Halk “yeneceğim” der direnir

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Seçime giren iktidar adayı ve onun müttefikleri ya da destekçileri de “kaybedeceğiz” diye seçim sahasına çıkmaz. Aralarından biri “belki kaybedebiliriz” dediğinde herkes bu “karamsarı” susturur. “Kazanacağız demiyoruz, kazandık diyoruz” sözleri kulaklardadır.

Hiçbir ordu savaşa “yenileceğim” diyerek girmez. Hatta “belki yenilebilirim” bile demez. Dahası “zafer kesindir” der.

Netice itibariyle bu bir savaştır. Savaşanlar erlerdir. “Zafer” beklentisi gerçekleşmeyince onlarda hayal kırıklığı olmaz. Hatta yenilgiye rağmen hayatta kalanlar hallerine şükreder.

Seçim mücadelesinde de benzer yanlar vardır. Seçime giren iktidar adayı ve onun müttefikleri ya da destekçileri de “kaybedeceğiz” diye seçim sahasına çıkmaz. Aralarından biri “belki kaybedebiliriz” dediğinde herkes bu “karamsarı” susturur. “Kazanacağız demiyoruz, kazandık diyoruz” sözleri kulaklardadır.

Ancak, savaştan farklı olarak aşırı “beklenti”, gerçekçi olmayan hedefler, seçimde uğranılan yenilgi sonrası seçmenlerde hayal kırıklığına, hatta bozguna bile yol açar. Hele şimdi olduğu gibi birinci turda hedef gerçekleşmeyince seçmenin örgütsüz ve geri kesimi ikinci turda sandığa gitmekte isteksizleşir.

Bu durumu önlemenin yolu, seçmene karşı karşıya olduğumuz olağanüstü zorlukları ve bu zorluklara göğüs germelerinin zorunlu ve mümkün olduğunu anlatmaktan geçer. Zaferi “çantada keklik” olarak anlattığımızda seçmen seçim sonunda “boş çantayı” fırlatır atar.

O nedenle ikinci tur öncesinde “çok zor şartlarda seçime gireceğimizi, başarmanın kolay olmadığını, ama başardığımızda kazancımızın hayati değer taşıyacağını, başaramadığımızda şimdiki amansız baskıların daha da artacağını, ülkenin uçuruma, halkın sefalete boylu boyunca yuvarlanacağını, o nedenle zorluklara göğüs germemiz ve başarmamız gerektiğini” açık bir şekilde halka anlatmalıyız.

Zorluklardan biri seçimlerde, hele iki adayın katıldığı şimdiki Başkanlık seçiminde önümüzdeki seçeneklerin “bize ait” olmayışıdır. Erdoğan’a karşıyız, bu açık, ancak Kılıçdaroğlu’nu bağrımıza basamıyoruz. Hele şimdi Sinan Oğan’ın ve Muharrem İnce’nin oylarını almak için rotayı yeniden “milliyetçiliğe” çevirmiş olması çoğumuzu tereddüde düşürmekte. Hatta kimimiz “boykottan” bile söz ediyoruz.

Bu psikoloji pehlivanın sırtı yerde güreşmesi gibi yenilgiyi mücadele etmeden kabul etmeye götürür. Boykot ya da sandığa gitmekten üşenmek Erdoğan’a oy vermek demektir. Erdoğan’ı ilk turda yenemeyenin, ikinci turda Erdoğan’a destek vermeye neden olması kadar politik saçmalık görülmüş şey değildir. Bu tutum, kovalamaca oyununda iyi koşamayan çocuğun arkadaşlarına küsüp “oynamam” demesi gibi bir şeydir. Oysa hem çocuk değiliz, hem de oyun oynamıyoruz. Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi “ülke ve halk son çıkıştadır.” Kazanamazsak “önümüzdeki seçimlere bakacağız” demenin mümkün olmayacağını bilmeliyiz. Kriz sanılandan çok ağırdır. Kriz ya devrimci-demokratik bir iktidarla halk yararına ya da mutlak, seçimsiz ve muhalefetsiz bir faşizmle  mafyatik sermayenin çıkarına aşılabilir. Ülkeyi ve halkı büyük bir felaket bekliyor. 

