Kaderi aşmak
Nurettin DEMİRTAŞ yazdı —
- Bilinç, örgütlenme ve eylem sayesinde artık kadere boyun eğmek diye bir şey yok ama yeterince alternatif ve anlayış gelişmediği için adalet de yok! Adalet hakikatle ortaya çıkar ama kalıcılaşması politik esneklikle mümkündür.
- Felek hem gezegen, gökyüzü, evrendir hem de baht, talih anlamlarına geliyor. Çoğulu eflâk’tır yani evrenler, alemler oluyor. Tüm evreni kuşatan döngüdür felek, ondan kaçılamıyor; çarkı döndüren kötü kader olarak anılıyor, tüm suç ona yükleniyor.
Kayıp tanrıçaların izinden giderken, yaşamın haksızlıkları, zedelenen adalet duyguları ve bir de ölümün gizemi nedeniyle “Kader’in Annesi” yani Kader Tanrıçası Ananke’nin ışığıyla karşılaşıyoruz.
Derler ki tüm tanrılar onun ismini duyunca titrermiş. Kader bile ondan korkarmış. Gözlerine bakınca evrendeki tüm gezegenler görünürmüş. Bu kadar kudretliydi ama ne oldu, nereye gitti? Sadece geçmişteki mitolojilerde mi kaldı? Yok olup gitti mi?
Oysa Ananke’nin başlangıcı ve sonu yoktur. Kaos içinde yaşar. Boynunda "ak çelik" denilen tanrı metalinden bir kolye vardır. Bu kolye gerekliliğin ve zorunluluğun anahtarıdır. Bu yüzden Platon onu “zorunluluk” ile özdeşleştirmiş ve Üç Mire’nin annesi olarak tanımlamıştır.
Üç Kader
Mire’ler kimdir?
Tanrılar ve insanlar dahil her canlının yazgısını yöneten üç kız kardeştirler, onlara “Üç Kader” denilir:
Clotho döndürendir, hayat yumağını elinde tutar, doğumları kontrol eder.
Lachesis bölüştürendir, yumağı ip şeklinde eğirerek fanilerin ömrünü ölçer.
Atropos ise kaçınılmaz olandır. Elindeki makasla ipi kesip ömre son verir. Geri adım atmaz, bildiğinden şaşmaz. Ecel Tanrıçası olarak da bilinir.
Üç Kader’in annesi Ananke’ye erguvan rengi atfedilmiştir. Kader bugünkü toplumlarda genellikle kötü ve buna atfen kara olarak tanımlanır fakat mitolojide Erguvandır. Erguvanın özelliği nedir? Kırmızımsı mor bir renk olduğundan doğaya ayrı bir güzellik katar. Doğal yollarla elde edilmesi en zor renktir. Tanrıları bile titreten Kader Tanrıçası’na böyle bir rengin atfedilmesi anlamlıdır. Çünkü ayrıcalıklıdır, özeldir, asalet sembolüdür. Onun ağacına da “Işık Ağacı” denilir.
Kaderin rengi ilk başlarda kadın rengiydi, zamanla Köle, Köylü, İşçi oldu, Yerli ya da Göçebe oldu, Siyah oldu, Çingene oldu, Ermeni, Yahudi, Kürt oldu.
Kader karakterdir!
Kader coğrafyadır denilir ama coğrafyanın etkisi red edilemese de insan açısından kader karakterdir çünkü insan kendi kaderini belirleyendir. Irkçılığa, sömürgeciliğe, soykırıma karşı direnişle belirledi kaderini. İnsan direnerek kaderini yenmeye çalıştı ama yetmedi. Alternatif yaşam ve anlayış gerekiyordu.
Kaçınılmaz olana kader deniliyor. Bunun felsefedeki karşılığı determinizmdir. Determinizme göre her şey belirlenmiştir ve değişmesi mümkün değildir. Aynı nedenler her yerde aynı sonuçları doğurur. Bu durumda insan iradesi ve ahlak tartışmalı hale gelir; insan kendi kaderini belirleyemez, önceden alnına ne yazılmışsa veya koşullar neyi gerektiriyorsa onu yaşar! İşte bunun vicdanla, adaletle alakası yoktur. İnsanı köle sayan bir yanı olduğu gibi onu tüm sorumluluklarından da azad eder.
