Faşizm mi, halkların ortak evi mi?

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • AP seçimleri faşizm denilen mikrobun kapitalist modernitenin rahminde her daim yaşadığını ve elverişli koşullarda doğduğunu gösterdi. Şöyle bir denklem var: Ya faşizm savaşa sebep olur, ya da savaş faşizmi doğurur.

Üçüncü yeniden paylaşma amaçlı savaş nasıl ağır tempolarla ama giderek tırmanarak “süreç içinde" uzun yıllardır sürüyorsa, Avrupa’da faşizm de giderek hızlanan bir süreç içinde  tırmanıyor. AP seçimleri Avrupa’da neo-faşist, ırkçı, mülteci düşmanı ve İslamofobist partilerin tırmanışıyla sonuçlandı. Bu gidiş neredeyse on yıllardır devam ediyor.

Oysa vaktiyle her şey hızla olup bitmişti. Hitler 1933 yılına kadar henüz Almanya vatandaşı bile değildi. O yıl vatandaş oldu. Aynı anda iktidarı aldı. İki yıl sonra “iç savaş yasası” niteliğindeki Nürnberg yasasıyla Holokost süreci başladı. Dört yıl sonra ise insanlık İkinci Dünya Savaşı’na Polonya’nın istilasıyla ilk adımı attı. Hitlerin askeri stratejisi “yıldırım savaşı” adıyla anılıyordu. Sadece altı yıl sürdü, 60 milyon insanın ölümüyle sonuçlandı.

Şimdi ise savaş reel sosyalizmin çözüldüğü yıldan hemen sonra Birinci ve İkinci Basra savaşlarıyla başladı ve hala sürüyor. Ortadoğu’da sınırlanması düşünülen savaş Ukrayna’ya, yani Avrupa’ya sıçradı. O da hala sürüyor. İsrail’in Filistin’e karşı savaşıyla tırmanan bu savaşın en büyük cephelerinden biri olan Kurdistan’da, Türk devleti ile PKK arasındaki savaş neredeyse yarım asra ayak basmak üzere.

İddia ediliyordu ki, faşist hareketlerin ortaya çıkması, komünist hareketin yükselişine bir reaksiyondu. Bu tez iflas etti. Dünyada reel sosyalizm çöktü, komünist partiler güçten düştü. Ve görüldü ki, bu karşı devrimci süreç dünyaya ne demokrasi getirdi, ne barış. AP seçimleri faşizm denilen mikrobun kapitalist modernitenin rahminde her daim yaşadığını ve elverişli koşullarda doğduğunu gösterdi. Şöyle bir denklem var: Ya faşizm savaşa sebep olur, ya da savaş faşizmi doğurur. Birinci Dünya Savaşı, Almanya’ya dayatılan Versay anlaşmasının yıkıcı hükümlerine karşı oluşan tepkiyle faşizmi doğurdu, faşizm de İkinci Dünya Savaşı’nı. Ama hepsinin temelinde emperyalist sistemin pazarları paylaşmadan yaşayamayacağı gerçeği yatıyordu. Bugün de bu gerçek canlı. Paylaşma ilk aşamada giderek şiddetlenen ekonomik rekabetle başlar. Kim paylaşımdan zararlı çıkıyorsa o önce silahlanır, savaşa hazırlanır, bu hazırlık bütün emperyalistlerin de hazırlığını getirir. Sonra savaş…

Şimdi yaşadığımız savaş süreç içinde tırmanıyor. On yıllardır sürüyor. Irak’ı, Afganistan’ı, Filistin’i, Kurdistan’ı ve tüm Ortadoğu’yu içine çekti, Avrupa’ya sıçradı ve şimdi Avrupa devletlerinde neo-Nazi partilerin seçim başarısı faşizm demenin savaş demek olduğunu bilenler için tüm Avrupa’yı tehdit etmeye başladı.

Burada durup, Avrupa’daki Kürt özgürlük hareketine dönelim.

Şu anda tüm Avrupa’daki faşist tırmanışın yüzeydeki sebebi “mülteci sorunu.” Ama önceki dünya savaşındaki benzerlik çarpıcı. Avrupa’da o zamanlarda da mültecilere değil, Yahudilere karşı tarihsel Hıristiyan toplumdaki nefret faşizmin savaş hazırlığında rol oynadı. Savaş zayıf bir ihtimal olsa da Avrupa'ya yayılabilir.

Bu durumda Avrupa’daki Kürt toplumuyla ilgili ilk aklıma gelenleri kısaca not edeceğim.

Nefret objesi haline getirilen Avrupa’daki Müslüman toplumlar içinde, Kürt halkı dinine ne kadar bağlıysa, o kadar da insan haklarına, demokrasiye, barışa, kadın özgürlüğüne, laikliğe, bütün dinler ve mezhepler arasında barışa o kadar bağlı en güçlü demokratik güçtür. 

En kısa zamanda “mülteci sorununu çözmekte Başkan Apo’nun potansiyel rolü” güçlü bir şekilde dile getirilebilir. Mülteci akınının başlıca sebebi yoksulluğu katmerleştiren Ortadoğu’daki savaştır ve Öcalan özgür olduğu gün elli milyonluk Kürt halkını ve onun yüzbinlerce öz savunma gücünü birleştirerek bu savaşı durdurur. Türkiye’nin savaş dışı kalması demek, Avrupa’nın korkuyla baktığı Türkiye’de varolan altı-yedi milyonluk mültecinin kendi ülkelerine dönmesi sonucunu verir.

Avrupa vatandaşı olan Kürtler, “mülteci sorununun demokratik ve barışçı çözümü” için, bütün Avrupalı demokrat, sol parti ve kuruluşlarla diyalogu güçlendirebilir. Bu diyaloga özellikle Müslüman diğer mülteci örgütlerini çekmekte de öncülük yapabilir. Bir “vatandaş hareketi” örgütleyerek, “biz mülteci değiliz, Avrupa devletlerinin sizler gibi, sizlerle eşit haklı vatandaşlarıyız ve sizlerle birlikte mülteci sorununu çözmek istiyoruz” diyerek harekete geçebilir.

Bu satırları “uygulansın” diye yazmadım. Avrupa’nın güncel yakıcı sorunlarıyla Kurdistan’ın güncel ve yakıcı sorunlarını tek bir politik çizgi içinde uyumlaştırma konusunu acilen ele alalım diye yazdım. Avrupa’daki deneyimli kadrolar somut durumu benden daha iyi bildikleri için mutlaka bu yeni duruma çok daha yaratıcı çözümler bulacaklardır. Demek istediğim şu: Yalnız kendimiz için bir şeyler yapmayalım. Avrupa halkları için de bir şeyler yapalım. Apocu hareket sıradan bir “ulus devlet” için değil, Ortadoğu’daki bütün halkların Konfederal Ortak Evi için savaşıyor. Avrupa’daki Apocuların da Avrupa halklarının Ortak Evi için elden geleni yapacaklarından hiç kimsenin şüphesi olamaz.

Avrupa neo faşizmin ini olmamalı, Avrupa halklarının yerlisi ve mültecisiyle birlikte Konfederal Ortak Evi olmalı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.