Kılıçdaroğlu’na oy vererek böyle bir devrimci-demokratik iktidarı kazanmayacağız. Bu da açık. Ama Erdoğan’ı devirerek demokrasinin yolunu açabiliriz. Krizi halk yararına aşmanın imkanını kazanabiliriz.

Bir çok insan “Kılıçdaroğlu seçilse bile devletin kuşatması ve etkisi altında Kürt halkına karşı Erdoğan’dan farklı bir çizgi izleyemez, o da kanımızı dökecektir” diye düşünmekte. Bu düşüncede doğruluk payı vardır. Ama unutmamak gerekir ki, devletin kuşatmasına ve Kılıçdaroğlu’nun buna boyun eğme ihtimaline karşı bizim de mücadelemiz var. Şurası çok açıktır: Erdoğan devrildiği günden, devletin duruma yeniden hakim olacağı güne kadar çok değerli bir zaman kazanacağız, örgütleneceğiz ve daha da güçleneceğiz.

Şu hesap kesindir: Bugün kanımızı döken Erdoğan mı yoksa yarın kanımızı dökme ihtimali olan Kılıçdaroğlu mu demokrasinin, özgürlüğün ve refahın önündeki asıl engeldir? Sandığa gitmeyen seçmen asıl düşmanı değil, yarın bizimle savaşacağını düşündüğü kişiyi hedef almış olacaktır. Bu seçmen elindeki silahla karavana atan acemi asker gibi bir şeye benzer.

Aklımızı başımıza almalıyız. Kılıçdaroğlu, Türk milliyetçilerinin oyunu alabilmek için daha vahim laflar da edebilir. Ama ettiği şimdilik sadece laftır. Erdoğan ise yalnız laf etmiyor, işte bakın Irak devletini Maxmur’a saldırtıyor, orada halkı tel örgülerle çevirtip, toplama kampında esir etmeye ve bu yolla yok etmeye çalışıyor. Ne yapmalıyız? Kılıçdaroğlu da aynısını yapar diyerek sandığa gitmeyip, Erdoğan’ın Maxmur’u yok etmesine seyirci mi kalmalıyız?

Zorluklardan söz ettik. Bir de imkanlara bakalım: AKP’nin oyu eridi. Yüzde elliyi aşarak başkanlık koltuğuna oturan Erdoğan seçimi kazanamadı, ikinci tura yuvarlandı. Eğer Erdoğan karşıtı Türk milliyetçileri, tıpkı İslamo-faşistler gibi tek cephede birleşseydi, Oğanlar, İnceler, Özdağlar bu cepheyi parçalamasaydı, Erdoğan şimdi devrilmiş, hatta ardına bile bakmadan Türkiye’den firar etmiş olacaktı.

Varsın Kılıçdaroğlu atıp tutarak bu Erdoğan karşıtı Türk milliyetçilerini birleştirsin. Bilelim ki bu birlik geçici olacaktır. Erdoğan’ın elindeki güce ulaşması uzun zaman alacaktır. Biz ne onların laflarına ne de milliyetçi-şoven fıtratlarına aldırmadan “baş düşmanı” devirme amacımıza ulaşmak için var gücümüzü ortaya koyalım.

28 Mayıs’ta sandık başına gidelim, oylarımızı Erdoğan’a karşı kullanalım, kullandığımız oylara seçim gecesi sahip çıkalım.

Başarabiliriz.

Ya başaramazsak?

Bunu da Kılıçdaroğlu, Altılı Masa, Erdoğan karşıtı Türk milliyetçileri düşünsün. Çünkü Kürt halkının politik ve askeri örgütleri sandıktan çıkmadı. Sandığa da gömülmez.

Başaramazsak mücadelemiz daha zorlu şartlarda, ama mutlaka sürer.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.