Acı süt
Nurettin DEMİRTAŞ yazdı —
- Bir şair saklanmış kaşlarının arasına: Ara sıra acıdan dem vuruyor, çoğu zaman şakacı. Hayat işte. Rüya değil ki unutulsun. İn-cin değil bir candın, parçalandın. Pes etmek yok, bu yolda çekilen çile annenin ilk acı sütü gibidir, içeceksin yaşamak için ve hatıralarını yaşatmak için.
Adorno, soykırımdan sonra şiir yazılamaz dediğinde artık felsefenin de yapılamayacağını belirtmişti. Ağırdı, acıydı, dayanılmazdı çünkü soykırım düşüncenin tüm sınırlarını aşmış, tüm düşleri yok etmişti.
Galiba sonradan fark edilen en önemli gerçek şuydu: “Soykırım geride tanık bırakmaz!” Çünkü yaşayan kimse ne yaşadığını tam olarak anlatamaz.
Hikayenin sonudur önemli olan
Her şeye rağmen soykırımı şiirle dile getirmeye çalışanlar oldu. Paul Celan’ın “Neredeyse Yaşayacaktın” adlı eserinde Auschwitz’e ilişkin bir şiiri vardır:
“Kara sütü erkenden içeriz onu akşamleyin
İçeriz onu öğleyin ve sabahleyin içeriz onu geceleyin
İçeriz de içeriz
Kazarız bir mezar havada sıkış sıkış yatılmaz orada
Bir adam oturur evde oynar yılanlarla yazar
Yazar karanlık çökünce Almanya’ya senin altın saçın
Margarethe
Yazar onu çıkar evin önüne şimşek çakar yıldızlar ıslık
Çalar çağırır köpeklerini
Islık çalar çıkarır Yahudilerini dışarı kazdırır bir mezar
Yerde
Buyurur bize başlayın çalmaya şimdi dans için”
Celan’ın şiirini “çaresizliğin güzelleştirilmesi” olarak eleştirenler olduğu gibi “her çaresizliğin yeni bir başlangıç” olduğunu söyleyenler de vardı.
Hikâyenin sonudur önemli olan; yeni bir başlangıca, yeni bir hikâyeye vesile olabilir ya da unutulup gider. Başlangıcı ve sonu ne olursa olsun an içinde bir dağ, bir ağaç, bir çocuk var savaşın ortasında ve yalınayak bir ana göç yollarında. Bir ada var, insanlık umudunun hapsedildiği. Hepsinin acısı kaynayan bir volkana dönüşmüş. Tarihin değişeceği andır bu an.
An hakkında herkes tartışıyor; fakat ağacın derdini ağaca, insanın derdini insana, çocuğa ise hiç soran yok. Bu yüzden dağlara anlatır derdini. Suya yazılan dertlere çare bulunmaz. Taşa yazmaya ömür yetmez. Yüreğe yazılsa biri bin olur. Dağdan daha iyi dost bulunmaz. Anlarsan o da seni anlar.
Dağlar sıcak tutuyor…
Anlamak bazen üzer bazen de gururlandırır insanı. Tüm kemiklerim kırılmış, dişlerim sökülmüş, bin yıl karanlıkta susuz kalmışım ama elif gibi başı dik bir harf olmuşsun onur meydanında. Öyle olmasa kim okuyabilirdi bedenimden dökülen bölük pörçük, kırık dökük harfleri.
Harf değil belki yanmış bir ağaçtır acım. Gölgesi yoktur. Küllerine kimse oturmak istemez. Acıdır meyvesi herkes istemez. Mevlana’ya sorsan “dost acı söyleyen değil acıyı tatlı söyleyendir.” Acı söylese de dostumu yeğlerim lakin her acı paylaşılmaz, bir başına çekilecektir bazen kimseler anlamasa bile sarmak için yaraları.
Yaraları kapanmaz gururu aklından önde olanın. Gurur yarası derindir. Onun dermanı olan akıl serindir. Yıkılırsa bentleri dolu gözlerin, vardır sığınacak dağları.
Dağlar sıcak tutuyor yürekleri, tepesinde karlar varken bile. Nuh’tan beri böyledir: Dağlar var olur kentler yıkılsa bile.
Bile bile kendini ateşe atmaya değecek bir meraktır yazmak. Yazıyorum diye bunları bildiğimi sanma. Yaşamadan anlaşılmaz bazı acılar. Yazılarımın cahiliyim. Yazdıkça cahilliğim artıyor. İstemiyorum artık acıtıyor.
Yoldaşım bir taş olsa başımı yaslarım
Acıyla kıvranırken geceydi, ne yazdığımı bilmiyorum. Sabah anlarım belki, kalmışsa bir kadeh düş. Gerçek olamayacak kadar büyük acılar dilsizdir. Ruhumdaki sızıları yazdığım her kâğıt tutuşuyor. Rüzgâr gül kokuları getirmiyor. Toprak yağmur kokmuyor. Bir tenhada boğazlanan umudun sessiz çığlığını duyuyorum. Düş kırımını anlatanları dinliyorum. Düş kırımı soykırımdan daha zordur, daha ağır. Yazmanın yaşamaktan zor olduğunu hayal bile edemezdim ilk cümlelerde düşene dek bir derin kuyuya.
Kuyuda düşler, ruhlar ve ülkeler parçalanıyor. Kan ve irin, paslı teller, çürük kokusu var havada ve birkaç zebani dolanıyor sınır boylarında. Kaçak tütün saran parmaklarım kırılmış. Mayına basacak ayaklarım yok artık. Sanki büyü kuklasıyım iğneler batıyor gözbebeğime. Tek bir kapı var en dipte taş duvara kanla çizilmiş. Gördüm ve anladım: Yenilgiler büyük öğretmendir yenilmezliği öğrendim. Utkuyla gidiyorum yüreğin ferah olsun.
“Olsun be yoldaşım” demişti ustam: “Meşeden bir yaprak düştü dersin, alır eline koklarsın. Sızlar kalbin belki o kadar da olsun be yoldaşım.”
Yoldaşım bir taş olsa başımı yaslarım. Boş sözlere tamah etmem boş odada bin yıl kalsam kilitli.
Kilitli her yüreğin bir anahtarı vardır, kaybolan her umudun bir sızısı. Yine de unutma, kapalıyken görür en derin düşleri insan.
İnsan düş ve gülüştür
Gülüşünü kıskandılar çocuk, düşlerine saldırdılar. Nasıl kondu bu acı, hep gülümseyen dudağının kıyısına. Her şarkıyı acı söylese de dilin, bir direniş şiiridir gözlerin. Bir şair saklanmış kaşlarının arasına: Ara sıra acıdan dem vuruyor, çoğu zaman şakacı. Hayat işte. Rüya değil ki unutulsun. İn-cin değil bir candın, parçalandın. Pes etmek yok, bu yolda çekilen çile annenin ilk acı sütü gibidir, içeceksin yaşamak için ve hatıralarını yaşatmak için.
Yaşatmak için elleri kınalı koçer çocuklarının hayallerini ve dindirmek için, çocuklarını ülkesine adamış annelerin dağ gibi acılarını.
Acılarını ey çocuk, acılarını getir eski resimlerdeki gülüşünle takas edelim. Sana gülmek yakışır, bana kalan acılar olsun dağ doruklarında.