Çürüten siyasete karşı demokratikleştiren siyaset
Cihan DENİZ yazdı —
- Kürt siyasi aklının öncülüğündeki demokratik siyaset ile bunun dışındaki “Türk” siyaseti arasındaki nitelik ve kalite farkını bir kez daha ortaya koydu.
Pazartesi günü DEM Parti, Diyarbakır’da düzenlediği iki ayrı etkinlikle 31 Mart yerel seçimleri için barış ve demokrasi güçlerinin belediye eşbaşkan adaylarını tanıttı.
Gerek aday belirlenmesinde izlenen yol ve gerekse de aday tanıtım etkinliklerinde verilen mesajlar, Kürt siyasi aklının öncülüğündeki demokratik siyaset ile bunun dışındaki “Türk” siyaseti arasındaki nitelik ve kalite farkını bir kez daha ortaya koydu.
Bir yanda Türkiye’de demokratik ve sivil alanın her gün iktidar eliyle biraz daha daraltılmasına karşı “yeniden ve yerelden demokrasi” şiarıyla barışın, demokrasinin ve özgürlüklerin yeniden hakim kılınması için her türlü baskı ve bedeli göze alarak yola çıkan bir çizgi…
Demokrasiden sadece seçimi, oy vermeyi anlayan ve kazananın her yaptığını anayasa, yasa, uluslararası hukuk ilke ve değerlerini zerre kadar umursamadan sadece seçimi kazandığı için “meşru” gören “çoğunlukçu” anlayışa demokrasiyi sadece seçim gününe, oy vermeye indirgeyip çoğunluğun her yaptığını “meşru” gören çoğunlukçu anlayışa karşı, bu çizgi demokrasinin her an’a, en basitinden en karmaşığına tüm ilişkilere hakim olması gereken bir değerler ve ilkeler bütünü olarak görmektedir. Bu çizgi iktidar olmayı değil, radikal demokrasi esprisiyle demokrasiyi tabandan başlayarak yeniden inşa etmeyi hedeflemektedir.
Aynı şekilde, mevcut otoriterleşme ve totaliterleşme eğilimi önündeki en büyük engellerden birinin kadın mücadelesi olduğunun bilincinde olan iktidar, her yöntem ve araca başvurarak, kadın mücadelesinin kendisini ve kazanımlarını suçmuş gibi göstererek bu engeli ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Toplumu mutlak olarak düşürmenin yolunun kadını her alanda bağımlı hale getirmekten geçtiğini bilen iktidarın her türlü baskı ve tehditlerine, kriminalize etme çabalarına karşı eşbaşkanlık anlayışının tavizsizce savunulması, tam da bugün çok daha anlamlı ve önemlidir. Çünkü bu erkek egemen zihniyete karşı her alanda eş yaşam ve birlikte yönetmenin savunulması, iktidar blokunu oluşturan partilerin, bu bloku destekleyen oluşumların her alanda kadın mücadelesinin kazanımlarının ötesinde bizzat kadının toplumdaki varlığına açtığı savaş karşısında kadınların kararlılığını ortaya koymaktadır. Kadın karşıtı anlayışlar “Türk” siyasetinde her geçen gün daha fazla ağrılık kazanırken, kadın özgürlüğünde ve buna bağlı olarak da eş başkanlıkta ısrarı aslında gerçek demokrasi çağrısı anlamına gelmektedir.
Toplum ve kadını olduğu gibi mevcut iktidar anlayışı doğayı, üzerindeki canlı cansız her şeyi de sadece bir nesne gibi görmektedir. Örneklerini coğrafyanın her bir köşesinde görebildiğimiz gibi, bu anlayışın doğaya ilişkin tek hedefi yer altı ve yer üstü kaynaklarının talanı ve sömürüsüdür; kıyıların ormanların, tarım arazilerinin ranta açılmasıdır. Buna karşı demokratik siyaset ise tam tersine doğayı üzerinde her türlü tasarrufun yapılacağı bir nesne olarak görmeyen, insanı doğanın sahibi olarak kabul etmeyen ekolojik bir yaklaşımı savunmaktadır.
Bu seçim süreci açısından mevcut siyasi anlayış ile demokratik siyaset anlayışı arasındaki en bariz farklardan biri de, ittifak anlayışı ve adayların belirlenme yöntemidir. Demokratik siyaset dışında ister iktidar veya sözde muhalefet açısından ittifaklar değerler veya ilkeler üzerinden değil, sadece koltuk pazarlığı ve çıkar üzerinden kurulan veya bozulan bir şeydir. Bu ittifak anlayışında herkes kedini daha yüksek bir fiyata pazarlamanın, daha fazla sayıda koltuk kapmanın derdindedir. Eskiden muhalefette olanların şu anda iktidar partisinden aday gösterilmesi veya tersine geçmişte iktidar partisinde yer almış olanların bugün “muhalefet” tarafından aday gösterilmesi, demokrasinin değil çürümüş bir siyasi anlayış ve yapının bir sonucudur. Sözde milliyetçi ve muhafazakar bir partinin genel başkanının düğünlerde “bıçak kesmiyor” deyip bahşiş koparmaya çalışanlar gibi “bize bir belediye vermezseniz partimi seçime motive edemem” demesi bu yozlaşmış ve çıkarcı anlayışı çok güzel özetlemektedir aslında. Buna karşı demokratik siyaset ise demokratik ulus ittifakı anlayışı ile hareket etmektedir. Burada amaç daha fazla koltuk, rant, çıkar değildir. Buna bağlı olarak da demokratik siyaset adaylarını geçmiş deneyimlerin de bir özeleştirisi olarak topluma rağmen tepeden yapılan dayatmalarla değil ön seçimle belirlemiştir. Demokrasi ve özgürlüklerin büyük saldırı altında olduğu bir süreçte bile adayların en geniş katılımla ön seçimle belirlenmesi ve ön seçimlerde çıkan sonuçların aday belirlemede yegane kıstas olarak alınması da, yukarıda belirtilen diğer tüm noktalarda olduğu gibi, bu coğrafyada demokrasi ve özgürlüklerin kazanılması açısından oldukça önemli ve yol göstericidir ve bundan sonraki seçimler açısından da çerçeveyi çizmiştir.
Sonuç olarak, bu seçimde iki çizgi arasında bir mücadele olacaktır. Bir yanda her türlü farklılığı, kimliği yok sayan tekçiliğin farklı tonları, sadece kendisi çürümüş olan değil aynı zamanda toplumu da halkları da çürüten, kirleten bir siyaset anlayışı diğer tarafta ise kendisi ile birlikte toplumu da demokratikleştirmeyi ve özgürleştirmeyi hedefleyen çizgisi. Dolayısıyla da, bu seçimde özgürlük çizgisi ne kadar güçlü olursa halklar, inançlar, emekçiler, kadınlar, gençler, LGBTİ+’lar ve ezcümle tüm ezilen kesimler sadece Kurdistan’da değil, tüm Türkiye’de daha fazla nefes alabilecektir. Ne olursa olsun iktidara kaybettirelim anlayışı değil, özgürlük çizgisinin alacağı güçlü sonuçlar, faşizmin saldırılarına set çekecektir. Tersi bir durum ise bu coğrafyanın ezilenler için daha da büyük bir cehennem haline gelmesi anlamına gelecektir.