Kerkük’ten Dêrezor’a yaşananlar
Fehim IŞIK yazdı —
- Kerkük’te bölge halklarının farklı inançları ve grupları ile çıkar işbirliğine giren İran ile Türkiye’nin, hatta azılı düşman olan Esad ile Erdoğan’ın kapı artlarında Kürt karşıtlığı üzerinden anlaştıkları bir kez daha somut olarak anlaşıldı. Bu durum Rojava’da QSD’nin yürüttüğü Güvenliği Güçlendirme Operasyonu’nda net bir biçimde görüldü.
İran ve Türkiye’nin başını çektiği şer ittifakının, bölgede yeni oyunlar peşinde olduğu anlaşılıyor. Niyet belli. Kürtleri hem kendi içlerinde, hem de Şii ve Sünni Araplar başta olmak üzere bölge halklarıyla karşı karşıya getirerek yeni bir çatışma ortamı yaratmak ve yaşanacak kargaşa üzerinden hâkimiyetlerini güçlendirerek sürdürmek istiyorlar.
Kirli planların sahadaki uygulayıcılarına bakınca herhangi bir halkı veya inanç grubunu somut bir biçimde bir yere de oturtamıyoruz. Her biri kendi içinde de bölünmüş görünüyor. Şii ve Sünni Araplar ayrı baş çekiyor. Hakeza Türkmenler de inanç gruplarına göre ayrışmışlar ve her biri bir kesimin kanatlarının altına sığınmış. Kürtler farklı inanç grupları olarak olmasa da farklı siyasal gruplar olarak ayrıksı bir biçimde duruyor ve hala ortak hareket etme kabiliyetinden yoksunlar.
Hatırlandığı gibi KDP, Irak merkezi hükümeti kontrolündeki kentlerde yapılacak yerel seçimleri gerekçe ederek Kerkük’teki mülklerinin iade edilmesini istemişti. KDP’nin bu talebi üzerine Irak Başbakanı, Kerkük’ün işgal edildiği dönemde gasp edilerek bazıları askeri güçlerin kullanımına verilen KDP’ye ait mülklerin bazılarını iade etme kararı aldı. KDP’nin talebinin olumlu karşılık görmesinden sonra ortaya çıkan tablo nasıl kötü hesaplar yapıldığını bir kez daha gösterdi. Irak Başbakanı’nın KDP lehine verdiği karar Şii Araplar ve Türkmenler ile KDP’nin kente geri dönerek politik çalışma yapmasını arzulamayan bazı Kürt grupları açısından hoş karşılanmadı. Bunu fırsat olarak gören Şii Araplar ile Türkmenler KDP’ye tepki adı altında Kürtlerin elini zayıflatacak adımlar atmaya başladılar. Son olarak da Hewlêr-Kerkük yolunu trafiğe kapattılar. Kerkük’teki Kürtler de bu duruma tepki gösterdi. Güçlü oldukları semtlerde protesto gösterileri gerçekleştirdiler. Bu gösterilerde 4 Kürt katledildi, onlarcası yaralandı. Nihayetinde önce Irak Başbakanı kararının uygulanmasını belirsiz bir tarihe erteledi; ardından ise Irak Federal Yüksek Mahkemesi KDP bürolarının iade edilmesine dönük Irak Başbakanlığı kararını iptal ettiğini duyurdu.
Bu sürede ilginç açıklamalar ve bu açıklamalara paralel atılan ilginç adımlar oldu. İlk etapta KDP dahil tüm Kürtleri tek potaya koyup çıngar çıkaran AKP medyası, kısa sürede farklı bir tutuma evrildi. KDP’yi ayrıştırarak, hatta yer yer KDP’ye destek vererek Kerkük’teki tüm karmaşadan PKK ile YNK’nin sorumlu olduğunu söylemeye başladı. Kerkük’ün Şii Türkmenleri Türk devletine nazaran daha toptancı davrandı. Onlar da KDP dahil tüm Kürtleri hedefe koydular ama esas olarak Türk devletine çağrıda bulunarak kendilerinin yalnız bırakılmamasını istediler. Şii Araplar hâkimiyet Kürtlere geçmesin diye alttan alta Kerkük’teki gelişmeleri kendi lehlerine provoke ederken kentteki Şii ağırlıklı askeri gücü de çıkan karmaşayı gerekçe ederek güçlendirdiler.
