14 ay sonra seçim değil, yarın ne olacak?
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Halk çoğunluğunun erken seçim talebini desteklediği kamuoyu yoklamalarından görülüyor. Demokratik alternatif seçim talebinin yokluğunda, CHP kendi erken seçim çizgisini halk çoğunluğuna rakipsiz olarak benimsetmiş bulunuyor. Demokratik muhalefet belli ki erken seçim konusunda radikal bir alternatif formüle etmekte gecikti.
Bildiğiniz gibi bu köşede çok uzun zaman “erken seçim” meselesi üzerine yazılar yazdım. Birçok yazımda öne sürdüğüm görüşler, doğal olarak kamuoyunda en küçük bir etki bile yapmadı. Doğal olarak, dedim. Çünkü ben hiçbir örgütü yönetmiyorum ve hiçbir örgüt adına da konuşmuyorum. PKK’nin öncülüğünde yürüyen sol muhalefetin bir ferdiyim.
Boşlukta kendi sesimi hayranlıkla dinlemenin, hamamda kendi sesine hayran olan üryan şarkıcıya has bir “lüzumsuz kendini beğenmişlik” olduğunu bildiğim için, erken seçim üzerine yazılarıma bir süre sonra son verdim.
O nedenle “ben dememiş miydim” gibi çok sık rastlanan “köşebaz” övünmesi benden uzak dursun. CHP’nin şu sıralar gittikçe yükselen bir sesle erken seçimden söz etmesinde benim yazılarımın rolü hakkında hiçbir komik vesveseye kapılmam. Zaten bu konudaki 31 Mart sonrası yazılarım “erken seçim yapılsın” yazıları da değildi. Tersine eğer yapılacaksa CHP’nin dediği gibi bir erken seçim yapılmasın yazılarıydı. Amacım demokratik güçleri CHP’nin erken seçimine karşı bir alternatif erken seçim çizgisi benimsemeye teşvik etmekten ibaretti. Olmadı.
CHP dediğim gibi erken seçim talebini gittikçe yükselen bir sesle dile getiriyor, ama ortada CHP’nin 14 ay sonra gecikmiş- erken seçim çizgisine karşı demokratik bir erken seçim alternatifinden söz eden yok.
Halk çoğunluğunun erken seçim talebini desteklediği kamuoyu yoklamalarından görülüyor. Demokratik alternatif seçim talebinin yokluğunda, CHP kendi erken seçim çizgisini halk çoğunluğuna rakipsiz olarak benimsetmiş bulunuyor. Demokratik muhalefet belli ki erken seçim konusunda radikal bir alternatif formüle etmekte gecikti. Her gecikmenin siyasi mücadelede mutlaka bir bedeli olur. Bu bedel halkın 2025 yılının Kasım ayına kadar erken seçimde AKP’den kurtulma umuduyla, parti toplantıları, mitingleri, demeçleri dışında eylemsiz beklentiye girmesidir.
Denebilir ki, CHP’nin verdiği tarihe şunun şurasında 14 ay gibi kısa bir zaman kaldı. Göz açıp kapayıncaya kadar nasılsa sandık önümüze konacak. Türkiye’ye, bölgeye, dünyaya değil de eski hesap duvardaki “saatli maarif takvimine” bakarsak ertesi gün beklenen “kocakarı fırtınasından” haber alırız, ama ben bugün bu yazıyı yazarken yarın ne olacağını, dijitali de içinde hiçbir takvimden öğrenemem. Elliyi aşkın can kaybı, binlerce yaralı ve insanlığın elindeki telefonlara şüpheyle baktığı bir elektronik saldırıdan bir gün önce başka bir dünyada yaşamıyor muyduk?
14 ay bugünün dünyasında, bölgesinde ve Türkiye’de yüzyılda meydana gelmeyen gelişmelere gebe bir zaman dilimidir. Yarın İsrail’in Lübnan’a, oradan İran’a savaş açmayacağının garantisini kim verebilir? Nagazaki ve Hiroşima’ya nükleer bomba atılmasından bir gün öncesinde insanlığın böyle bir silahtan bile haberi yoktu dersem, altı ay sonra İsrail’in İran’a, İran’ın İsrail’e, Rusya’nın Ukrayna’ya, İngiltere’nin Rusya’ya nükleer saldırıda bulunup bulunmayacağından kim kesin bir dille söz edebilir?
Türk tarafı bir İsrail-İran savaşını kışkırtıyor ya! Diyelim ki becerdi. Bu savaşa “Allahın lütfu” diyerek Başkomutan Erdoğan’ın Türk ordusuna “ilk hedefiniz Basra Körfezidir, ileri” emrini verip vermeyeceğini içinizde bilen var mı? "Hazır İsrail Lübnan’a dalmışken, biz de Emevi Camii’nde namaz kılalım" fikri yeniden akıllara düşmez mi? Türklerin çoğunluğu umarsamasa da, onların da geleceğiyle ilgili en korkutucu ihtimalden söz edeyim: İmralı’da 14 ay içinde suikastçının ne yapacağını kim kestirebilir?
