“Biz başta Ermeni’yi dövdürmeyecektik”: Ya da ezen ulus aydının riyakarlığı…
Cihan DENİZ yazdı —
- Aynı oyun defalarca tekrar etmiş olmasına rağmen Ermeniler, Kürtler ve diğer tüm ezilenler dün değil, bugün burnunuzun dibinde “dayak” yerken sessiz kalarak yaşananları açık veya örtük bir şekilde destekleyip sonra da başınız sıkıştığında “Biz başta Ermeni’yi dövdürtmeyecektik” demenin bir anlamı, bir değeri yoktur.
“Bir Ermeni, bir Kürt ve bir Türk…” diye başlayıp, “Biz başta Ermeni’yi dövdürmeyecektik” diye biten fıkra hepimizin malumudur.
Sırayla ilk önce Ermeni’nin, sonra Kürt’ün ve en nihayetinde de Türk’ün dayak yediği bu fıkrayı tekrar burada anlatmanın gereği yok. Çünkü bu fıkra o kadar sık anlatılmaktadır ki hepimiz onu artık ezberledik.
Nasıl ezberlemeyelim ki?
Kendini bu coğrafyanın gerçek sahibi zanneden ezen ulusun “aydınları”, “solcuları”, “demokratları” ne zaman iktidarın daha önce Ermenilere, Rumlara, Süryanilere, Kürtlere, Ailevilere ve bu coğrafyanın diğer tüm ezilen halklarına ve inançlarına gösterdiği tekçi, inkarcı, baskıcı yüzü kendilerine yönelse hep bu fıkrayı anlatır dururlar. Sopa kendi kafalarına indiğinde Ermeni’nin, Kürt’ün yediği dayak akıllarına gelir.
Fıkrada atılan dayaklar bu coğrafyanın son yüz, yüz elli yılının kısa bir özetidir asında. Bu coğrafyada iktidarda kim olursa olsun, hangi parti olursa olsun oyunun kuralları asla değişmemektedir; halkları, ezilenleri parçala, onların biraya gelmesine izin verme, onları birbirine karşı kışkırt ve bu şekilde yönet. Bu Osmanlı padişahları için de, İttihatçılar için de, Kemalistler için de ve ’50 sonrası hükümet kurmuş partiler ve bunların ardında her daim ülkeyi yönetmiş derin yapılar için de böyledir.
Tekçilikten, ceberut devlet anlayışından sadece bu coğrafyanın ötekileri değil, sırası geldiğinde tüm beyazlıklarıyla “Türkler” de nasibini almaktadır. Bundan nasibini aldıklarında, kendilerini de ötekileştirilmiş ve dışlanmış ve baskı altında hissettiklerinde bu fıkra akıllarına gelir ve iç geçirerek “Biz başta Ermeni’yi dövdürmeyecektik” derler. Tıpkı Gezi sırasında “İstanbul’un, İzmir’in, Ankara’nın, Eskişehir’in göbeğinde bize bunu yapan Kürtlere kim bilir neler yapmıştır” diyenlerin belki de hayatında ilk kez Kürtler ile empati yaptığında olduğu gibi.
Fakat örneklerini defalarca yaşayarak gördüğümüz gibi, maalesef bu durum çok kısa sürer. Başka halkların, inançların yaşadıkları acılarla empati kurma, geçmişten ders çıkarma hali, daha doğrusu empati kuruyormuş, ders çıkartıyormuş gibi olma hali hemen uçup gider. Baskıyı artık hissetmediklerinde veya daha acısı, maruz kaldıkları baskılara alıştıklarında ve yaşadıkları onlara artık baskı gibi gelmediğinde veya çoğunlukla da milliyetçi hisleri yaşadıklarını gölgelediğinde artık bu empati kurma hali, ders çıkarma hali son bulur.
Bir kez daha, kendilerini çağıran iktidarın peşinden giderler. İktidarın ezilenleri böl ve yönet stratejisine eklemlenirler, İktidarın oyununa gelip bir sonraki adımda kendilerinin yiyeceği dayağı akıllarına getirmeyip kendileri dışındakiler dayak yerken sessiz kalırlar; sessizlikleriyle bu suçun ortağı olurlar. Hatta çoğu zaman da bizzat dayağı atan olurlar. Ama sıra bir kez daha kendilerine geldiğinde papağan gibi yine “Biz başta Ermeni’yi dövdürmeyecektik” derler.
Bugün de olan tam olarak bu değil mi?
İktidarın otoriterliğinden, totaliter yönelimlerinden, yaşam tarzlarına müdahalelerinden şikayetçi olanlar, her zaman olduğu gibi, burunlarının dibinde Ermeniler bir kez daha soykırımla, binlerce yıldır yaşadıkları zorla topraklarından sürülmekle yüz yüzeyken ve yaşadıkları tüm coğrafyalarda Kürtlere karşı adeta bir imha savaşı yürütülmekteyken, yine en iyimser tabirle derin bir sessizlik içindedir. Ve maalesef kendine solcu, sosyalist, devrimci diyenlerin ezici bir çoğunluğu da buna dahildir.
Aynı oyun defalarca tekrar etmiş olmasına rağmen Ermeniler, Kürtler ve diğer tüm ezilenler dün değil, bugün burnunuzun dibinde “dayak” yerken sessiz kalarak yaşananları açık veya örtük bir şekilde destekleyip sonra da başınız sıkıştığında “Biz başta Ermeni’yi dövdürtmeyecektik” demenin bir anlamı, bir değeri yoktur. İlk söylediğinde bir anlam taşıyan bu söz artık ezen ulus kibrinin dışa vurduğu bencilce bir tepki olabilir ancak. Başkalarının acılarını değil kendi acısını ve yaşadıklarını merkeze koyan bu ezen ulus “aydın” tavrının aydın olmakla, demokrat olmakla, solcu olmakla, devrimci olmakla yakından uzaktan bir alakası yoktur.