Güncel

Anlamak, eleştirmek, hakkaniyet, ölçü ve seviye

İlham BAKIR yazdı —

  • Kürt Özgürlük Hareketi dışında kalan Kürt cephesinde bazı seviyeli değerlendirme, analiz ve yorumlar dışında “ihanet, teslimiyet, Türk devletinin ajanlığının yapıldığı” gibi bulduğu her fırsatta Kürt Özgürlük Hareketi’ne kin ve nefretini kusan zehirli dil ile karşı karşıyayız.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın silahlı mücadeleyi durdurma ve örgütünü feshetme ve mücadelenin sivil ve demokratik yöntemlerle sürdürülmesi kararını açıklayan mektubunun ardından Kürtler cephesinde olduğu kadar, başta Kürdistan’ı işgal altında tutan bölgesel emperyalist güçler olmak üzere, Avrupa ve ABD siyasetinde de bu mesele tartışılan, gündeme oturan başlıca konulardan biri oldu. Sayın Öcalan’ın aldığı ve örgütünce de kabul edilen bu karar, sadece Türkiye üzerinde değil, bütün Ortadoğu üzerinde ve Ortadoğu’da hesapları olan güçler üzerinde etkisini gösterdi. Kürtler ve Türkiye dışındaki siyasette, basında, kamuoyunda bu kararın etki ve sonuçları öncelikle çıkarların gerektirdiği yönlerden tartışılsa da daha objektif olarak ele alındı ve değerlendirildi. Kürt cephesi ve Türkiye’de ise bu kararla ilgili değerlendirmeler, analizler, yorumlar kelimenin tam anlamıyla bir hamaset ve sloganlaşmış değerlendirmeler deryasında bir kakofoniye dönüşmüş durumda.

Kürt Özgürlük Hareketi periferisinde yer alan ve son elli yıldır Kürtlerin inkar ve imhaya karşı verdikleri mücadelenin merkezinde yer alan, bu mücadeleyi sahiplenen ve bunun için de muazzam bedeller ödeyen kitle bu belge okunduğunda başlangıçta ciddi bir afallama yaşadı. Öyle ya, belgede silah bırakma ve örgütü feshetme karşılığında Kürtlere ne verileceği yazılmıyordu? Bunca mücadele boşuna mı verilmişti? Kafasında bu türden soru işaretleri belirse de bunca yıldır yakından tanıdığı, bildiği, bu halkın özgürlüğü için ödediği bedeli bildiği Önderliğine ve örgütüne güveni tamdı. Bu soru işaretlerinin yanına hep şunu da koydu. “Vardır Önderliğin bir bildiği. Önderliğin kararını sahiplenen örgütün vardır bir bildiği”.

Paradigma değişikliğinin kitlelere doğru anlatılması ve kavratılması o kadar kolay bir şey değildir. Kendisiyle yıllarıdır kullandığı mücadele araç ve yöntemleri arasında, örgütü ve partisi arasında ciddi bir duygusal bağ oluşmuştur. Şimdi bunların feshedilmesi, değiştirilmesi elbette bunun etrafında kenetlenmiş halkta bir takım duygusal kırılmalara yol açar. Ama bu halk, Önderliğine, örgütüne inanır, güvenir. Bitirilen, değiştirilen şeyin mücadele değil bir mücadele yöntemi olduğunu kısa süre içerisinde kavramaya ve yeni tip mücadele şeklini sahiplenmeye başlar. Bu halkın bu anlamda büyük bir kavrayış gücü ve feraseti vardır.

Türkiye cephesinde, Türkiye siyasetinde, basınında, kamuoyunda bu mesele bazı istisnalar hariç yine bilindik teranelerle dile getirilmekte, bir tartışmadan ziyade önkabul ve önyargılar üzerinden bir hamaset fırtınası koparılmaktadır. İktidar cenahında, “örgütü yendik, dize getirdik, teslim aldık” kabilinden bir zafer fırtınası estirilmeye çalışılıyor. Bunun karşı cephesindeki muhalefet özellikle de ulusalcı cephe nezdinde ise Kürtlerin emperyalistlerin piyonu olduğu, emperyalistlerin bir Kürt devleti kurduracağı, mevcut iktidarın saltanatını sürdürebilmek için Kürtlerle işbirliği yaptığını, Kürtlerin iktidarla bir olarak muhalefeti sattığı minvalinde içi boş ve yıllardır ileri sürdüğü argümanları tekrar edip durmaktadır. Her iki cephede de çağrının ne anlama geldiği, bunun halklara nasıl kazandıracağına dair en ufak bir tartışma yok nerdeyse.

Kürt Özgürlük Hareketi dışında kalan Kürt cephesinde bazı seviyeli değerlendirme, analiz ve yorumlar dışında “ihanet, teslimiyet, Türk devletinin ajanlığının yapıldığı” gibi bulduğu her fırsatta Kürt Özgürlük Hareketi’ne kin ve nefretini kusan zehirli dil ile karşı karşıyayız yine ne yazık ki. Elbette Kürtler adına siyaset yapmak kimsenin tekelinde değildir, herkes kendi ideolojik tasavvuru dahilinde bir mücadele yürütür ve bu tasavvurlar birbiriyle asgari müştereklerde uzlaşabileceği gibi külliyen çatışabilir de. En cepheden karşı olduğun yerde bile verilen mücadelenin büyüklüğü, derinliği ve ödenen bedeli hakkaniyet ölçüleri içerisinde gözünde tutarak eleştirilerin geliştirilmesi ve düzeyli bir dilin tutturulması gerekir. Kendilerinin Kürtler adına bugüne kadar ne yaptıklarını ne kadar bedel ödediklerini göz önünde bulundurarak eleştiri yapmaları gerekir. Oysa bu kesimlerin ne siyasi öncülüklerinin ne de kendilerine yazar, sanatçı, aydın diyen kesimlerinin büyük bir kısmının ne yazık ki ne hakkaniyeti esas alan bir yaklaşımları ne de asgari nezaket ölçüsü taşıyan bir dilleri var.

Bu konuda ne tür bir seviyesizliğin yaşandığını kendine sanatçı diyen, Kürt müziğinin önemli bir temsilcisi olarak gören Nizamettin Ariç’in eleştiri adına kullandığı müptezel dile bakmak yeterli. Siyaseti, siyasetçileri eleştirmek, en sert eleştirileri yöneltmek sanatçıların, aydınların sadece hakkı değil aynı zamanda görev ve sorumluluğudur da. Fakat eleştiri ile hakaret ve küfrü bile hala birbirinden ayırt edemeyen birinin Kürt sanatçısı olma payesiyle milyonlarca insanın önderi olarak gördüğü ve büyük sevgi ve bağlılık duyduğu bir Kürt önderine en seviyesiz şekilde hakaret edişini eleştiri saymak mümkün değildir.

Başta Kürt sanatçıları ve siyasetçileri olmak üzere herkesin Nizamettin Ariç şahsında en bariz teşekkülünü bulan bu seviyesiz dile ciddi itiraz etmesi ve tepki göstermesi gerekir. Sanat hayatının önemli bir bölümünde Kürtçe şarkıları Türkçe söyleyerek Türk kültür pazarına pazarlayan, yıllardır Avrupa’da yaşamanın konforu içerisinde bir bedel ödemeden sanat "icra" eden, Kürt olmanın sadece kaymağını yiyen birinin ayrıca Kürtlük ve yurtseverlik ölçülerini belirleyen laflar etmesi de son derece gülünç ve ironik kalıyor.

paylaş

   

Güncel

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.