Direnen Kürdistan
Ahmet KAHRAMAN yazdı —
- Kürt halkı destek verdi. Gözünden bile sakındığı “azıv” kızlarını, “xort”larını, tabur tabur desteğe gönderdi. Düşman yanında görünmemek için, 3 bin köyünü gözden çıkardı. Milyonlarca kişi, ekmeğe muhtaç sığıntı haline geldi. Aşağılandı, işkence gördü, zindanlara kapatıldı. Ama teslim olmadı.
Bunlar, Kürdistan’da Moğol tarzı işgalcidir. Eli kanlı hırsız…
Yüz yıl önce özgürlük ateşi yakan Kürtler ise bunlara karşı da yüz yıllık özgürlük maratonunun koşucularıdır. Halkların hayatında, yüz yıl hiçbir şeydir…
İrlandalıların koşusu 700 yıl sürdü. Bu süre içinde, pek çok “yok oluş”lar yaşadı. İskoçya ve Katalanlar da öyle.
Ne yapalım ki özgürlük mücadelesi zamana yayılı ve pahalıdır. Kürtler ağır bedeller ödeye geliyorlar. Onurlu bir düşmana sahip olmak da şanstır. Kürtlerin böyle bir şansı hiç olmadı. Bu yüzden, ağır bedeller ödeyerek geliyorlar.
Ama, çektikleri azap “hiç”e, boşa gitmedi. Kazanımlar elde ede ede yürüdüler. Ulusal bilincin, kitleselleşerek yerli yerine oturması, en büyük kazançları.
Çünkü, düşmanlarının “böl ve yönet” entrikasından çok çektiler, büyük kayıplar verdiler.
Oysa Kürtler, uygarlığını da yoğurarak gelen, tarihin “en bingeh”, en kadim halklardan biridir. Farklı inanlar ise zenginlikleridir. Kimileri Müslüman, kimi Alevi, Ezîdî, Musevi, Hristiyan olmasına karşın, Mazda’nın, Zerdüşt’ün öğreti ve izleri, inanç hayatlarında hala diri, tazedir.
Ama düşmanları bu zenginliği yıllar yılı ayrılık tohumu olarak ektiler. Düşmanlığı körükleyerek, birlik ve dayanışmalarını engellediler.
Ancak Kürtler olgu ve olaylardan ders çıkardılar. Kardeş düşmanlığı günlerini geride bırakıp, ortak düşman olgusunda birleştiler. Yurt ve özgürlük tutkusu etrafında toplanıp güç oldular.
Günümüz dünyasında, Kürdistanî ruhla omuz omuza geldiler. Şengal’de, Kobanî’de Ezîdî, Müslüman, Alevi, Musevi yok, Kürdistan’ın büyülü rüyası uğruna sırt sırta direnenler vardı.
Aynı ruh, günlerdir Batman’ın sokaklarında…
Kürt bilge Ahmet Türk’ün, geçenlerde “dünden daha güçlüyüz” demesi bundandır.
Bu girişten sonra, asıl konuya gelecek olursak PKK olaylar ve durumda “sebep” değil, öteki hareketler gibi “Kürt ve Kürdistanî sorun”un devamıdır.
Entrika gergefi dokuyarak, insani değerler yolunda fak, tuzaklar kurarak gelen Kürt düşmanları, bu gerçeği hala kavrayamadıkları ve de “insan onurundan habersiz” oldukları için, PKK’ye “Kürt sorunun çözümü” diye “pişmanlaşma” ve teslimiyet dayattılar.
Böyle bir öneri, sadece “sahiplerine yakışan”dı ve yüzlerinde patladı. Yine Ahmet Türk’ün söylemiyle, “yaptıkları görüşmelerden teslimiyet çıkaramayınca”, haydut çetesine yakışan misilleme ile Esenyurt, Mardin, Batman, Halfeti belediye yönetimlerini gasp ettiler.
Bunlar hep böyleydi. Koçgiri’de diktatörün dayatmasını normal sayıp Alişan bey ve kardeşi ile Alişer Bey’i “sebep” göstererek, eşkıyayı halk üstüne saldılar. 1925 hadisesinde, Kürt inkarı, hak ve özgürlüklerin gasbı değil, Kürt önderleri Şeyh Said ve Seid Abdulkadir, Miralay Halit bey sebepti. Ağrıdaki “sebep” İhsan Nuri Paşa ve İbrahimé Hessıké Tellé, Dersim’de ise Seid Rıza’ydı.
Liderlerin katlinden sonra, soykırım yaptılar. Ardından göğsünü yumruklayan goril gibi, şişine şişine “Kürtlüğü mezara koyduk” diye övündüler.
Ancak sorun yerinde duruyordu. Her defasında yeniden boy verdi.
PKK’ye gelince, o da yaşanan olay ve durumların sebebi değil, ırkçı rejim icraatının bir sonucudur. Kürt halkı destek verdi. Gözünden bile sakındığı “azıv” kızlarını, “xort”larını, tabur tabur desteğe gönderdi. Düşman yanında görünmemek için, 3 bin köyünü gözden çıkardı, bu halk. Milyonlarca kişi, ekmeğe muhtaç sığıntı haline geldi. Aşağılandı, işkence gördü, zindanlara kapatıldı, Kürt. Ama teslim olmadı.
Ama bunların insanlık onuru anlayışı bu kadar işte. Teslim olmamış halkın çocuklarına “gelin teslim olun” diyebiliyorlardı.
“Ver elini öpim abi” demeye alışık olanlar, ulusal meselenin “boşluk kabul etmeyen fedailik” olduğunu nereden bilsin ki? “Vatanım” dedikleri topraklar bile, “yalanan eller”in hediyesi…
Dedim ya, düşmanın onurlusuna sahip olmak da şanstır…