Şiddeti kutsayan Türk devletidir
Fehim IŞIK yazdı —
- Ortadoğu’da sular ısınmayı aşmış, kaynama noktasına varmış. Artık kaynayan suyun kazandan taşma vakti. Bu nedenle herkesin acelesi var. Herkes elindeki kozu son kertesine kadar kullanıyor.
- Türk devleti Kürtlere dönük siyasetinde bir değişiklik yapmadığı sürece –ne yazık ki– şiddet daha da artacak. Şiddet çözüm değil, diyenlere ise geriye bir tek yol bırakılıyor: Biat etmek...
Ortadoğu hep karışıktı. Ortadoğu’da siyaset yapmak hep çetrefilliydi. Kimin eli kimin cebindedir, bilinmezdi. Ama bu kez durum daha da karışık çünkü bir el bırakın tek cebe, aynı anda 3 farklı cebe bile girebiliyor.
Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanlığı Ankara’da İçişleri Bakanlığı’na yapılan eylemi HPG’ye bağlı Ölümsüzler Taburu’nun gerçekleştirdiğini duyurdu. Söz konusu açıklamada en dikkat çekici bölümde mealen, “İsteseydik farklı bir zamanı ve mekânı seçer çok daha fazla ölümlü bir eylem gerçekleştirebilirdik. Ancak uyarımızın anlaşılması için bu eylemi gerçekleştirdik” dediler. Uyarı da belli: Siz şiddeti büyütürseniz karşı şiddeti büyütecek gücümüz ve enerjimiz var. Bu, işi daha fazla içinden çıkılmaz yapar. Böyle bir sonuç oluşmasın diye şiddete son verilmek isteniyor ise adres belli. İmralı’nın kapılarını açın, dediler.
Buna yanıt ne oldu? Eskinin MİT şefi, şimdinin Dışişleri Bakanı ekranların karşısına çıkıp Rojava yönetimini suçladı ve yeni bir soykırım planı için düğmeye basıldığını açıkladı. Sivil, silahlı ayırmaksızın herkesi vuracaklarını ve tüm alt-üst yapıyı hedef alacaklarını duyurdu. Bu açıklamasında isim vermeden ABD’yi de tehdit etti. Hakan Fidan’ın bu sözlerinden kısa süre sonra QSD Genel Komutanı Mazlum Abdi açıklama yaptı. “Ankara saldırısının failleri, Türk yetkililerin iddia ettiği gibi bölgelerimizden geçmedi” dedi. Türkiye’deki iç çatışmanın tarafı olmadıklarını ve tırmanmasını istemediklerini de belirten Mazlum Abdi, Türk devletinin açıklamalarından duyduğu endişeyi dile getirdi ve hem garantör tarafları, hem de uluslararası toplumu sorumlu davranmaya çağırdı.
Türkiye bir kez daha kendine yakışanı yaptı ve şiddetin son bulmasına dönük uyarılar da içeren her iki açıklamayı elinin tersiyle itti. Hakan Fidan’ın açıklamasından 8-10 saat sonra da Rojava’ya dönük geniş kapsamlı bir saldırı başlattı. Hastaneler, ibadethaneler, fabrikalar, üretim tesisleri, kooperatifler, yollar, aklınıza gelebilecek her şey vuruldu. Bu saldırılar hala sürüyor.
Saldırılar Rojava ile sınırlı değil. Güney Kurdistan da saldırıların hedefindedir. Üstelik Kurdistan’ın bu parçasında sadece Medya Savunma Alanları değil, YNK’nin kontrolündeki alanlar da hedef alınmış durumda. Türk devleti YNK’li peşmergeleri bile açıktan vuruyor. YNK’nin Kerkük ve Musul üzerinden Rojava’ya dönük bir koridor oluşturduğunu ve PKK ile Rojava yönetiminin bu koridor üzerinden iletişim kurmasının sağlandığını ileri sürüyor. Bu nedenle Mahmur’dan Musul’a, oradan Şengal’e varan bir alana dönük kara harekâtı gerçekleştirilebileceği bile konuşuluyor.
