Türk siyaset magandası ve Amerika
Ahmet KAHRAMAN yazdı —
- Filistinlilere karşılık verilmesini katliam sayan Recep aynı anlarda, Rojava’da camileri, hastaneleri, okul, fırın, buğday siloları, su depolarını, barajları bombalıyor, her yaştan sivil katlediyor.
“Türk tipi siyaset”, ilk kez topyekün magandalaşma çukuruna battı. Çağı ıskalayan Kemalisti, lumpen solcusu, evrenin yabanisi dincisiyle Türk siyaseti, IŞİD parfümlü maganda öncülerin köpürttüğü propaganda etkisiyle körleşti. Muhalefet de körlere rehber oldu. Hep birlikte Kürtlerin kanına ekmek doğrama şenliğine başlarken, yolun yarısında dünya devi Amerika’ya toslayıverdiler...
Oysa, Kürtlerin henüz bir devleti yok, ama buna rağmen bölge dengelerinde önemli bir dayanaktı. Türklerin baş komutanlığındaki IŞİD barbarlığına karşı, Batı uygarlığının mücadele ortağıydı.
Ama maganda aklı işte. Önündeki gerçeği görmüyordu.
Kürt katilliği bir yana, Maganda NATO üyesi ama, NATO’nun “hasım” ilan ettiği Rusya ile karanlık işler pişiriyor, onlardan aldığı güçle önüne geleni tehdit ediyor, kana giriyordu. NATO üyesi Yunanistan’ı işgalle tehdit edince, Amerika “buradayım ve çarparım” anlamında güç yığıp Yunanistan’ı korumaya alıyor, Fransa da Yunanistan’la ortaklaşa askeri tatbikat ile önünü kesiyordu.
Ancak, Maganda dişine taze kan değmiş yaratık gibi, güçsüz gördüğü her yere saldırıyor, IŞİD’i yanına alıp Libya zaptına çıkıyordu. TC’den yola çıkan bir IŞİD kolu da, NATO’nun kalbi Paris’te, Muhammed’in karikatürel portresini yayımlayan dergiyi basıyor, katliam yapıyordu.
Dahası vardı: Batı’ya karşı Kafkaslar’da hamleye girişip Azerilerin yanında, Karabağ’ın işgalinde rol alıyordu...
Maganda yerinde durmuyordu. Çünkü, 1900’lerde biten işgal yoluyla emperyalizmi daha yeni duymuştu. O da, Maganda aklıyla emperyalistlik oynunuyla hırsızlığa çıkıyordu. Oysa 1900’lerin ortasında defteri kapatılan işgal emperyalizminin bile bir estetiği vardı. İngilizler Çin’de, Hindistan’da “kibar efendi"ydi. Yük sırtlayıp kaçan adi hırsız değildi.
Bunlar, işgalci oldukları Suriye’de çalacakları bir şey kalmayınca, tren raylarını sökmeye başladılar. Rojava’da Kürtlerin buğdayını, zeytinlerini çaldılar. Güney Kurdistan’da çalacak bir şey bulamayınca, ormanları kesip odunları yüklendiler.
Kısacası, emperyalizmi adi hırsızlık olarak anlayan sonunda, Amerikalıların sabrını taşırmayı başardılar. “Başlarına çuval geçirme” olayından sonra, ikinci hamlede üslerine gönderilen bomba yüklü savaş araçlarını patlatıverdiler.
Ardından sesini yükseltti Amerika. Bir Amerikan Başkanı, Türklerle ilişkileri tarihinde ilk defa Türkleri “tehdit” olarak ilan etti. Başkan Biden, 2019 yılında yayımladığı “ulusal acil durum” bildirgesini uzatırken, bu deyimi kullandı ve Kongreye de bildirdi. Başkanlık bildiriminde, Türk Devleti’nin Kuzey Suriye (Kürtler) saldırısının, IŞİD’le savaşım programını aksattığını ve sivillerin(Kürtlerin) hayatını tehdit ettiğini dillendiriyordu. Bu durumun Amerikan dış politika ve ulusal güvenliğini tehdit ettiğini de ekliyordu.
