Lider olunmuyor, lider doğulur

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Toplumsal hayatta her seçilmiş, lider değildir. Tarihin bizlere anlattığına göre liderler, tutkuları beyinsel yetenek ve becerileriyle zamanla pratik hayatın içinde beliriverip öne çıkarlar. Sessizce ve kendini hissettirerek…

Günlerden pazardı. Almanya’nın Köln şehri yakınlarındaki Gladbach’da, Selahattin Demirtaş babası Tahir Demirtaş için taziye vardı. Devasa düĞün salonu, gün boyu hep dolu kaldı. İçeriye adım atamayanlar, çıkacakların yerini almak için dışarıda bekledi.

Kürtler uzaklardan, Avrupa’nın dört bir yanından akın etmişlerdi. Osman Baydemir İngiltere’den...

Avrupa’daki Kürt siyasi hareketinin sürgün kadroları oradaydı. Taziye kabul platformunda, Demirtaş’ın kardeşi Süleyman Demirtaş’ın yanında dizi diziydi, onlar.

Dışarıda hava soğuktu. Soğukta bekleyenlere haksızlık etmemek için, salonda kısa, ikram edilen kahveyi içme süresi kadar kaldım ben de.

Dostlarla sohbet ederken, bir ara düşündüm ve kimin tespiti hatırlamıyorum ama aklıma geldi:

“Lider olunmuyor, lider doğulur...“

Kürt bilgelerin bir sözü vardır:

“Berxe beran lı kozeda kıfşe…“ (Koç olacak kuzu, yeni doğanlar ağılında bellidir.)

Doğru bir tesbittir bu. Lider kişilikler daha başlangıçta farklı ve duruşlarıyla bellidir. Onlar, daha sonra hayatın çemberi içinde tutkuları, duruş ve bakışlarıyla kendiliğinden ayrışır, belli olurlar.

O nedenle toplumsal hayatta her seçilmiş, lider değildir. Tarihin bizlere anlattığına göre liderler, tutkuları beyinsel yetenek ve becerileriyle zamanla pratik hayatın içinde beliriverip öne çıkarlar. Sessizce ve kendini hissettirerek…

Kısacası tarihin öteki sayfası, halkına hizmet adı altında sahneye çıkmış, ama yüzüne bulaştırdığı yaptıklarıyla, yolun yarısında enkaza dönüşmüş seçilmiş ve kötülükler saçan diktatörlerle doludur.

Kısacası lider halkının duygu ve düşüncelerinde kabul gören, orada yuvalanan kişidir. Selahattin Demirtaş, işte bu yolda yürüyor.

Yaşayan kişiliklerin geleceğine dair, kesin yargıda bulunmak karara nokta koymak zordur, risklidir. Çünkü yaşayan organizmalar değişkendir. Kimin ne zaman, nerede ve neyin karşılığında değişime uğradığı kestirilemez. Yine tarih, değişim geçirip tanınmaz hale gelen tiplerle doludur.

Uzaklara gitmeye gerek yok. Türk tarihine bakalım:

Mustafa Kemal, Dünya Savaşı galiplerinin kurulacak devlette lider olarak tayin ettiği Osmanlı generaliydi. Haritasını da çizip devleti teslim ettiler. O da kendini Türklerin yaratıcısı ve devletlerinin kurucusu, dahası “ata” ilan etti. Ama hemen sonra, ortalığı kanatan adam olarak belirdi. Halkların kanına basa basa yürüdü. Yarattığı miras, bugün hala “ama ne çok Kürt öldürdük” diye övünüyor. Yani insanlık utancı cinayetleri övünç olarak boynuna asıyor mirasçıları.

Gürcü göçmen Recep Erdoğan “ileri” demokrasi diye diye yükseldi. Sonra, kurduğu Türk İslam faşizminin başında İspanyol faşistlerinin övüncü olan “yaşasın ölüm” narasına takla attırdı. Onu “yaşasın şehitlik” değiştirdi. Cici Türk muhalefetine karşı, onu tekelinde tuttu. Ardından  anayasa bir yana, faşizan düzenin anayasalarını da tanımaz oldu.

Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı’ydı. Türko-İslamo faşizmine karşı lider olması beklenirken, onlara uymak için köpek başı işareti yapıp, kararıp şimşeklenen göğe karşı uluyan kurt sesi vermeye başladı.

O nedenle diyorum ki, yaşayan kişiler hakkında hüküm vermede ihtiyatlı olmak gerekir. Yürüyen tren az ileride takla atabilir, yani.

Ama hakkını teslim etmek gerekirse Selahattin Demirtaş, bugüne dek sağlam durdu. Eğilmeden, Kolombiya’da en alt kesim yerlilerin de umuduyken, bir nefes yaşam için teslim olan başkaldıranların lideri Guzman’a dönüşmedi. Herkesin harcı değil, ama o hücrede mahpus yaşamaya razı dimdik durdu. Irkçı Türk devletinin yüzüne ışık tutu.

Bu yüzden, halkı tarafından daha çok sevildi. Ona olan sevgilerinden, babasının cenaze ve taziyesine koştular. Saygılarını sundular.

Öte yandan, liderlik dar gün ve dar yerde belli oluyordu. Ve Türk ırkçı rejiminin dar çemberindeki Selahattin’in sesi yükseliyordu:

“Ben Kürt’üm. Benim vatanım Kurdistan’dır. Ulusal marşım da var benim 'Ey Reqip' diye başlıyor. Sonra siz  geldiniz. Dilimi yasakladınız. Çocuklarımızı, gençlerimizi diri diri yaktınız!...”

Ve babasının taziyesi salonundan çıkan yaslı Kürt, gülümsemeye çalışıyordu:

“Selo é me, rumeta meyé” (Bizim Selo, onurumuzdur).

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.