“Yenildim” diyen yenilir
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Kurdistan’ın sosyal psikolojisi, bireyin ilk olumsuz durumda “yenildik” demesi gibi hızlı, gelip geçici bir olgu değildir. Bireyin psikolojisindeki gel-gitlerden farklı olarak “toplumsal psikoloji” stratejik bir dönem boyunca köklü olarak değişmez. Kürtlük bilinci doğmuştur, geri dönüşü yoktur.
Bazı demokrat ya da yurtsever insanlar, yakın geçmişteki muhteşem kitle hareketlerine ve serhildanlara bakıyor ve şimdiki nisbi “durgunluk” ortamını “yenilgi” sanmaya başlıyor. Toplumun dünkü somut resimiyle bugünkü somut resmini sosyolojinin süzgecinden geçirecek eğitimden yoksun her insan böyle bir “yenilgi” psikolojisine kolaylıkla kapılabilir. O halde ilk soruyu bu psikolojiye kapılmış olan samimi yurtsevere soralım:
PKK’ye, onun gerillasına, o gerillayla aynı siperlerdeki sosyalistlere hala kendini bağlı hissediyor musun? Sen hala Apocu musun?
“Yenilgi” psikolojisine kapılmış samimi yurtsever Kürt’e bu soruyu sorduğumuzda alacağımız yanıt kesinlikle şu olacaktır: Evet, PKK’ye, gerillaya, onun dostlarına bağlıyım ve Apocuyum.
Ezici çoğunluğu sokağa çıkamasa da Kürt yurtseverlerinin verecekleri bu yanıt, hareketin yenilmediğini net bir şekilde kanıtlar. Belli ki dün alanları dolduran ve serhildanlara kalkan insanlar yerli yerinde durmaktadır. Bu da zaten son seçimlerde Kurdistan’da alınan sonuçlardan kolayca anlaşılmaktadır. Kimi nicel gerilemeler olsa da, hareketin sağlam çekirdeği ve onun çeperinde “yenilgi” diye tanımlanacak bir nitel gerileme yoktur. Kaldı ki, Zap savaşına ve Rojava’da yeni toplumun inşasına bakanlar ve bir de Türk devletinin 2015’ten bu yana içine yuvarlandığı krizlere göz atanlar Kürt Özgürlük Hareketi’nin uğradığı kayıplara karşılık yenilmediğini, ama Türk devletinin “nitel” olarak yenildiğini, düne kadar tutunduğu mevzilerden yüz geri ettiğini, ekonomiden dış politikaya kadar tüm çizgisini terk ettiğini, kafa tuttuğu NATO’ya, AB’ye teslim olduğunu kolayca göreceklerdir.
O halde dünün resmiyle bugünün resmi arasındaki farkın “yenilgiyi” göstermese de neyi gösterdiğini sosyolojinin ve sosyal psikolojinin ışığında aydınlatmaya çalışalım.
İster burjuva sosyolojisi olsun, ister bilimsel sosyoloji olsun, doğa bilimlerinin kesinliğinden yoksundur. Çünkü sosyoloji insan bireylerinden oluşan toplumu inceler. Birbirinin tıpatıp aynısı olmayan milyonlarca insanın birbirinden farklı etnisitelerinin, dinlerinin, kültürlerinin, geleneklerinin, eğitim derecelerinin, ideolojik, politik ve psikolojik, sınıfsal eğilimlerinin karmaşık ve değişken bileşkesinden oluşan insan toplumları aynı ya da benzer somut tarihsel şartlarda kesinlikle aynı tepkileri vermez. Fransız devriminde kitleler “liberte” sloganıyla Bastile zindanını bastıklarında, burada bir elin iki parmağını aşmayan tutsak vardı. Oysa şimdi Türkiye’deki zindanlarda binlerce tutsak var ve kitleler bu zindanlara karşı harekete geçmekten çok uzak. Demek ki toplumların sosyolojik tarihi bize kesinlikten çok uzak bazı ipuçları vermenin ötesinde mutlak bir öngörü veremez.
Eğer sosyal bilimler insan toplumlarının neden, nerede, ne zaman devrimci atılıma geçeceğini gösterseydi, yakın tarihteki hiçbir devrim zafere ulaşamazdı. Fizik bilimini nasıl kullanıyor ise, her devlet sosyal bilimleri kullanarak “devrimi” önceden görür ve onu mutlak olarak önlerdi.
