Ütopyasızlığın yıkıcı sonuçları

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • İster dini, ister dünyevi kurtuluşu bildiren ütopya yoksa, insanlık gelecekten hiçbir şey bekleyemez. Bireysel çaresizlik insanı nasıl ya intihara ya da şizofrenik saldırganlığa sürüklerse, toplumlar da ütopyalarını kaybettikleri zaman aynı duruma yuvarlanırlar. 

En tutarlı sosyalist aydınlardan üçünün ismini söyle deseniz, Fikret Başkaya hemen aklıma gelir. Dünkü yazısında bıkmadan yaptığı kapitalizm eleştirisini okurken şu cümlelere takıldım:

“Neden bu kadar kolay sömürüyorlar, ülkenin varını-yoğunu yağmalıyorlar, talan ediyorlar, yaşamın temelini aşındırıyorlar, devlet terör rejimini dayatabiliyorlar? Bu kepazeliğe itiraz etmemek suç ortaklığı değil midir? Sorun örgütlülük, bilinç, mücadele, perspektif ve ütopya zaafından kaynaklanıyor… Zira örgütsüz toplum köledir.”

Sıraladığı zaafların sonuncusu “ütopya”.

Sanıyorum en önemlisi de bu. İnsanlık tarihi aynı zamanda ütopyalar tarihidir. Ütopya varsa, bir adım sonrası örgütlülük, bilinç, mücadeledir.

Dinler insanlık tarihi kadar eskidir ve onların tümü birer “teolojik kurtuluş ütopyasıdır.” Teolojik ütopyayı gökyüzünden yeryüzüne indiren Thomas More, Campenella gibi ütopiklerdir, onları da örgütlü, bilinçli, mücadeleci bilimsel ütopyayla ayakları üstüne oturtanlar Marks ve Engels’tir. Ölümden sonra kurtuluşun yaşarken mümkün olduğunu kanıtladılar: Cennet için ibadet eden işçi sınıfını ve yoksulları komünizm ütopyası için mücadele etmeye yönelttiler.

Şu örgütsüz halimizin altında insanın ruhunu kaybetmesine eş değer bir ütopya yoksunluğu yatmakta.

Mülk sahibi devletler, Emevîler ve Romalılar, onların günümüzdeki devamcısı bütün kapitalist devletler, şimdi İsrailliler semavi dinlerden ütopyayı söküp attılar. Havralar, Kiliseler ve Camiler kapitalist sömürünün, hegemonyaların, savaşların karargahlarına dönüştü. Hala ütopya va’z eden din insanlarının sesi artık çok cılız. Cennet ütopyası bunların gözü dönmüş bağnazlıkları yüzünden halkın ufkundan kayboldu. İbadetle bu ütopyaya ulaşmaya çalışan yoksullar, şimdi cüzdanlarındaki kredi kartlarıyla umutsuz bir fiili “hırsızlık” bataklığında. Dev bankalardan birkaç kuruş koparmak için kredi kartları arasında cambazlık yapıyorlar. Varoşların yoksul gençleri ise ortalığı kasıp kavuran mafya oligarklarının harcanacak tetikçileri olmak için can atmakta. Daha beteri ise bu dünyanın vicdansız hayatından uzaklaşmak için uyuşturucu bataklığına koşmakta.

Gökyüzündeki ütopyanın başına gelenler, yeryüzündeki ütopyanın da başına geldi. Sömürüsüz, savaşsız bir dünya, reel sosyalizmin kendi içinde büyüttüğü “bürokratik dejenerasyonla” çöktü. Devrimci ve bilimsel ütopyaya dört elle sarılan milyarlık toplumlardan zombiler gibi bir ahlaksızlar ordusu fışkırdı. Kapitalizmin kalelerini fethe kalkan halkların öncüleri reel sosyalizmle birlikte neredeyse yok olmanın eşiğine geldi. Barışın kaleleri diye vargüçle savunulan Sovyetler Birliği’nin iki ülkesi Ukrayna ve Rusya birbirinin kanını döküyor, Mao’nun Kızıl Kitap’ını okuyup Sovyetlerden daha iyi bir komünizm hayali besleyenler,  Çin’in ABD’yle kavga ederek dünya kapitalist pazarını paylaşması karşısında ruhsal çöküntüye girdiler. Böylece dinlerin ütopyaları gibi, yeryüzünün ütopyası da insanlığın ufkundan silindi.

İster dini, ister dünyevi kurtuluşu bildiren ütopya yoksa, insanlık gelecekten hiçbir şey bekleyemez. Bireysel çaresizlik insanı nasıl ya intihara ya da şizofrenik saldırganlığa sürüklerse, toplumlar da ütopyalarını kaybettikleri zaman aynı duruma yuvarlanırlar. Nükleer intihar karşısında tepkisizleşir ya da hiçbir olumlu perspektife sahip olmayan egemen sınıfların kör aletine dönüşürler.

İnsanlığa yeni bir ütopya gerekir.

Dinleri, onlar görünür bir süreçte yaşamaya devam edeceklerine göre devletlerden özgürleştirmek ütopyayı “onarmanın” bir yoludur. Şimdi yapılması gereken, gökyüzündeki ütopyayı yeniden yeryüzüne indirmektir.

“Paradigma iflas etmiştir.” Yeni paradigmayı nerede bulacağız? Marks ve Engels’in yeryüzüne indirdiği ütopyayı yeniden nasıl canlandıracağız? İkinci Enternasyonal’de “reform her şey, amaç hiçbir şey” diyenlerin ütopyayı hiçleştirmesine karşı ne yapıldıysa onu yaparak. Lenin ve arkadaşları hiçleşmek üzere olan ütopyayı devrimci süreçte canlandırırken emeğin dünyası yeni bir inançla ütopyaya ulaşmak için devrim saflarına koştu.

Şimdi koşulacak devrimci süreç var mı?

Görmek isteyen gözlerin görebildiği bir devrimci sürecin içindeyiz. Üçüncü Dünya Savaşı ya bu devrimci süreç sayesinde barışa evrilecek ya da savaş var olan devrimci sürecin zaferine yol açacak. Bu devrimci sürecin adı Demokratik Konfederalizmdir. Rojava’da ilk adımını atmıştır. İnsanlığı intihardan ya da delirmekten kurtaracak olan ütopya artık gözlerimizin önünde şekilleniyor. Şekillenen ütopya “cinsiyet özgürlükçü, ekolojik ve komünal sosyalizmdir.” Ütopyasızlığın yarattığı kitlesel ahlaki yozlaşmanın çaresi, tarihsel bir dönemi göze alarak, devrimin hazırlığını “ahlaki-politik toplumu” çetin mücadeleler sürecinde adım adım inşa etmektir. “Ahlaki-politik toplum” gerçekleşebilecek olan ütopya olmaksızın inşa edilemez.

Ve devletlerin ütopyası çürütülmüş dinleri egemenlikleri için kullanmalarına karşı “demokratik laiklik”, dini ütopyayla ladinni ütopyayı, yani öbür dünyadaki “cennet” ütopyasıyla bu dünyadaki “sosyalizm” ütopyasını barıştırmaktır.

Nasıl?

Dindarla devrimcinin devletlerden tam kopuşunu sağlayarak. Devlet dinciliğinden ve sınıf işbirlikçiliğinden mutlak bir şekilde koparak.

Bu artık bir tercih olmaktan çıktı. İnsanlığın ve ekolojik hayatın varlık-yokluk sorunu haline geldi. İkilem trajik boyutta: Ya sosyalizm, ya barbarlık.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.