Bu son çatışmalar sürecinde ilginç bir durum da ABD ile yaşandı. Türkiye “3. Taraf” olarak tanımladığı ABD’lilerden sert bir yanıt aldı. Rojava’daki ABD askerleri bir Türk SİHA’sını düşürdü. İlk açıklamalarda, SİHA’nın kendilerine ait olmadıklarını ileri sürseler de burnu sürtülen Hakan Fidan sonradan yeni bir açıklama ile SİHA’nın kendilerine ait olduğunu ve yeni bir karşılaşma olmaması için dikkatli davranacaklarını söyledi. ABD bu açıklama sonrasında Türkiye’yi alttan aldı ve PKK konusunda farklı düşünmediklerini, ancak QSD ile müttefik olduklarını yineleyerek, cılız bir sesle ‘itidal’ çağrısı yaptı. Yani ABD, Rojava’ya dönük barbarca saldırılara, CENTCOM’un 2-3 saat twitterde asılı kalan ve sonradan geri çekilen açıklaması hariç hamasi birkaç söz dışında bir şey söylemedi.
Belli ki ABD Türk devletine bir yere kadar izin vermiş durumda. Türkiye ise bu izni kullanarak bir yandan iç kamuoyuna hamaset pompalıyor, bir yandan da iç muhalefeti dizayn ediyor. Bunda başarısız olduğu da söylenemez. En solundan en sağına neredeyse hiçbir kesimin Türk devletinin saldırına karşı –hakiki– bir açıklama yapmaması bununla bağlantılıdır. Bazılarının dostlar alışverişte görsün misali bir iki söz söyleyip iktidarın arkasında esas duruşa geçmesi de tamamen bu durumun göstergesidir.
Yani işin özeti Rojava ve Güney Kurdistan üzerinden siyaset üreten egemenler bir kez daha Kürtleri siyasetlerinin aleti yapmış durumdalar. ABD, Türkiye’ye izin verirken aynı zamanda PKK’ye mesaj veriyor. Türkiye çizmeyi aşınca SİHA’sını düşürüp hizaya getiriyor. Rusya, ABD ile Türkiye arasındaki çelişkilerden yararlanmanın hesabını yaparken Batı yanlısı olarak gördüğü Rojava’nın bu saldırılarla zayıflamasını kendi lehine görüyor. Fırsattan istifade Suriye rejiminin yönünü İdlib’e vererek kenti kontrol altında tutan güçleri ateş altına alıyor.
Aslında ABD’nin bölgedeki bir hesabı da Suriye’deki İran güçleridir. DAİŞ’i gerekçe etse bile Uluslararası Koalisyon’un gelecekte İran karşıtı bir pozisyon alması için şimdiden çabalıyor. Bunu gören Rusya ise şimdiden karşı pozisyon geliştiriyor. ABD’nin PKK’yi hedefe koyup Rojava’ya dönük saldırı için Türk devletine izin vermesinin altında da bu hesap var. Nihayetinde İran da bu gelişmeleri okumuş olmalı ki o da yanıtını Hamas üzerinden verdi. Hamas’a bağlı Kassam Tugayları’nın İsrail’in işgal ettiği yerleşim bölgelerine büyük bir saldırı başlatıp onlarca İsrailliyi öldürmesi, yüzlercesini de esir alması tam bu dönemde gelişti. Hamas’ın İran desteğiyle gerçekleştirdiği açık olan bu saldırıda sivillere dönük büyük bir katliama da imza atıldı.
Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki Ortadoğu’da sular ısınmayı aşmış, kaynama noktasına varmış. Artık kaynayan suyun kazandan taşma vakti. Bu nedenle herkesin acelesi var. Herkes elindeki kozu son kertesine kadar kullanıyor. Başta dediğime döneyim yine; tam da bu nedenle bir el bırakın tek cebe, aynı anda 3 farklı cebe bile girebiliyor.
Böylesi bir tablo içinde meseleye Kürtler açısından bakarsak tam bir varlık yokluk savaşı verildiğini söyleyebiliriz. Türk devleti sonucu kendi lehine değiştirmek için düğmeye bastı. Kürtlerden açık biat, PKK ve Rojava yönetiminden ise teslimiyet istiyor. “Biat etmez teslim olmazsanız, yok ederim” diyor. Gücü yeter veya yetmez, ama siyaseti bu. Dolayısıyla bu siyaset karşısında ya biat edip teslim olacaksınız ya da gücünüzü sonuna kadar kullanacaksınız. PKK, gücümü sonuna kadar kullanacağım diyor. QSD, barbarca saldırılara karşı direnmek dışında bir seçeneğinin olmadığını açıklıyor. Bu siyaset karşısında durum çok nettir, aslında. Türk devleti Kürtlere dönük siyasetinde bir değişiklik yapmadığı sürece –ne yazık ki– şiddet daha da artacak. Şiddet çözüm değil, diyenlere ise geriye bir tek yol bırakılıyor: Biat etmek...
Bu siyasetin nasıl sonuçlar doğuracağını hep birlikte göreceğiz...