Devrim ve devrimci süreç şu sıralar güncel olan “deprem” gibi bir şeydir. Jeofizikçiler deprem faylarındaki hareketlenmeleri önceden saptayabilirler, ancak depremin tarihini, gününü ve saatini kesinlikle bilemezler. Bu bilinmezlik devrim için de geçerlidir.
Yalnız devrim için değil. Henüz devrim düzeyine ulaşmayan büyük devrimci patlamalar da önceden sezilse bile kesin olarak bilinemezler. Gezi direnişi buna iyi bir örnektir.
O halde şu önermeyi yazabiliriz: Halk kitlelerinin eylemindeki bir kabarmayı önceden bilip devletler onu nasıl doğmadan önleyemezse, hiçbir devrimci örgüt böyle bir devrimci kabarmayı kendisi yaratamaz. Devrimci patlama, milyonlarca insan toplumunun içindeki görünmez “fayların” önceden tahmin edilemeyen bir anda kırılmasıyla ortaya çıkar. Patlamanın devrime dönüşmesi ise, kendini her bakımdan devrime hazırlamış partinin öncülüğünde gerçekleşir. 1905 Rus devrimi, Potemkin zırhlısında etlerin kurtlanmış olmasıyla patlayan denizci isyanının devrimciler tarafından anında örgütlü güce dönüştürülmesiyle başlamıştı.
Artık “iki resme” yeniden dönebiliriz. Birinci resim neydi? Birinci resim “devrimci durumun” resmiydi. İkinci resim neydi? Devrimci durumun (devrimci sürecin değil) Bakur’da geçici olarak geri çekilmesiydi. Geri çekilmeydi ancak devrimci durumun kitlesi ve öncü örgütü yerli yerinde durduğu için bu geri çekilme “geçici” bir olgudur. Kurdistan yeni bir devrimci durumla ayağa kalkmak için güç ve enerji biriktirmektedir. Eğer bu sosyolojik “geri çekilme” yenilgi olsaydı, devrimci durumda sokakları dolduran kitle ve onlara öncülük eden partinin “dağılmış” ya da “tasfiye” edilmiş olması gibi bir durum yaşanırdı. Eğer böyle bir durum yaşansaydı, tıpkı Türkiye komünist ve sosyalist hareketinin 12 Eylül 80 “yenilgisinde” olduğu gibi hem kitle, hem de örgütler stratejik bir dönem boyunca yenilginin sonuçlarını tamir etme imkanından yoksun hale gelirdi. Bu da devrimci durum geri çekilse de devrimci sürecin sürmekte olduğunu gösterir.
Şu açık bir gerçek: Kurdistan halkı ilk kurşundan bu yana yarım asırdır mücadele ediyor. O halde bu mücadelenin yarattığı “toplumun sosyal-psikolojisine” de değinmek gerekir. Kurdistan’ın sosyal psikolojisi, bireyin ilk olumsuz durumda “yenildik” demesi gibi hızlı, gelip geçici bir olgu değildir. Bireyin psikolojisindeki gel-gitlerden farklı olarak “toplumsal psikoloji” stratejik bir dönem boyunca köklü olarak değişmez. Kürtlük bilinci doğmuştur, geri dönüşü yoktur. Direniş bilinci yerleşmiştir. Apocu paradigma artık toplumun kalıcı bir kültürüne dönüşmüştür. Asimilasyon süreci geçmişte olduğu gibi Kürtlüğü yok etme imkanını büyük ölçüde kaybetmiştir, asimilasyona karşı direnişteki kimi zayıflıklara karşın, bu alanda da devlet amacına ulaşamamıştır.
Elbette devlet de bunu biliyor, o nedenle giderek kalıcılaşan bu “Kürdi” sosyal psikolojiye karşı, “psikolojik savaş” yöntemleri kullanıyor. Ve Kürt halkı ve onun örgütleri psikolojik savaşın bütün tezahürlerine, burada bizim yaptığımız gibi örneğin “yenilgi psikolojisine” karşı mücadeleye büyük önem veriyor.
Kısaca ifade edecek olursak, devrimci durum geri çekilmiş, buna karşılık devrimci süreç Kurdistan’ın bütün parçalarında yayıldığı gibi, etkisi giderek evrensel düzeye sıçramaktadır.
Bu gerçek durumu bilmek devrime en büyük psikolojik hazırlıktır.