İsrail-Türkiye gerilimi ve Kürtler
Cafer TAR yazdı —
- Bölgede yalnız olan İsrail muhtemel bir Suriye/Türkiye ittifakına Mısır veya başka bir ülkenin dahil olması durumunda bunun kendisi için büyük bir tehdide dönüşeceğini düşünüyor ve şimdiden bunu engellemeye çalışıyor.
Suriye’de Esad iktidarının tasfiyesinden sonra uzun süredir Türkiye/İsrail arasında devam eden gerilim, doğrudan saldırı ve tehditlere dönüştü ve böyle giderse bir süre sonra iki ülke arasında sıcak çatışmalar kaçınılmaz hale gelecek.
İsrailli yetkililer Türkiye’nin Suriye’de neo-Osmanlı hayalleri ile hareket ettiğini, ülkeyi askeri üsler kurarak bir tür Kıbrıs’a dönüştürmek istediğini söylüyor.
Aynı şey Irak için de geçerli. Türkiye, PKK ile mücadele bahanesi ile neredeyse Güney Kürdistan’ı işgal etmiş durumda. Aynı bahaneyi öne sürerek Suriye’de istikrarı en fazla tehdit eden ülke konumunda ve bu bölgeye ilgisi olan bütün diğer ülkeleri rahatsız ediyor.
Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasından sonra İsrail, HTŞ liderliğinde kurulan yeni rejimin Esad iktidarından devraldıkları silahları kendisine karşı kullanmasınlar diye düzenli aralıklarla hava saldırıları düzenledi.
Ancak bir hafta kadar önce İsrail’in Suriye içlerinde Hama, Şam ve Humus’daki kimi askeri tesislere düzenlediği saldırıların diğerlerinden önemli bir farkı vardı. Daha öncesinde Suriye’nin askeri kapasitesini hedef alan İsrail, bu kez doğrudan Türkiye’yi hedef almıştı.
Saldırılardan hemen sonra başta Dışişleri Bakanı ve Savunma Bakanı olmak üzere bütün İsrailli yetkililer doğrudan Türkiye’yi hedef alan açıklamalar yaptılar, hatta bunlardan bir kısmı Türkiye’yi tehdit etti.
Buna karşılık Erdoğan İsrail’e beddua etmekle yetinirken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan kendilerinin İsrail’le çatışma istemediklerini, hatta kimi alanlarda birlikte çalışmaya hazır olduklarını ifade etti.
Daha önce alışık olduğumuz “Bir gece ansızın” retoriğini Erdoğan’ın ağzından duymaya alışmış olan Türkiye kamuoyu bu kez sadece beddua ile yetinmek zorunda kaldı. Kamuoyunda güçlü lider, güçlü ordu imajını diri tutma görevi ise yandaş medyanın yorumcularına kaldı.
Her akşam Türk ve İsrail ordularını karşılaştırıp, isterlerse nasıl bir günde Kudüs’ü alabileceklerini Türkiye halklarına anlatmaya çalışıyorlar. Fakat kimse eğer öyleyse neyi beklediklerini ve neden bir adım atmadıklarını söylemiyor.
Bölgede yalnız olan İsrail muhtemel bir Suriye/Türkiye ittifakına Mısır veya başka bir ülkenin dahil olması durumunda bunun kendisi için büyük bir tehdide dönüşeceğini düşünüyor ve şimdiden bunu engellemeye çalışıyor. Bu noktada Suriye ve dolayısıyla Rojava/Kürtler İsrail’in güvenliği açısından oldukça önemli hale geliyor.
Şimdilik böyle bir tehdit elbette henüz çok güçlü değil; fakat bir süre sonra İsrail karşıtı böyle bir ittifakın ortaya çıkmayacağını kimse garanti edemez. Buradan bakılınca Kürtler hem İsrail’in güvenliği hem de aksine İsrail üzerindeki tehdidin artması anlamında özellikle önemli hale geliyorlar.
Bugüne kadar yurtsever Kürtlüğü ezerek, geleneksel Kürtlüğü ise işbirlikçilik temelinde kendine bağlamaya çalışan Erdoğan/Bahçeli ikilisi bunun artık mümkün olmadığını anladılar. İşte tam da bu nedenle Kürt Halk Önderi’nin kapısını çalmak zorunda kaldılar. Türkiye Kürtler olmadan bölgede etkili bir güç olamazlar.
Kürtleri günümüze kadar işbirlikçiler üzerinden devlete bağlayan “sürekli alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete” anlayışı ile sürdürmeye çalışan Türk devlet geleneği artık ciddi olmak zorundadır. Kürtler artık bu ciddiyetsizliği kabul etmezler.
Hakkı hukuku güvenceye alınmamış Kürtlük artık kimsenin nöbetini tutmaz. Son elli yıllık mücadelenin en önemli kazanımı ortaya çıkan “Kürt hafızası/Kürt aklıdır.” Bu hafıza veya akıl neredeyse bütün Kürtlerde kendisine karşılık yaratmış durumdadır.
En sıradan Kürt bile olaylara bu akıl üzerinden yaklaşıyor. Dolayısıyla kimse artık Kürtlerle ciddiyetsiz bir ilişki kuramaz. Kürtler mevcudiyetleri ile bölge barışına gönüllü katkı sunarlar; fakat kimse artık Kürtleri bir başkasına karşı kullanamaz.
Eşit ilişkiler ve karşılıklı çıkarları esas alan temelde Kürtler kimseyi bir başkasına karşı kullanmamak koşuluyla Kürtler- buna Yahudiler de- dahil bütün bölge halkları ile ilişkiler kurmalıdırlar. Fakat kimse Kürtleri kendi bölgesel egemenlik arayışlarının bir aracına dönüştürmeye çalışmamalıdır, yurtsever Kürtlük böyle bir noktaya asla gelmez.