Ateşkese rağmen hangi politika ve neden?

Ziya ULUSOY yazdı —

  • İktidarın isteği ve gücü değil, başta Kürt halkı ve KÖH olmak üzere, Türkiye halklarının demokratik ve sosyalist güçlerinin bugüne gelen mücadelelerinin birikimi ve güç ilişkisi belirler.

Kürt Özgürlük Hareketi’nin (KÖH) ateşkes kararına rağmen, 4-6 Mart tarihleri arasında, Erdoğan rejimi, 828 saldırı düzenledi. Bu saldırlar, uçak ve SİHA’lar ile havadan, top ve füze atışlarıyla karadan gerçekleştirildi. Saldırı alanları ise genişliğiyle dikkat çekti. Tışrîn barajı ve Kobanê kırsalından, Güney Kürdistan’da Amediye, Zap, Xakurkê ile Süleymaniye kırsalına değin uzanıyor. Tışrîn-Qarakozaq’da karşılıklı ateşkes, Kobanê-Serêkaniyê hattında ise yıllardır varolan ateşkes anlaşmalarına rağmen saldırıların Rojava’da da durmadığı görülüyor.

Sayın Öcalan’ın stratejik “demokratik dönüşüm” açıklamasına ve Kandil’in de tek taraflı ateşkes ilan ederek “demokratik dönüşümü anlayış olarak kabul” ettiğini deklere etmesine rağmen saldırılar neden sürüyor? Hangi politikanın yansıması?

Basına yansıyan bazı tartışmalarda iddia edildiği gibi yalnızca görüşmelerde el yükseltmek için mi Saray güç kullanıyor? Daha uzun vadeli hesaplanmış politikayı mı yansıtıyor?

Benzeri sorular tutuklama saldırıları için de geçerli. Bu saldırılar da “el yükseltme”yle sınırlı değil, daha uzun vadeli uygulanacak politikanın ifadesi.

Öncelikle vurgulamak gerekir ki, önüne çatışmasızlık/ateşkes konması kabullenilmemiş barış için süreç ağır saldırı ve hesapları barındırır. Bunu savaşan KÖH herkesten daha fazla bilme imkanına sahip. Bu tehlikeyi KÖH’e savaş dışı alandan önermek naifçe bir tavır olur.

Erdoğan rejimi savaş saldırlarını ve tutuklama dalgalarını, anlaşılan, sürecin getirmesi gereken demokratikleşme basıncını, isteğini engellemek, görüşmeler Kuzey’de devrimci savaşa son verme/demokratik mücadeleye geçişle sonuçlansa bile, demokratik mevzilerin fiili ve yasal olarak çok az olmasını sağlama politikası izliyor.

Örneğin varsayalım görüşmelerde geniş çaplı demokratik/yasal düzenlemeler üzerine anlaşma yapılmış olsa bile, fiilen ve yasal olarak silahsızlandırmayı sağlamanın aracı olması zorunlu olan infaz indirimi (1991’dekinin KÖH mensuplarını ve gerillaları kapsayan biçimiyle) ve yasal alanda uzun olmayan bir süreyle sınırlı (partiler, kitle örgütleri ve belediyeler üzerindeki) baskıyı azaltma olabilir. Bu süre sonunda yeniden özellikle partilerin, belediyelerin, kitle örgütlerinin, sendikaların özgürce çalışmasına, mücadele ve örgütlenmelerine baskıyı artırmayı öngören bir politika.

Faşizm gerileme yönündeki kitle desteğini, Kürt düşmanı kirli ve işgalci savaşı ve şovenizmi yükselterek sürdürebildi. Görüşme sürecinde de buna özen gösteriyor. KÖH’ü ve liderlerini kriminalize eden “terör”, “bölücülük”, “sorun çıkarırlarsa omuz üzerinde baş bırakmayız”, bütün devrimci hareketi kapsayan kriminalizasyon olarak “terörsüz Türkiye’yi gerçekleştiriyoruz”, “güçlü iktidar” ajitasyonunu yoğunlaştırıyor.

Bununla, KÖH’ün “yenildiği için barış yapmak zorunda kaldığı”, kirli savaşın zaferinin ajitasyonunu yaparak destek aldığı Türk halkını şovenist zehirlenme içinde tutmak, demokratik ve sosyalist gelişme yoluna karşı bir safta tutmak istiyor. Bu yolla demokratik gelişmeyi önleyecek politika(lar)ı, her türden yetkinin Saray’da toplandığı rejimi az ve kısa süreli esnemeyle sürdürebileceğini, sürdüreceğini hesaplıyor. 

Öte yandan Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ve halk savunma gücünü budamak ve tasfiye etmek istiyor. Ateşkese bu nedenle uymuyor. Suriye’yi bölen SDG ve Özerk Yönetim değil, Erdoğan iktidarı olduğu halde, şimdi mevcut HTŞ iktidarıyla büyük ölçüde yuttuğu, dahası Kuzey ve Doğu Suriye’yi de yutarak tamamlayacağı yutmayı “Suriye’nin bütünlüğünü korumak” olarak sunuyor.

Toplam olarak da Kürt hareketini bütün alanlarda silahsızlandırmak istiyor. Hem de savaş cangılının sürdüğü, büyük ve küçük silahlı güçlerin kaosa çevirdiği bölgede bunu istiyor.

Erdoğan rejimi, ihtiyaç duysun duymasın bu politaka(lar)ı uygulamak istiyor. Fakat iktidarın isteği ve gücü değil, başta Kürt halkı ve KÖH olmak üzere, Türkiye halklarının demokratik ve sosyalist güçlerinin bugüne gelen mücadelelerinin birikimi ve güç ilişkisi belirler.

 Demokratik, devrimci ve komünist güçler, Türkiye cephesinde demokratik barış talebini ve işçiler ile tüm ezilen kesimlerin haklar elde etme mücadelelerini yükselterek içte ve Rojava’da süren bu durumu değiştirebilirler. İşçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü ve destek kitlelerini bu yolla büyütebilirler.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.