Ve vatandaş Kasım ayını evinde demokrasi, özgürlük, huzur, barış, insanca yaşatacak asgari ücret ve emekli maaşı rüyasıyla beklerken, seçime bir gün kala, sabah ezanıyla uyandığında Erdoğan’ın “Aziz milletim, düşman kapımızda, seferberlik ve savaş hali ilan ettim, seçimler barış gelene kadar yapılmayacaktır, parti faaliyetleri geçici olarak askıya alınmıştır, kardeşim Özgür Özel’i savaş bakanı yaptım, sağolsun ricamı kırmadı, şimdi milli fedakarlık günüdür, evinizin önündeki otomobillleri, varsa kamyonları, kilerinizdeki buğdayın yarısını, maaşlarınızın çoğunu seferberlik kanunu mucibince bayrak inmesin, ezan susmasın diye ordumuza vereceğinizden şüphem yoktur, ölürsek şehit, kalırsak gazi oluruz inşallah” dediğini duysa…
Ne mi olur diyorsunuz? Şu olur: Vatandaş 14 ay boyunca erken seçimi evinde beklemenin cezasını ödemiş olur.
Başa dönersek.
Demokratik muhalefet alternatif bir erken seçim taktiğinde gecikmiştir. Ama henüz her şey bitmiş değildir. Erken seçim talebine destek veren halk çoğunluğunu “erken seçim, hemen şimdi” şiarıyla aydınlatmak için kollar sıvanmalıdır. Daha şimdiden “Erdoğan’ı dördüncü defa aday yapmaya ve seçimi vekillerin emekliliklerine göre ayarlamaya” itirazlar CHP medyasından bile yükselmekte. O halde:
Birincisi, Ergenekon, tarikat, mafya, Hizbulkontra bulamacı AKP-MHP-Hüda Par iktidarı halk çoğunluğunu da kaybeden gayrı meşru bir diktatörlüktür, halk adına hiçbir karar alamaz. İkincisi, bu nedenle muhalefet Erdoğanı istifaya zorlamalı, erken seçim en kısa zamanda tüm partilerin katıldığı geçici seçim hükümeti tarafından yapılmalıdır. Üçüncüsü, iktidar halk iradesine rağmen istifayı ve erken seçimi reddettiği durumda, bütün muhalif partiler TBMM’den çekilmeli, üç sendika konfederasyonu tüm çalışanları genel greve çağırmalı, bütün muhalefet partileri tabanlarını sokağa çıkarmalı, devlet terörüne karşı tüm özsavunma önlemleri alınmalıdır. Dördüncüsü, bizim gibiler bu kampanyayı “Önder Öcalan’a özgürlük için, erken seçim, hemen şimdi” sloganıyla yürütmelidir. (Dilim sivri, demokratik muhalefet daha makul bir dil elbette kullanabilir.)
Böyle bir alternatifin CHP tarafından kabul görmeyeceği yolundaki muhtemel itirazlar anlamsızdır. Çünkü zaten böyle bir erken seçim alternatifi, CHP böyle bir seçim taktiğine yanaşmadığı için yapılmaktadır. Sorun şuradadır: CHP dışındaki demokratik muhalefet böyle bir seçim taktiğine ne ölçüde hazırdır?
“CHP hazır değilse, biz de hazır olamayız” diyen varsa yapacak bir şey kalmaz.
Bu taktik gerçekçi mi? El cevap: Taktiğin gerçekçi olup olmadığından önce, onun “haklı bir gerekçeye” dayanıp dayanmadığına bakılır. Taktiğin gerçekçi olup olmadığı ise, böylesine derin kriz koşullarında onu hayata geçirme sürecinde anlaşılır. (Denize atla, yüzmeyi öğrenirsin.) Sonuncusu ise, gerçekçilik sorunu taktiğin hedefiyle değil (burada Erdoğansız ve en kısa zamanda seçim hedefi) o hedefe yönelik eylem kararıyla ilgili bir sorundur: Yani hedefe yöneliş eylemi maceracı mıdır, yenilgiye mi götürür yoksa partiyi eylemli, örgütlü ve kitlesel konuma mı getirir sorunudur.
Erken seçim alternatifini ilan etmekten, bu alternatifi özellikle CHP tabanında yaymaktan, kitleleri bu alternatife kazanmaktan söz ediyorum. Demokratik muhalefetin kendi başına erken seçim için hükümeti devirmesinden, kitlesiz öncüyü genel greve sürüklemesinden, kendi başına sokağa çıkmasından değil.
Yani “ortak erken seçim deklerasyonu” ve bu deklerasyon temelinde kitle çalışması…
“Bu da zor” denirse, “Allah kolaylıklar versin” diyerek bu yazıyı sonlandırıyorum…