Barış olmadan yumuşama da olmaz

Cihan DENİZ yazdı —

  • Barışı ana gündemi yapmayan bir normalleşme tartışması, sadece sorunların ana kaynağına dokunmayacağı için yaşanan kriz halinin daha da derinleşmesi dışında bir sonuç üretmeyecektir.

Seçimin üzerinden bir aydan fazla zaman geçti. Seçimlerde ortaya çıkan sonuç, Türkiye siyasetinde adeta bir deprem etkisi yarattı ve tüm taşları yerinden oynattı. Tüm aktörler ortaya çıkan bu sonuca göre pozisyon almaya ve yeni oyunlar kurmanın hesaplarını yapmaya başladılar.

Türkiye siyasetinde meydana gelen çalkantıların merkezinde doğal olarak iktidardaki AKP, MHP ve Ergenekoncu/ulusalcı kimi kesimler arasında kurulmuş blok vardır. Daha önce de bu köşede belirtildiği gibi, AKP’nin cemaatle yollarını ayırması sonrası temelde Kürt sorununa barışçıl çözüm arayışlarının reddi ve Kürt kazanımlarının tasfiyesi temelinde kurulan mevcut iktidar bloku, AKP için bir tercihten ziyade bir zorunluluktu. Ve tam da bu nedenle taraflar arasındaki ilişki asimetrik bir karaktere sahiptir. Bu yapıda iktidarda kalmaya devam etmenin karşılığında AKP’nin rolü, sahip olduğu desteğe ve oy gücüne rağmen, belirleyici olmaktan çok Kürt sorunu başta olmak üzere stratejik konularda diğer taraf tarafından belirlenmiş politikalara toplumsal meşruiyet kazandırmaktır.

Ama bu seçim sonuçları, AKP’nin tam da bu işlevini artık eskisi gibi yerine getiremediğini göstermektedir. Arkalarında eskisi gibi bir toplumsal desteğin olmadığının ve dolayısıyla da eskisi gibi kolaylıkla rıza üretemediklerinin ortaya çıkması, mevcut iktidar bloku içindeki güç dengesinde onların ellerini zayıflatmıştır.

Tersinden ise, bu iktidardan temel ve aslında yegane beklentisi iktidarda kalmaya devam etmek olan AKP’nin içindeki kimi kesimler ise seçimlerde yaşanan yenilginin nedeni olarak MHP ve Ergenekoncu kesimlerle kurulan ittifakı ve izlenen “milliyetçi” siyaseti görmektedir. Ve çözüm onlara göre AKP’nin “fabrika ayarlarına” dönmesidir. Yine AKP cephesinde kendilerini MHP’ye adeta mahkum eden mevcut seçim sisteminin değiştirilmesi, cumhurbaşkanı olmak için gerekli yüzde elli şartının kaldırılması yönünde sesler yükselmektedir.

Buna bağlı olarak da, AKP’li Meclis Başkanı, bir kez daha gündeme gelen ama kimsenin nesinin yeni, nesinin sivil olduğu hakkında zerre fikrinin olmadığı “yeni” ve “sivil” anayasa için Meclis’teki partilerle görüşmeler yapmaktadır.

Cumhurbaşkanı ise seçim sonrasında yumuşama ve normalleşme söylemine sarılarak daha düne kadar bırakın görüşmeyi varlığına bile tahammülü olmadığı CHP Genel Başkanı ile görüşmektedir. Amacı açıktır ki mevcut iktidar denklemi içinde elini güçlendirecek hamleler yapmakta ve bu şekilde MHP’ye olan bağımlılığını dengelemeye çalışmaktadır.

Yine yargı içinde seçim sonuçlarıyla birlikte daha da kızışan güç mücadelesi ve özellikle de eski Ülkü Ocakları Başkanı’nın öldürülmesi ile ilgili açılan dava üzerinden yaşananlar da iktidar bloku içindeki çalkantının birer yansımasıdır.

“Türkiye sadıkta kurulmadı” diyen MHP açısından ise seçim sonuçlarının ancak AKP ile ittifakı ve AKP üzerindeki hegemonik gücü bağlamında bir anlam ifade etmektedir. Seçimlerdeki açık başarısızlığa rağmen, seçim sonuçlarının belki de en az tartışıldığı ve en az gündeme geldiği parti MHP’dir.   

Dolayısıyla da, şu anda Türkiye siyasetini en çok meşgul eden “normalleşme”, “yumuşama”, “yeni anayasa” gibi konular, işte bu iktidar mücadelesi bağlamında ele alınmalıdır. Bu normalleşme tartışmaları, tarafların kendilerine güç toplamak için, yeni dengeler kurmak için, CHP özelinde kendilerine iktidar blokunda yer açmak için yaptığı hamleler dışında bir anlamı yoktur.   

Sadece son birkaç gün içinde çoğunluğu siyasi parti üye ve yöneticisi neredeyse yüze yakın kişinin siyasi faaliyetleri gerekçe gösterilerek gözaltına alınması, 1 Mayıs için sokağa çıkanların maruz kaldığı muamele bile bizlere ezilenler cephesinden çok da değişen bir şey olmayacağını, iktidarın kendi sınıfsal ve siyasi normalinden ayrılmadığını göstermektedir.  

Bu haliyle yani bir iktidar mücadelesi olarak bu tartışmanın halklar ve ezilenler için anlam ifade edecek bir yanı yoktur. Çünkü bu “normalleşme” tartışması Türkiye’nin yaşadığı siyasi, ekonomik, yargısal, ahlaki, diplomatik tüm krizlerin merkezinde duran barış konusunu kasıtlı olarak görmezden gelmektedir. Bugün eğer siyaset bu haldeyse, ekonomi adeta iflas etmişse, ahlaki çürüme toplumun tüm hücrelerine kadar yayılmışsa, yargı sistemi bu kadar çürümüşse, bırakalım birinci derece mahkemelerin kararlarını Anayasa Mahkemesi kararları bile göz göre göre çiğnenebiliyorsa, diplomaside her alanda bu kadar sıkışmışsa; bunun en temel sebebi Kürt Sorunu’na çözümsüzlükte ısrardır; barışa dönük tahammülsüzlüktür. Çözümsüzlük ısrarı ülkeyi tüm kurumlarıyla, değerleriyle çürütmüştür ve çürütmeye devam etmektedir. Barışı ana gündemi yapmayan bir normalleşme tartışması, sadece sorunların ana kaynağına dokunmayacağı için yaşanan kriz halinin daha da derinleşmesi dışında bir sonuç üretmeyecektir. Tıpkı ekonomik krize sözde çare olarak açıklanan paketin ezilenlerin sırtındaki yükü daha da ağırlaştırmaktan başka bir sonuç doğurmayacak olması gibi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.