Adalet yalanın, hilenin, haksızlıkların, eşitsizliklerin son bulması ve toplumların özgürce yaşamasıdır. Egemenlerin dayattığı kader toplumlar için sürekli çatışma halidir ve adalete engeldir.
Her çağın alın yazısını egemenler belirlemeye çalışırken buna karşı zaman direnişle şekillenmiştir. Kader ve zaman sürekli çatışmıştır. Bu çatışmanın kökenleri Sümer öncesine kadar gitse de Kader Tanrıçası Sümer mitolojisinde “Mamitu” adıyla anılırdı. İlk dönemlerde “Yemin İçme Tanrıçası” olarak bilinirdi. Birbirinden kopuk değildir, neticede her yemin bir kader bağlamadır! İlk anlaşma ve yeminler kadın üzerine yapılarak kaderi bağlanmıştır.
Günümüzde “Kader” sadece kadın adı değildir; ezilenlerin ve yenilenlerin hikayesi, sığınağı ve bahanesidir. Zamana karşı çaresiz bir isyan şarkısı, yalana karşı umutsuz bir serzeniştir.
Yeni kapılar açmak!
Eskiden yaşam ve ölüm arasındaki denge adalete yol açıyordu; sonraları ruhsal ölüme karşı direniş hakiki var olma hali olarak adalete dönüştü.
Kader gibi adaletin de bir tanrıçası vardı. Şimdi sadece adaletsizlikleri örtbas etmede kullanılan bir ikon haline gelmiş olsa da tanrıça erdemliliğine sahip bir değer olduğu biliniyor.
Bilinç, örgütlenme ve eylem sayesinde artık kadere boyun eğmek diye bir şey yok ama yeterince alternatif ve anlayış gelişmediği için adalet de yok! Adalet hakikatle ortaya çıkar ama kalıcılaşması politik esneklikle mümkündür.
Ancak dokuz köyden kovulmayı göze almadan kimse hakikati söyleyemez ya da çok saf bir yüreğe sahip olmak gerekir ki bilindiği gibi kralın çıplak olduğunu sadece bir çocuk söyleyebilmiştir.
Herkes boyun eğmez, görmezlikten de gelmez; bazen değiştiremeyeceğini bildiğinden daha kötü olmaması için susar. Bazen düzeni bozan değil, bozuk düzene başkaldıran yargılanır. Bazen bir fotoğraf karesiyle, bir lafla dünyalar yıkılır; felekten kaynaklı değil pozitivizmin yüreği donduran etkisindendir.
Felek hem gezegen, gökyüzü, evrendir hem de baht, talih anlamlarına geliyor. Çoğulu eflâk’tır yani evrenler, alemler oluyor. Tüm evreni kuşatan döngüdür felek, ondan kaçılamıyor; çarkı döndüren kötü kader olarak anılıyor, tüm suç ona yükleniyor.
“Felek” yürekteki buz dağıdır, sadece hakikat onu eritebilir.
Hakikat için kralın çıplak olduğunu söylemek yetmez; zaman-mekân hassasiyetine dayalı politik yaratıcılık ve yeni arayışlara dayalı mücadele gerekiyor. Bunun en çarpıcı örneği günümüzde yaşanıyor ki henüz 30 Mart 2016 tarihinde İmralı Ada’sından Gebze hapishanesine gönderilen kısa mektupta nasıl bir arayış içinde olunduğu belirtilmişti:
“Hayat bize çok şey öğretiyor. Hani diyorlar ya 'Durgun su da çürür.'
… Gelişme için yalnızca barış içinde bir arada yaşanan bir ülke istemek yetmiyor. Bunun için gerçekten de samimi, dürüst bir biçimde mücadele etmek gerekiyor. Suyun çürümesini önlemenin yolu yeni akış kanalları yaratmaktan, yeni kapılar açmaktan geçiyor.”