Mafyatokrasinin ekonomi politiği (2)
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Mafyatik devlet ne “restore” edilerek, ne yandan çarklı “reformlarla” demokratikleştirilemez. Mafya bir örgüt değil, devlete egemen bir sınıfsal oligarşik zümredir. Silahla ve uyuşturucuyla beslenen bu yapı, kanla beslenen bir vampirdir. Onun kalbine kazık çakmadan kurtuluş yoktur.
Kapitalizm özü bakımından burjuvazinin diktatörlüğünü doğurur. Emperyalist aşama bu diktatörlüğün faşist biçimini her zaman potansiyel olarak bağrında taşır. Ancak günümüzde bu sınıfsal diktatörlük, halkın örgütlü güçleri tarafından sınırlanır. Her zaman çıplak diktatörlük eğilimi olsa bile, “akıllı burjuva”, kendi sömürü sistemine “rıza üretmek” zorunda olduğunu bilir. O nedenle kimisi uzun sürse de çıplak dikta ya da faşizm tarihsel olarak geçicidir. “Demokrasi” bütün iki yüzlülüğüne rağmen, sermayenin diktatörlüğünü gizleme yeteneği sayesinde sermaye egemenliği için keşfedilmiş en etkili sistemdir. “Proletarya diktatörlüğü” döneminden geçmiş Rusya ve Çin gibi ülkelerdeki oligarşik rejimler, bu dönemin kapitalizm koşullarına uydurulmuş halidir ve kesinlikle geçicidir. Emekçi halklar refahtan pay kopardıkları ölçüde özgürlüğe de ne kadar ihtiyaç duyarlarsa, egemenler de özgürlük talebi büyüdüğü oranda, egemenliklerini sürdürmek için kitlelerin “rızasına” o ölçüde ihtiyaç duyacaklardır.
Kitlelerin “rızasına ihtiyaç duyma”nın neredeyse imkansız hale geldiği rejim, mafyanın varolduğu rejim değil, egemen sınıfın mafyalaştığı rejimdir.
Türk kapitalist sınıfı, eşine az rastlanır ölçüde mafyalaşmıştır. Bu mafyalaşma sürecinin ekonomi politiğine kısaca bakalım:
Kriminal kazancın kaynağı ne fabrikadır, ne bankadır, ne de topraktır. Mafyanın kendisidir. Ürettiği “meta” üç türdendir. Kadını metalaştırır, satar. Fuhuş “sanayini” örgütler. “Kaçak silah” bir başka metadır. En önemli kazanç kaynağı uyuşturucudur. Bunlar milyarlarca dolar kazanç sağlar. Fabrikatör sömürücü olsa da “iş ve ekmek” üretir. Banka yatırımcıya “ekmek” üretmesi için faizle borç verir. Tarla sahibi ekmeğin buğdayını üretir, arsa sahibi “konut” satar v.s. Emperyalist paylaşım geçici yıkım getirse de, savaş kazanılırsa fabrikaları, bankaları, gökdelenleri ve tarımı ve pazarı büyütür.
Kriminal “üretim” ise sadece Mafya babalarını palazlandırır. Fuhuş kadının felaketidir. Silah kaçakçılığından gelen para kanlıdır. Ve eroin öldürücüdür. Mafya ne kadar kazanırsa insanlık o kadar ve fazlasını kaybeder.
Tekrar “arz-talep yasasına” dönelim. Mafyacılığa yatırılan her 100 lira yüzde 200 kazanç sağlayabilir. Ama parası olanlar sanayi, banka ve toprak yerine paralarını bu müthiş kârlı alana yatırmazlar. Çünkü bu alan müthiş risklidir. Yakayı ele verir, ömrünü mahpusanede tamamlarsın. Mafyacılık “parası olan zengin veletlerin işi” değildir. Varoş “kabadayılarının”, işsiz güçsüzlerin, fakir fukara, garip gurebaların işidir. Devletler bunları vurur, öldürür, hapse atar. Rüşvet alır, tekrar sokağa salar.
Ama ya devlet mafyalaşmışsa…
İşte o zaman “kriminal ekonominin” getirdiği kazanç 100 lira başına 200 lira olunca, sermayesi olan, artık polis ve yargı korkusu ortadan kalktığı, yargıçlar ve polisler mafyoz olduğu için önce parasını mafyaya kaptırma korkusuyla (çünkü bunlar malına çökebilir), ardından mafyacılıktan okkalı paylar almak için mafyaya yanaşır, nihayetinde hem fabrikatör, hem banker, hem inşaat patronu karşımıza mafya olarak çıkar. Sermaye sanayiden ve tarımdan-hayvancılıktan kısaca üretimden giderek çekilir.