Beyaz Saray tutumunu öğrenen Recep Erdoğan, dolaylı yoldan giderek Başkan Biden’e cevap veriyor ve “Amerika’nın Suriye’de ne işi var?” diye naralanıyordu. Öyle ya kendisinin işgalci olup insan kanıyla yıkandığı bir yerde, engel istemiyordu.
Başka karşı ses yoktu. Bu olayın nereye varacağı şimdilik belli değil, ama gece mezarlıktan geçerken korkudan ıslık çalanlar gibi “Amerikan müdahalesi”ni kısık sesle ifade eden Türk Medyası, bu satırların yazıldığı saate kadar, Amerika’nın tehdit algısı konusunda laldı. Baş konu ise İsrail, Filistin savaşıydı.
2015-2016 yıllarında, 10 Kürt şehrini aylar boyu muhasara altında tutup yerden ve havadan füzelerle, top atışlarıyla vuran, mahsur kalanları açlığa, susuzluık ve karanlığa mahkum eden Recep Erdoğan, Filistinliler için, “safi” insan kesiliyor, insani haklar avukatlığı yapıyor, BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni hatılatıyordu. İyi mi?
Oysa kuşatma altındaki Kürt şehirlerinde, ekmek aramaya çıkan çocuklar vuruluyordu. Vurulmuş kadınlar, sokak köpeklerine yem ediliyor, evin eşiğinde vurulan çocukların cesedi dondurucularda korunuyor, bodrumlarda insanlar diri diri yakılıyordu. Bunu yapan Erdoğan’ın baş komutanlığındaki orduydu.
Selahattin Demirtaş’ın sivil halkın bombardıman altından tahliye çabaları boşa çıkıyordu.
Erdoğan rejiminin kaç bin sivil, savunmasız cana kıydığı halla meçhul.
Öte yandan savaşı başlatan Filistinlilere karşılık verilmesini katliam sayan Recep aynı anlarda, Rojava’da camileri, hastaneleri, okul, fırın, buğday siloları, su depolarını, barajları bombalıyor, her yaştan sivil katlediyordu.
Kürtlerin katli, katliamı katilleri için “cinayet” değildi. Kürtlerin katli, onlara bağışlanmış haktı. Yani Kuran’daki deyimle “Enfal”dı. Malları, mülkleri de ”vaaddedilmiş ganimet...”
En acısı, 1990’larda Kürt milliyetçilerini, sokaklarda ayakta doğrayan, tek kurşunla vuran, domuz bağı ile boğan “Hizbullah” denilen kiralık Kürtler de, Recep Erdoğan’ın yanında insan hakları savunucuydu. Kürtler kendi kanı içinde boğulurken katillere arka çıkan Türk tipi muhalefet ve “ben bir solcuyum” diyenler de...
Yazı savruk ve uzadı. Biliyorum. Ama bağışlayın. Bir ekle bitireceğim.
Kadim çağlarda, örneğin Moğol sürüleri Asya içlerinden talana çıkarken, insan etinin tadına varmış akbaba zürbeleri gökte, kurtlar ve çakal sürüleri de yerden onları izleyerek, geri bıraktıkları ölülere üşüşüyorlardı. Avrupa’daki 100 yıl ve 30 yıl savaşlarında, daha sonra Napolyon savaşları boyunca, arabalı ölü soyucular orduları takip ediyor, vuruşma meydanında yerde kalmış ölüleri soyuyorlardı. Bu onlar için bir geçim yoluydu
O soyguncular yok artık. Başka bir deyişle nitelik değiştirdiler. Onlar şimdi, Ermenistan-Azerbeycan cephesinde, Somali, Libya, Sudan gibi yerlerde taraflardan birinin yanında savaşçı. Ücretlerini de, hırsızlıkla, kaptıkları amelelik, çöpçülükle karşılıyorlar.
Ama savaşlardan geçinmenin bir yolu da, dansöz Zennube ustalığıyla “ara buluculuk” oyunu. Bu maganda türü emperyalizmdir. Kazancı ihaleler, hatta üsler koparmaktır.
Maganda şimdi, bir zamanlar katil, terörist dediği İsrail ile kanatları arasında büyüttüğü Hamas arasında arabuluculuk dansında. En az Zennube kadar da kıvrak…