Gerçek yok düş var
Nurettin DEMİRTAŞ yazdı —
- Pes etme noktasına gelsen bile seni ayakta tutan değerler vardır. Yaşadığımız dünyada Musa’nın On Emri’nden daha büyük bir toplumsal emirden bahsedilecekse o da şudur: Pes etmeyeceksin!
Çok uzaklardan gelmiş, çok dil bilen, dünyayı gezmiş ama her seferinde yönünü ülkeye vermiş bir yoldaş “hiç pes etmiyor musun?” diye sorunca bu yazıyı yazmak farz oldu.
Deneyimleyen herkes bilir, pes etme anlarında bile hayal kurmak insanı ayakta tutuyor. Bu yoldaşı da ayakta tutan aynı hakikattir ki ülkeye “kaçmaktan” hiç pes etmiyor.
Duyguların politikleşmesi ve iktidar
Hayal kurmak, ütopya sahibi olmak önemlidir ama sadece bunun sanatsal ifadesi insanda bir derinlik yaratabilir.
Hayal kurabilen her insanda sanat potansiyeli vardır. Hayata sanatsal bakabilen her insanın hakikatle buluşma olanağı da herkesten daha fazladır.
Kurumuşsa dilimiz, mekanikleşmişse ilişkilerimiz, bürokratikleşmişse çalışma tarzımız ve yaşamımız anlamdan uzaklaşmaya başlamışsa bunun sebebi sadece amaca bağlı olup olmamak, inanç vb. olgularda aranmamalıdır; bunun ötesine bakmamız gerekiyor.
Rus tarihinde, amacına oldukça bağlı olan ama duygularını asla açığa vurmayan çok çarpıcı bir örnek vardır: Katerina! Diplomasi tarihinde ondan daha fazla kendine hâkim başka bir örneğe zor rastlanır. Nice diplomatlar kendini denemiştir. Odasına girdiklerinde ne kadar bilgiye sahiplerse saatler sonra çıkarken de aynı bilgiye sahiptirler. Çünkü Katerina istemediği sürece ne sözlerinden ne mimiklerinden gerçekte ne düşündüğünü hiç kimse anlayamaz.
Yıllar önce bir MİT belgesinde Önder Apo hakkında “Aranızda onun kadar kendine hâkim biri var mı? Olsa bile delirirsiniz?” şeklinde bir tespit geçiyordu. Evet ne kadar kendine hakimse duyguları da o kadar güçlüdür, çünkü politiktir. Duyguların politikleşmesi ile iktidar peşinde koşmak arasında kalın bir duvar vardır. Birbirine karıştırılan da budur.
Önderlik en güzel, en yüce duygularla evrene, dünyaya, insana bakmayı öğütlerken iktidar denilen illet duyguları çirkinleştirir. İşte tüm hoyratlıkların kaynağı! Bu kaynak bireysel hırslarla, bencillikle besleniyor. Fakat bu gerçeği görmek yerine onu maskeliyoruz. En değerli amaçları istismar ederek yanlışlarımızı kamufle ediyoruz. Çünkü bu yanlışlarla yüzleşmekten korkuyoruz. Che’nin sözüdür: “Saklayacak bir şeyin yoksa korkacak bir şeyin de yok demektir!”
Gerçekle yüzleşmek insanı zayıflatmaz
Zamanın hoyratça yıprattığı hiçbir şey yoktur, sadece insanın kendi tercihleri vardır. Bıkmadan usanmadan birbirini yıpratmak devrimcilere yakışmaz. Fakat devrimci de olsa birbirini yıpratanlar bir şeyleri saklıyorlardır. Bunu bize yaptıran korkularımızdır. Korkularımızla yüzleşmek yerine farklı şekillerdeki tepkilerle çevremizdekilere yansıtıyor ve böylece hakikatten kopuyoruz.
Kendi gerçeğimizi görmeden çevremizin algısı da doğru olmaz. Bu nedenle çevreye fazlasıyla bağımlı hale gelmişiz. Oysa Önder Apo 26 yıldır tecritte olduğu halde çevre algısı ve ona yön verme düzeyi herkesten gelişkindir. Daha iyi anlaşılması için bağımsız düşünce ile gerçeklik ilişkisine değinen bir Buda öğretisini hatırlatabiliriz. Derler ki: “Anladığınız zaman gerçeklik size bağlıdır, anlamadığınız zaman ise siz gerçekliğe bağlısınızdır. Gerçeklik size bağlı olduğu zaman gerçek olmayan gerçek olur ve her şey doğrudur; siz gerçekliğe bağlı olduğunuzda ise her şey asılsızdır.”
