Hayır diyebilmek!
Nurettin DEMİRTAŞ yazdı —
- “Bu da onun tercihidir” denilebilir, evet, o halde buna karşı kendimizin de bir tercih hakkımızın olduğunu unutacak mıyız? Hayır deme hakkı, reddetme hakkı bizim varlık gerekçemizdir. Bu hakkı, gerektiği yerde kullanmazsak insanlığımızdan nasıl emin olabiliriz?
- Sanatın ölçüleri daha hassastır fakat tam tersine garip bir ölçüsüzlük her alana yayılmış durumdadır. Çünkü felsefesiz sanat yapılacağı sanılıyor. Sanatın en üst düşünme biçimi olduğu görülmek istenmiyor. Kolaya kaçılıyor, düşünceden, sorgulamadan, kafa yormaktan kaçılıyor.
- Toplumsal değerlerine ters düşenler ne kadar para kazanacaklarına bakarlar. Ne kadar kişi dinlemişse, seyretmişse o kadar çok kendilerinden geçerler. Dostça bir selamın değerini bilmezler. Doğal bir diyalog bile onlar için korkutucudur. Kendilerini dev aynasında görürken devrimci-demokrat sanat dünyasında nasıl ufaldıklarının farkına bile varmazlar.
Yaşamak isteyen hayır demeyi bilmelidir. Siyasette olduğu gibi sanatta da hayır diyebilmek kendi varlığını anlamlandırmanın ilk koşuludur. Sanatı eğlenceye dönüştüren anlayışa karşın Adorno boşuna sanatın toplumu rahatsız etmesi gerektiğini söylememişti. Çünkü eğlence kültürü sadece deşarj eden ve refleksleri körelten bir özelliğe sahiptir. Oysa sanat toplumsal bilinci ve ruhu ayaklandırmalıdır.
Bu konularda ciddi sorunlar var. Kültürel soykırım aracı olarak kullanılan TRT-6, Dossi Dossi vb. halkımız nezdinde yeterince teşhir olmuştur. Yine gerilla ve halkımızın kanı üzerinden palazlanan ihanet şebekelerine karşı da önemli bir duyarlılık oluşmuştur. Fakat soykırıma karşı en küçük bir eylem duyarlılığında olmayan, açık-gizli devlet desteğiyle ve yönlendirmesiyle parlatılan; Özgürlük Hareketi’nin değerlerini dile getirdiği için halkta karşılık bulan ama halkın uğradığı saldırılara karşı kılını kıpırdatmayan kimseler konusunda aynı duyarlılık görülmemektedir. Böyleleri bazen sesi güzeldir denilip dinlenebiliyor. İnsan buna şaşıyor. Yaşam bu kadar ilkesiz olamaz!
Buradan hareketle yaşam karşısındaki duruşumuzu sorgulamalıyız. Mesele sadece sanata yaklaşım değildir. Örneğin “müziği güzeldir dinliyorum!” denilen bazı tiplerin ne denli ırkçı ve faşist bir zihniyete sahip olduğu, hele ki kadın gerillalara ettiği hakaretler anlaşılınca gerilla saflarında dinlenmesi bir yana onlardan nefret etmeyen kalmamıştır. Aynı durum Kürtçe söyleyen ama değerlerimizi bir hırsız gibi çalanlar için neden geçerli olmasın ki? Halk olarak bunlara karşı daha dikkatli olmalıyız.
“Sorun değil, önemli olan Kürtçe söylemesidir” denilirse o zaman çok büyük bir yanılgıya düşülür. Her şey muğlaklaşır, iyi ve kötü ayrımı ortadan kalkar.
Bunlar Truva Atı rolünü oynadıklarından, açık soykırımdan daha tehlikelidir.
“Bu da onun tercihidir” denilebilir, evet, o halde buna karşı kendimizin de bir tercih hakkımızın olduğunu unutacak mıyız?