Kerkük’te yaşanan gelişmeler bu minvaldeyken ilginç bir açıklama Erdoğan’dan geldi. Son zamanlarda kendisiyle sık sık çelişen Erdoğan, bir kez daha kendisiyle çelişti ve Kerkük’ün kentte yaşayan tüm halklara ait olduğunu söyledi. Bu açıklamayı hararetle destekleyen ise Kurdistan Bölge Başkanı Neçirvan Barzani oldu. Birbirini tamamlayan bu açıklamalar bir şeyi daha yani iki tarafın bazı konularda uzlaştığını iddialarını da somutlaştırdı.
Erdoğan’ın kastettiği kesimleri elbet ayrı değerlendirmek gerekir. Hala ‘terör sakızı’ çiğneyen Erdoğan açısından Kürtler, kendi kanatları altına giren, ona biat eden, en önemlisi ise Türk devletinden medet uman Kürtlerdir. Kerkük’ün sahibi olarak gördüğü Araplar ile Türkmenler ise hiç kuşkunuz olmasın sadece Sünni olanlardır.
Bu dönemde başka bir ilginçlik daha yaşandı. Kerkük’te bölge halklarının farklı inançları ve grupları ile çıkar işbirliğine giren İran ile Türkiye’nin, hatta azılı düşman olan Esad ile Erdoğan’ın kapı artlarında Kürt karşıtlığı üzerinden anlaştıkları bir kez daha somut olarak anlaşıldı. Bu durum Rojava’da QSD’nin yürüttüğü Güvenliği Güçlendirme Operasyonu’nda net bir biçimde görüldü.
Rojava’daki Araplar ağırlıkla Sünni. Bu Arapların bir kısmı geçmişte QSD’ye katılmışlardı. Ancak Türkiye bir yandan, İran ve Suriye rejimleri öte yandan bu Arapların bir kısmını kışkırtarak Rojava Özerk Yönetimi’ni yıkma çabalarını artırdılar. QSD’nin Dêrezor merkezli olarak başlattığı operasyonun bir yanı bu bozguncuların hesaplarını yok etmeye yönelikti. Nihayetinde bu operasyon 40’a yakın şehit verilerek başarılı bir şekilde sonuçlandı. Ancak bu operasyon sonuç almasın diye bu kez Türk devleti devreye girdi. Kışkırttığı Araplardan istediği verimi alamayınca QSD operasyonuyla eş zamanlı bir biçimde başta Minbiç olmak üzere Rojava’ya dönük kapsamlı bir saldırı başlattı.
Türk devletinin bölgeye dönük saldırıları sürüyor. Geçmişten farklı olarak QSD bu saldırılara sessiz kalmıyor, yer yer sert yanıtlar da veriyor.
Elbet bölgede yaşananların tümünü bir köşe yazısına sığdırmak mümkün değil. Özetle vermeye çalıştığım gelişmeler yeni bir planın ve bir o kadar da ciddi bir riskin kapıda olduğunu gösteriyor. Bu riski alt edecek Kürtlerin hâlâ dağınık durması, hiç kuşku yok aleyhteki en önemli durumdur. Daha da ötesi Kürtlerin bu durumu aşmak için ufukta görünen bir girişimleri de yok. Durum her geçen gün daha olumsuza gidiyor. Bu her şeyden önce canını dişine takarak Kurdistan’ın özgürlüğü için mücadele eden, onlarca yıldır bedel ödeyen savaşçılara, gerillalara, peşmergelere haksızlıktır. Kürt halkı ve Kurdistanlılar bunu hak etmiyor. Siyaset bu durumu tersine çevirmek ve Kürtlerin kazanımlarını büyütmekten sorumludur. Bunu yapmayan, aksine sömürgecilerin kanatları altına girerek sadece kendi geleceklerini düşünenler Kürt halkına ve Kurdistan’a en büyük ihaneti yaptıklarını unutmamalılar.