Demek ki gerçekle yüzleşmek insanı zayıflatmaz güçlendirir. Ondan kaçmak ise yanılgılara ve bahsini ettiğimiz yalan, yanlış, yıpratıcı ilişkilere, suni kavgalara sebebiyet verir.
Pes etmeyeceksin!
Pes etme noktasına gelsen bile seni ayakta tutan değerler vardır. Yaşadığımız dünyada Musa’nın On Emri’nden daha büyük bir toplumsal emirden bahsedilecekse o da şudur: Pes etmeyeceksin!
Gerçekle yüzleşmek ona boyun eğmek anlamına gelmiyor, onu nasıl değiştireceğimize bakmamız gerekiyor.
Birçok işimiz yolunda gitmiyor, istediğimiz işleri yapamıyoruz, gerekli desteği göremiyoruz, engelleri aşamıyoruz vb. birçok şikâyette bulunuyoruz ama bunların hepsini mücadele gerekçesi yapmamız, nasıl aşılacağının yol-yöntemini bulmamız gerekiyor. Biraz sadeleşmeye ihtiyacımız vardır. Sorunları çok karmaşık hale getirmeye gerek yok. Kendimizi, düşüncelerimizi daha iyi anlatabiliriz. İçimize atmadan, ertelemeden sorunların çözümünü esas alabiliriz. Çözüme hizmet etmeyecek şeyleri de yürekteki mezara gömebilmeyi bilmeliyiz. O zaman kafamız daha rahat olur ve kendimize daha çok güvenebiliriz. Bunlar biraz da neye nasıl baktığımız, nasıl ele aldığımızla ilgilidir.
“Dağın Ritmi”
Mesela aklımızda “Dağın Ritmi” diye bir proje vardır ama nasıl, neyle başlayacağımızı bilemiyoruz. Oysa etrafımıza bakmamız yeterlidir; kuşların, suların, ağaçların hatta kayaların bir ritmi vardır. Bunu görmeden sadece “maddi olanaklar” peşinden koşmak yanıltıcı olur. Bu olanaklar bulunsa bile sonuç harika olmayacaktır!
Olanaklara ve dışarıya çok fazla meylediyoruz. Öyle olmuş ki para vermeden bir müziğin icrasını yapamaz hale gelmişiz. Ayıpların en büyüğü değil midir? Ne yapabiliyorsak odur; diğerine toplumda hiç de hoş olmayan adlar takılır ki burada dile getiremeyiz. Yapmadığımız şeyi ya da başkasının yaptığını kendimiz yapmışız gibi sahipleniyorsak ve bundan gurur duyuyorsak orada çok büyük bir sorun vardır. En hafif deyimle gösteri kültürsüzlüğünün bir parçası haline gelmişizdir.
Yanılgılarımızla nasıl mutlu olabiliriz ki? Bu yanılgılar, bilmelerin ve hayallerin katilidir.
Bildiğimiz dünyanın sonunu getiren 15 Şubat Uluslararası Komplosu veya 11 Eylül gibi olaylar olmadan da gerçekliğin fakına varılabilir. Yanılgılarımızı bazen küçücük bir olay bazen bir tek söz bile bize gösterebilmektedir.
“Düşlemek bilmekten daha önemlidir!”
Yüreğimiz açık olsun; sahte mutluluklardan ve her türlü bunaltıcı yalandan kurtulabilecek kadar güçlü düşlerimiz olsun yeter. Çok şey bilmemiz gerekmiyor; Munzur yürekli Dersimliler gibi hakikatle yaşayacak kadar düş kurabilmemiz yeter bize!
Çünkü Einstein’ın dediği gibi: “Düşlemek bilmekten daha önemlidir!”
Herkes her şeyi tartışırken Önder Apo tecrit koşullarında ne düşünüyor ne yapıyor, İmralı’da neler oluyor gibi sorular akla geliyor. Somut bir bilgi olmadan da bu durumları anlamak mümkün değil midir? Eğer hissettiklerimiz hakikate bağlıysa, düşlediğimiz ne varsa emin olalım ki bunlar gerçeklerden daha gerçektir.
Bir de O’nunla buluşmanın o güzel hayali…
Önder Apo’ya karşı büyük bir psikolojik savaş yürütülüyor. Kayyım denilen darbeler, işgaller bile onun üzerindeki baskıyı artırmak için yapılıyor.
Düş kurmak sadece gerçeği anlamak için değil, bu gerçeği değiştirmek ve Önder Apo ile özgürce buluşmak için gereklidir. Mücadelemizi her şeyden daha fazla büyütecek hakikat budur! Bir de O’nunla buluşmanın o güzel hayali…
Bu en değerli hayalle 46. Parti kuruluş yıldönümüz kutlu olsun!