Esad’ın akıbeti, Erdoğan’ın geleceği
Cafer TAR yazdı —
- Ortadoğu’da yüz yıllık paradigma çökmüştür; bu saatten sonra Kürt özgürleşmesini kimse durduramaz. Yirminci yüzyıl boyunca Kürtlerin yok edilmesi üzerine inşa edilmiş statüko paramparça oldu. Geçmişte Kürtlere bir kimlik kartını bile çok görenler, gelinen noktada hayatta kalabilmek için Kürtlerin kendilerine sağlayacağı korumaya muhtaç duruma düştüler.
Erdoğan’ın kendisi ve etrafındaki zevat dünyanın en kötü tiyatroculardır; kendilerine verilen rölü bu kadar kötü oynayan başka oyuncular var mıdır, bilmiyorum. Hatırlarsınız 15 Temmuz kontrollü darbe girişimi sonrası Erdoğan kameralar önünde gelişmeleri eniştesinden duyduğunu söylemişti.
Aslında bu bir itiraftı; fakat konu daha çok Türkiye kamuoyunu ilgilendirdiği için ve Türkiye kamuoyunun da öyle çok sorgulama geleneği olmadığı için kimse Erdoğan’ın enişte metaforu üzerine gitmedi.
Halbuki Ordu, Emniyet ve MİT’in her birinin binlerce kadrosu Türkiye içinde ve dışında istihbarat çalışması yapıyor. Haydi biri atladı diyelim, devletin en eğitimli kadrolarının istihdam edildiği bu üç kurumun tamamının bu kadar önemli bir hazırlığı gözden kaçırmış olması düşünülemez.
Şimdi aynı şeyi Erdoğan Heyet Tahrir Şam’ın başlattığı saldırılar için de yapmaya çalışıyor. Hatta Hakan Fidan, İran Dışişleri Bakanı’nın gözlerinin içine bakarak bu kalkışmada dış etkinin olmadığını söylüyor. Halbuki Türkiye bu saldırıların planlamasından yürütülmesine kadar tamamının tam da ortasında duruyor. Suriye’yi neredeyse aşiret aşiret, aile aile bölen, dünyanın her yerinden gelen çetecileri Suriye’ye gönderen Erdoğan ise hala “Suriye’nin toprak bütünlüğünden ve milli birliğinden bahsediyor.”
Fakat nafile! Bütün dünya Heyet Tahrir Şam örgütü ve Erdoğan rejimi arasındaki ilişkiyi biliyor. Türkiye kafayı kuma gömmüş deve kuşu misali, kendi kimseyi görmediği için diğerlerinin de kendisini görmediğini sanıyor.
Halbuki Erdoğan Rejimi bütün gövdesi ile başta Heyet Tahrir Şam rejimi de dahil diğer bütün şeriatçı çetelerin yanında pozisyon almış durumda ve Türkiye’nin bu duruşu dünyanın geri kalanı tarafından kayıt altına alındı.
Kürt düşmanlığı Türkiye’yi nerelere savurdu! Halbuki cumhuriyeti kuranlar sözüm ona "çağdaş, demokratik, laik bir hukuk devleti" kurmak istediklerini ifade ediyorlardı. Cumhuriyet daha kurulduğu ilk günden itibaren Kürt düşmanlığına soyunduğu için hiçbir zaman demokratik olmadı, çünkü varlığını bir halkın imhası üzerinden inşa etme üzerine oturtmaya çalışmıştı.
Fakat bütün bunlara rağmen Türkiye Cumhuriyeti bir biçimde öyle veya böyle biraz olsun batılı, kısmen laik bir hukuk devleti olmaya çalışıyordu. Kurumlarının kısmi bir otonomisi vardı.
Ancak gelinen noktada Türkiye hem içeride hem de dışarıda kuruluş felsefesinin tam aksi bir istikamette yol alıyor. Geldiğimiz yer itibariyle Türkiye şeriatçı çeteciliğin içeride üstlendiği dışarıda ise hamiliğini yapan bir pozisyondadır.
Türkiye Kürt özgürlük mücadelesini bütün Ortadoğu’da yok etmek için içeride Hüda Par, dışarıda ise diğer şeriatçı çetelere umudunu bağlamış durumda. Bu işten hayırlı bir şey çıkmayacak, başta Erdoğan olmak üzere Türkiye’yi yönetenler bunun altında kalacaklar.
Ortadoğu’da yüz yıllık paradigma çökmüştür; bu saatten sonra Kürt özgürleşmesini kimse durduramaz. Yirminci yüzyıl boyunca Kürtlerin yok edilmesi üzerine inşa edilmiş statüko paramparça oldu. Geçmişte Kürtlere bir kimlik kartını bile çok görenler, gelinen noktada hayatta kalabilmek için Kürtlerin kendilerine sağlayacağı korumaya muhtaç duruma düştüler.
Eğer Erdoğan ve çevresi aynı ilkesiz, faydacı siyaseti sürdürürlerse gün gelir onlar da benzer bir akibeti yaşamak zorunda kalabilirler. Halkımızın çok güzel bir sözü var, ne oldum değil, ne olacağım demek gerekir.
Esad ailesinin sonunun da birilerine ders olmalı.