Aynı su ile iki kere yıkanmak
Ahmet KAHRAMAN yazdı —
- Türk’ün, devlet olarak “hepi topu” yüz yıllık tarihi vardır. Bu tarih, “aynı su ile döne döne yıkanma” sürecidir. Bu döngü ve Kürtlerle olan ilişkileri aynı kirli, pis kokulu suda tekrar tekrar yıkanmaktan ibarettir.
“Aynı su ile iki kere yıkanılmaz” deyimi, evren sözüdür. Dünyanın her yanında yankılanıyor.
Bir zamanlar, birlikte zevkle çalıştığım sevgili Mehmet Yılmaz, Türk’ün “Kürt açılımı” konusunda, “dön babam, başa dön” yapması üzerine yazdığı yazıda, “bir su ile ikinci kere yıkanılmaz” diye yazmıştı.
Oysa, bu söz normal dünyalılar içindi. “Dön babam dön"cü, bir yeryüzü istisnası olan Türk için, geçerli değildir.
Türk’ün, devlet olarak “hepi topu” yüz yıllık tarihi vardır. Bu tarih, “dön babam dön” döngüsü, Bilalgillerin anlayacağı dille “aynı su ile döne döne yıkanma” sürecidir. Dara düştükçe katran karası, kanlı, irinli, pis kokulu suları dökünerek kendince arcak, tertemiz oluyor, sonra huzur adına, yasak duvarların gerisinde kan döküp kesik insan başlarıyla poz, kuyulara ölü canlar istifliyor, zafer meşalesi niyetine çocukları, gençleri yakıyorlar. Bu döngü ve Kürtlerle olan ilişkileri aynı kirli, pis kokulu suda tekrar tekrar yıkanmaktan ibarettir.
Yalancılık, toplumsal dolandırıcılık dolambacı aynı suda yıkanmadır. Bu döngü Atatürk’le başlıyor. “Suyu geçene dek özerk Kürdistan” dedi. Sonra, gırtlaklamaya başladı.
Şeyh Said savaşçıları silahlıyken, “namus sözü kimsenin kılına dokunulmayacak” dedi. Ama mum, silah teslimatına dek sürdü.
Ağrı dağındaki “Hoybun” Başkomutanı İhsan Nuri Paşa’ya “gel seni öpim, abi” diyerek, teslimiyete karşılık kolordu komutanlığına ek, bir heybe altın sundular. İhsan Nuri, “hadi ordan” cevabı verince, neleri varsa vererek, verecek bir şey bulamayınca mesela İran’a peşkeş çekerek, Stalin’e “yoldaş” durarak, İngilizler ve Fransızlara sadakat tazeleyerek, “beş devletin gücü” ile saldırdılar. Zilan’da, çoğu kadın, çocuk, bebek ve ihtiyar, savunmasız on binlerin cesedinden kuleler inşa ettiler.
“Vit” (topaç) gibi dönenlerin bahtı, şerefine bakın siz! Dersim direnişini kırmak için, Seid Rıza’yı barış görüşmesine çağırıp astılar. Dersim’i, başsız kalınca, Kürt’ün kanıyla yıkandılar.
2012 yılı, diktatörlüğü inşa etme ve İslamcı terör yapılanması “Müslüman Kardeşler”le ortaklaşa, emperyalist atağa geçme süreciydi. Adı da “Kürtlerle barış”tı. “Barış” çünkü, insan kanında banyo şenliği ve işgal ile hırsızlık, soygunda Kürt desteği şarttı. Ama kanmaca, kandırmaca ile yandaşlaştırma mümkün istediğini olmayınca, “bekamız” diye diye “Kürt kanında kınalanma”ya başladılar.
Bugün ise yeminli Kürt düşmanlarının kurumlaştırdığı, mafya düzeni egemen. Ama siyasal, sosyal ve ekonomik alanının tüm boyutlarında “sıfırı tüketmiş”ler. En başta iktidarı sürgit etmek için, anayasayı değiştirmek, sağa sola saldırmak için “iç cepheyi tahkim” dolayısıyla Kürtlere ihtiyaç var.
“Gülücük vermesi” için, “en gaddar Kürt düşmanı”nı (kurt, it gibi uluyanların reisi Devlet Bahçeli), Kürtlerin oyu ile seçilmişlerin ayağına gönderdiler. Hayatı boyunca, “barışa silah çekmiş”, bir gün öncesine kadar "maaşları kesilmeli, meclisten atılmalı" dediği Kürtlerin seçilmişleriyle “barış” adına el sıkışıyordu.
Pazar yeri manzaraları devam ediyordu…
Her neyse Türk ırkçıları, IŞİD’çiler ve düzenin egemeni mafya, şu sıralar darda.
“Kurtuluşları için” de Kürtlerin kapısındalar. “Kürtleri kündeye getirip dolandırabilecekler mi, acaba?” demeyeceğim. Çünkü, Kürtlerin ardında yüz yıllık bir bilgi birikimi var. Deneyimliler “Kirli, kanlı sulardan çıkıp gelenleri” çok iyi tanıyorlar.
Beyaz adamın Amerika kıtasında dağıttığı boncuğa, tarağa, bir öğünlük yiyeceğe tav olan yerliler benzeri, kandırılacak Kürt yok karşılarında.
Elbette görüşülür, nihayetinde görüşme, pazarlık masası. Masada ise herkes, ulusal çıkarının temsilidir...