Türkiye’nin durumu budur. Üretim geriliyor. Paralar mafyada merkezleşiyor. O para bankalarda aklanıyor. Sonuçta bankaların kazançları mafya paralarıyla rekor kırıyor. Faizler fırlıyor.
Kapitalizm burjuva iktidarlarını doğurdu. Narko-ekonomi mafyotokrasiyi, yani bugünkü kriminal oligarşik egemenliği doğurmakta. Devlet bir suç şebekesi haline gelmiştir. Eğer muhalefet Erdoğan rejimini yıkamaz ve bu suç şebekesinin başı yeniden iktidarda kalırsa, henüz mafyalaşmamış Batı ile bağlantılı sermaye de ya tasfiye olur ya da tasfiye olmamak için parasını mafya halindeki oligarşiye yatırır.
Ya da şöyle diyeyim: Diyelim ki Koç Holding yatırdığı her yüz liradan yirmi lira kazanırken, Erdoğan-Ağar mafyası yatırdığı her yüz liradan ikiyüz lira kazanıyorsa, bunun anlamı şudur: Eroin ticareti kapitalist pazarı büyütmez, tersine daraltır. Uyuşturucu bağımlısı kitleler buzdolabı alamaz hale gelir, onlar da narko-çetenin mensupları haline gelirler, “torbacı” olurlar ya da uyuşturucu alabilmek için fuhuş bataklığına sürüklenirler. Torbacılar ve fuhuşa sürüklenenler Koç’un değil, uyuşturucu baronlarının “müşterileridir.” Uyuşturucu pazarı büyüdükçe buzdolabı pazarı küçülür. Ve kudretli baronlar fırsatını bulur bulmaz Koç’un da servetine çökeceklerdir. Ağar’ın suç ortaklarından birisi Koç ailesinin Kıraç soyadlı damadıdır zaten. Şu anda uyuşturucu iç pazarı nisbeten dardır. Ancak uluslar arası denetim sıkılaştığında mafya iç pazarı devlet olarak kısa zamanda büyütür. Kurdistan’a ve Kürtlerin yaşadığı metropollerdeki mahallelere bir bakın: Polis Kürt gençlerini uyuşturucu ve fuhuş kurbanları haline getirmek için her şeyi yapıyor. Bu “narko-jenosittir.”
Türk mafyasının gelir kaynağı yalnızca eroin ve fuhuş değildir. Aynı zamanda silahtır. Ve şimdi mafya nasıl eroini en ucuz yoldan elde etmek için kendisi üretmek istiyorsa, silah kaçakçılığı ve ticaretini de “kendi yerli ve milli silah fabrikaları” kurarak elde etme yolundadır. Devletlerin silah ticareti uluslar arası denetim altındadır. Mafya ise bu denetimi deler. Şu anda dikkat edin: Erdoğan SİHA’larla, savaş gemileriyle, tanklarla, “akıllı” roketlerle seçime giriyor. Bu “endüstriyel-askeri kompleks” onun ailesinin ve yakınlarının, yani mafyanın elindedir. Şu anda savaş bölgelerinde Türk kaçak silahları iş görüyor. Silah üreticisi Bayraktar’a devletler “nişan” veriyor.
Mafyatik devlet uyuşturucudan ve silahtan besleniyor. Her ikisi de öldürücüdür. Türkiye uyuşturucu baronlarının Pazar kavgalarına şahit oluyor ve Türk devleti silah satabilmek için bölgede hem kendisi bir savaş faktörü oluyor, hem de bölgesel devletleri birbiriyle savaşa teşvik ediyor.
Mafyatik devlet ne “restore” edilerek, ne yandan çarklı “reformlarla” demokratikleştirilemez. Mafya bir örgüt değil, devlete egemen bir sınıfsal oligarşik zümredir. Silahla ve uyuşturucuyla beslenen bu yapı, kanla beslenen bir vampirdir. Onun kalbine kazık çakmadan kurtuluş yoktur.
Bu yazı Türkiye sosyalistlerine hitaben yazılmıştır. Elbette devrimci sosyalistler durumu en az benim gibi kavramakta. Ama çoğunluk durumun farkında değil. 14 Mayıs seçimlerine dar bir delikten bakıyorlar. Erdoğan rejimine son vermenin ya mümkün olmadığını, kendi güçsüzlüklerine bakarak düşünüyorlar, ya da dilimin varmadığı hesaplar içindedirler.
Tehlike tahmin edilenden büyüktür ve fırsatlar tarihte ender rastlanır türden karşımızda duruyor. İşin daha ilginç yanı, faşizmin duvarında seçim yoluyla gedik açma şansımız var ve bu gedik tüm duvarın devrimci yoldan yıkılması sonucunu doğurabilir.
Tehlikeyi görelim, fırsatı değerlendirelim.