Spor ve futbol
Suat BOZKUŞ yazdı —
- Arafat’ın kefiyesini, Che’nin kızılyıldızlı beresini, kadınların eşarbını-tesettür konfeksiyonu, Deniz’in parkasını, Lenin-Stalin rozetlerini bile metalaştırıp paraya çeviren kapitalizm, futbolu boş bırakacak değildi. Daha ilk başlarda bile mafyatik zenginlerin, MİT ve polis şeflerinin yönetiminde olan kulüpler zaten kontrol altına alınmıştı.
- Irkçı gericilik futbolsever kitleyi manipüle etmek için istediği kadar saldırsın bu alan onlara bırakılamaz. “İnsancıl olan hiç bir şey bana yabancı olamaz” diyen Marks’ın sözüne sadık kalarak kitlelere bu konuda da önderlik etmek devrimcilere düşüyor.
Sporun faydaları üzerine sayfalar dolduracak değilim. Bu hafta bitecek olan Avrupa kupasını, kupada yeralan takımları ve sporcuları, antrenörleri de değerlendirecek değilim. Her işi uzmanına bırakmak gerek. Ama spor ve futbol dünyasındaki gelişmeler herkese söz hakkı doğurmaktadır. Meclis ve TV tartışmalarında adı geçenlerin “sataşma var” deyip söz hakkı istemesi gibi artık spordan, futboldan anlasın anlamasın yaşanan ortam sonucu her insanın söz hakkı doğmuştur.
Sporun ve özellikle futbolun kitleler üzerindeki büyüleyici etkisini fark eden egemenler bunu her anlamda kullanmak ve sömürmek için her şeyi yapmaktadır. Günümüzde son derece gelişmiş medya olanakları bunu daha da kolaylaştırmaktadır. Toprak sahalar, siyah beyaz TV’ler, hatta gazeteler devrinde bile sportif faaliyetler kitleleri etkilemiştir.
Hitler, Alman ırkının üstünlüğünü göstermek için sadece saçma sapan teoriler yapmadı. 1936 Berlin Olimpiyatları’nı düzenleyip bütün dünyaya üstünlük tasladı. Nazizmi öncelikle insanların beyninde kutsal ve muzaffer kılmak istedi.
Berlin'in Yaz Olimpiyat Oyunları'na ev sahipliği yaptığı Ağustos 1936'da iki hafta boyunca Adolf Hitler Yahudi karşıtı ve yayılmacı gündemini gizledi. Oyunlar için Almanya'da olan birçok yabancı ziyaretçiyi etkileme umuduyla Hitler, Yahudi karşıtı faaliyetlerin bir derece hafifletilmesine izin verdi (buna Yahudilerin kamuya açık alanlara girmesini yasaklayan işaretler de dahildi). Oyunlar, Naziler için propaganda başarısının yankısı gibiydi. Yabancı seyircilere Almanya'nın sözde barışçı ve hoşgörülü yüzünü gösterdiler. Franko, Salazar ve Latin Amerika örnekleri de iyi biliniyor.
Türkiye’nin büyük şehirlerinde yüzyılın başlarında spor kulüpleri kurulmuş olsa da 1960’lara kadar Anadolu’da futbol çok yaygın değildi. Daha doğrusu profesyonel futbol yaygın değildi. O zamanlar belki de Sovyet etkisiyle bir yandan sanayi gelişirken bir yandan da Sovyet usulü spor kulüpleri kuruluyordu. Bunlara müessese takımları deniyordu. Anadolu’yu kaplayan Demirspor, Şekerspor, Mensucatspor, PTT, İETT, Tersane, MKE gibi kulüpler hala akıllardadır. Doğrudan üretime ve tabana dayalı bu kulüpler hem kendi kitlesini spora alıştırıyor hem de sporu her yere yaygınlaştırıyordu. Okullara dayalı sportif faaliyetler de ayrı bir canlılık katıyordu. O devirdeki sporculuk da, taraftarlık da daha masumdu.
Arafat’ın kefiyesini, Che’nin kızılyıldızlı beresini, kadınların eşarbını-tesettür konfeksiyonu, Deniz’in parkasını, Lenin-Stalin rozetlerini bile metalaştırıp paraya çeviren kapitalizm, futbolu boş bırakacak değildi. Daha ilk başlarda bile mafyatik zenginlerin, MİT ve polis şeflerinin yönetiminde olan kulüpler zaten kontrol altına alınmıştı. Son yıllarda bir de kulüplerin şirketleşmesiyle ya da şirketlerin kulüpleşmesiyle iyice sermayenin ve devletin kontrolüne girmiştir.
Ama bu böyle diye geniş sporsever kitleler devlet-lerin insafına bırakılamaz. Futbolda sadece bozkurtçu Merihler değil, en zor zamanların Metin Oktayları, Metin Kurtları ve Ronaldoları, Maradonaları da vardır. Geçmişte Kurdistan halkını devlete bağlamak için kurulan ve Birinci Lig’e alınan Diyarbakırspor ve Amedspor’un halk üzerindeki olumlu etkilerini görmek gerek. Bundan dolayıdır ki, ırkçılık Amedspor’u ezmek için saha içinde ve dışında her türlü saldırıyı yapmıştır. Amedspor’un mücadelesi sömürgecilik üzerine yüzlerce ciltlik bir ders bırakmıştır.
Gene yıllarca Kürt düşmanlığına yönlendirilen futbolseverlerin amigo çetesinin kontrolünden çıkıp Gezi direnişinde direnişten yana tavır koyması da hatırlardadır.
Irkçı gericilik futbolsever kitleyi manipüle etmek için istediği kadar saldırsın bu alan onlara bırakılamaz.
Tam tersine “İnsancıl olan hiç bir şey bana yabancı olamaz” diyen Marks’ın sözüne sadık kalarak kitlelere bu konuda da önderlik etmek devrimcilere düşüyor.
Bunca derdin arasında bir de bununla mı uğraşalım, denemez. Hayat akıyor ve hayat birçok derenin, nehirin birleşmesiyle denize doğru akarak oluşuyor.