Suriye’de azınlıklar ve QSD
Cafer TAR yazdı —
- QSD’nin varlığı sadece bölgedeki Kürtleri güvenceye almaz; aynı zamanda toplamları Suriye nüfusunun yarısını bulan Hristiyan, Alevi, Dürzi, Êzîdî, Yahudi, Kürt ve seküler Sünnileri de güvenceye alır. Suriye’de Aleviler gecikmeden QSD yönetimi ile temasa geçmeli ve öz savunmalarını güçlendirmelidirler.
Ortadoğu’da bütün süreç yeniden tanımlanıyor. Sadece devletlerin birbirleri arasındaki ilişkiler değil, aynı zamanda devletlerin kendi içlerindeki farklı toplumsal çevreler arasındaki dengeler de değişti.
Daha yakın bir zamana kadar Esad ailesinin 54 yıllık iktidarı boyunca ülkede kısmi olarak ayrıcalıklı bir konumda bulunan Alevi nüfus, Suriye’de iktidarın el değiştirmesi sonrası büyük bir tehdit altında. Halbuki ne geçmişte nispeten daha fazla ayrıcalıklarla donatılmış olmaları doğruydu, ne şimdi tehdit altında olmaları doğrudur.
Suriye’nin bir kısmında yönetimi ele geçiren HTŞ yönetiminin lideri konumundaki Muhammed el Colani iktidarı ele geçirmelerinin hemen ardından “Kimsenin başka bir grubu silme gibi bir hakkı yoktur. Bu mezhepler bu bölgede yüzlerce yıldır birlikte var olmuştur ve hiç kimsenin onları yok etmeye hakkı yoktur” demişti.
Fakat asıl soru şudur; bu koşullarda Muhammed el Colani’nin başka bir şey söyleme şansı var mıdır? Yani ne diyecekti? “Bizim iktidarımızda bütün toplumsal ayrıcalıklar Sunni/Araplara ve onlar adına da küçük bir azınlığa mı devredilecek!” diyecekti.
Her zaman böyle olur; iktidara doğru yürünürken toplumun en geniş kesimlerinin güvenini kazanmak için herkesi kapsayıcı bir dil kullanılır. Fakat genellikle bir süre sonra işler tersine döner ve iktidar küçük bir azınlığın eline geçer.
Sonra insanlık tarihi boyunca her zaman yaşanmış olan mekanizma devreye girer; devlet kurumları şahsileşir, liyakat işlemez hale gelir. En sonunda da devleti yönetenler kendilerine karşı olduğunu veya desteğini alamadığını düşündüğü toplumsal çevrelere karşı bir saldırı dalgası başlatırlar.
Bu gidişatı durdurabilmek için iki şeye ihtiyacınız vardır. İlk olarak kurumlar ne kadar güçlü olursa, devletin şahsileşmesi o kadar güçleşir. Daha doğrusu zaman içinde otonom hale gelmiş kurumlar devletin şahsileşmesine direnç gösterirler.
İkinci ve ilkinden daha önemli olan ise farklı toplumsal çevrelerin örgütlü olması ve bu noktada kendini iktidarın olası hak ihlallerine karşı koruyacak öz savunma mekanizmalarına sahip olmasıdır.
Gelelim yeni Suriye’deki duruma.
Suriye’de yaşayan Aleviler yıllarca başka bir Alevi aile iktidarda olmasına rağmen ne örgütlüdür ne de öz savunmaları vardır. Bu noktada iki seçenekleri var; ya Muhammed el Colani’nin sözüne güvenecekler ya da öz savunmalarını esas alan bir örgütlülük süreci başlatacaklar.
Suriye’de iç savaşın başladığı yıllarda DAİŞ’li katillerin “Aleviler, sizi öldürmeye geliyoruz!” diye bağırmaları hala hepimizin hafızalarında dip diri duruyor. Ayrıca sözüm ona DAİŞ Suriye’de yenildi; fakat önemli birçok DAİŞ’li yeni Suriye yönetiminde çok önemli güvenlik kurumlarında istihdam edildiler.
Aslında bu noktada QSD’nin varlığı sadece bölgedeki Kürtleri güvenceye almaz; aynı zamanda toplamları Suriye nüfusunun yarısını bulan Hristiyan, Alevi, Dürzi, Êzîdî, Yahudi, Kürt ve seküler Sünnileri de güvenceye alır.
Yani Suriye’de kimi konuşursanız konuşun; aslında bir biçimde dönüp dolaşıp Rojava modelini konuşuyorsunuz. Rojava yönetimi Suriye’nin geleceği ve halkların güvencesidir; Suriye’de Aleviler gecikmeden QSD yönetimi ile temasa geçmeli ve öz savunmalarını güçlendirmelidirler.
Suriye’de tartışma bundan sonra QSD yapısının nasıl güçlendirileceği olmalıdır; aksi halde bundan sonra Suriye’de kimse kendisini güvende hissedemez ve bu durumun muhakkak Türkiye’ye de yansımaları olur. Dolayısıyla Türkiyeli her milletten demokratlar da aynı çabaya katılmalı ve Rojava modelini desteklemelidir.