halk gerçekliği herkese yeni bir ruh ve cesaret kazandırdı. Orada şehit düşen kahramanları değerli sanatçı Bavê Teyar şahsında bir kez daha saygı ve minnetle anıyor, yaralanan sanat öncülerimiz şahsında tüm yaralılara acil şifalar diliyor, direnişlerini selamlıyoruz.
Bu cesur direniş ruhu tüm alanlara yayılmış durumdadır. Baharı sanat güzelliğiyle karşılarken sanatı bahar tazeliğiyle yenilemek, daha örgütlü hareket ederek özgürlüğü yaratmak ümidiyle...
Sevim Belli için: “Direnişine aşık oldum!”
Direnişle özgürlüğe yürüdüğümüz günlerde, sosyalizm yazınını bizlere taşımada çok büyük emekler vermiş olan, devrimcilerin Sevim ablası, değerli büyüğümüz Sevim Belli ardından baş eğmez-onurlu bir yaşam ve görkemli direniş anıları bırakarak sonsuz yolculuğuna çıktı.
O’nu en güzel şekilde eşi Mihri Belli anlatmıştır. Henüz evli olmadıkları zamanda ayrı gruplar olarak gözaltına alınmışlardır. Onun muazzam direnişine tanık olmuştur. Daha sonra büyük bir içtenlikle der ki: “Ben onun işkencedeki direnişe aşık oldum!
Yüz yıllık ömrüyle bin yılların direniş geleneğini canlandırdı. Kadın özgürlüğünün bilgeliği ve entelektüel gücüyle sosyalizmin ışığını yaydı. Onun aydınlattığı yolda değişim ve yeniden yapılanma sürecine daha cesur yaklaşacağız.
Hayallerini yaşatma sözüyle, sonsuz saygı ve şükranla anıyoruz…