Hayır deme hakkı, reddetme hakkı bizim varlık gerekçemizdir. Bu hakkı, gerektiği yerde kullanmazsak insanlığımızdan nasıl emin olabiliriz?
Tarih Mahkemesi kurulursa, bugün karşılaştığımız Truva Atlarına “hayır” demediğimiz için bizi en ağır cezayla mahkûm eder. Nedir en ağır ceza? Unutulmaktır!
Oysa adil davranacaksak hayır demeyi başarmalı ve hayırsız olanları gerekirse unutulmaya terk etmeliyiz!
Sanatın ölçüleri daha hassastır fakat tam tersine garip bir ölçüsüzlük her alana yayılmış durumdadır. Çünkü felsefesiz sanat yapılacağı sanılıyor. Sanatın en üst düşünme biçimi olduğu görülmek istenmiyor. Kolaya kaçılıyor, düşünceden, sorgulamadan, kafa yormaktan kaçılıyor.
Her şeyi sorgulayan Filozof Nietzsche’nin müzik konusundaki sorgulamaları bu konuda aydınlatıcıdır.
Nietzsche “Wagner Olayı” isimli kitabında Wagner’i “müziğimizin en büyük melankoliği” diye tanımlar. Ona göre “Wagner, müzik için büyük bir çöküştür… hipnotizma ustasıdır!”
Oysa önceleri onun müziğini çok sevmiştir ama sonra bu müziğin insanı düzene bağladığını fark etmiştir.
Müzikle gözyaşı ve müzisyenle filozof arasında bir ayrım yapmadığı halde Wagner eleştirisiyle ulaştığı sonuç çok çarpıcıdır: “Hiçbir şey güzel bir melodiden daha tehlikeli değildir. Hiçbir şey beğeniyi bu denli güvenilir bir biçimde bozamaz. Güzel melodiler tekrar sevilirse, bu bizim yok olmamız demektir!”
Yani bir müziğin kaliteli olması yetmez ne anlattığı ne hissettirdiği ne yaşattığı daha önemlidir. Bu ayrımın farkında olmayanlar yaşamda hayır demeyi pek bilmezler.
Onlara sorulursa her şeyin farkındadırlar, bilmedikleri, anlamadıkları bir şey yoktur! Eski bir Latin sözü der ki: “Her şeyi anlamak, her şeyi hor görmek demektir.” Aslında böylelerine anlama yeteneği gerekmiyor, anlamadıklarını daha çok hor görürler!
Charlie Chaplin Einstein’e şöyle demiştir: “Beni anladıkları için, seni anlamadıkları için eleştiriyorlar!”
Böyle bir sanatçı inceliği ve duyarlılığı herkeste bulunmayabilir ama yaşam karşısında herkesin kabul ve retleri olmalıdır. Yoksa yanlışlar, hatalar normalleşir.
Horca ve hoyratça yaklaşanlarla değerler için canını adayanlar arasındaki fark ortadan kaldırılabilir mi?
Toplumsal değerlerine ters düşenler ne kadar para kazanacaklarına bakarlar. Ne kadar kişi dinlemişse, seyretmişse o kadar çok kendilerinden geçerler. Dostça bir selamın değerini bilmezler. Doğal bir diyalog bile onlar için korkutucudur. Kendilerini dev aynasında görürken devrimci-demokrat sanat dünyasında nasıl ufaldıklarının farkına bile varmazlar. Böylelerinin halkı kandırmak istediği açıktır.
Bunlara hayır demeyeceksek değerlerimize nasıl sahip çıkabiliriz ki?
Hayır diyebilmeliyiz ki kendi yanlışlarının farkına varabilsinler; çünkü hayır demek karşıdakine kendini düzeltme şansı vermek demektir aynı zamanda.
Hayır diyebilmenin tarihsel-toplumsal gücüyle; sanatın derin hissiyatıyla, bıkmadan usanmadan inşa edenlerin, yapıcıların inancı ve sevgisiyle tüm kötülüklere hayır!