8 Mart’ı neden bu kadar çok sahipleniyoruz?
Rojbin EKİN yazdı —
- Dünyada Kürt kadın hareket ve örgütlenmeleri kadar 8 Mart'ı günler öncesinden karşılayan başka bir hareket yok. 8 Mart’ı tarihsel anlamına denk düşecek şekilde Kürt kadınları kadar sahiplenen de yok.
Kurdistan ve yurtdışındaki kadın hareketleri Şubat ayının sonuyla birlikte peyder pey eylem takvimlerini açıkladı. 8 Mart vesilesiyle açıklanan programların çoğu çok yönlü saldırılara karşı çok yönlü savunma, bilinçlenme ve örgütlenme etkinliklerini içeriyor. Dünyada Kürt kadın hareket ve örgütlenmeleri gibi bugünü günler öncesinden karşılayan başka bir hareket de yok. 8 Mart’ı tarihsel anlamına denk düşecek şekilde Kürt kadınları kadar sahiplenen de yok. Tüm dünya kadınları için evrensel değer, hak ve mücadele günlerini en çok da Kürt kadın örgütlenmeleri, hareketleri sahipleniyor. Eylem ve etkinlikleriyle hatırda tutuyor ve hafıza oluşturuyor.
8 Mart’ı kendilerine ayrılan bir mola verme günü olarak hiç karşılamadılar. Zaman ve çağ onlara böyle bir fırsat da sunmadı. Herkesten daha çok, iki katı mücadele etmek son çeyrek asırdır onlar için değişmeyen tek gerçek. Kadın olmanın bir de böyle bir bedeli var. Savunmak, çoğaltmak ve her şeyden önemlisi anlam katmak zorundalar yaşama. O yüzden oldukları her yer, nefes alıp verdikleri her mekan, her coğrafya bir mücadele alanı oldu. İnsanca hayatta kalabilmenin kadınlar için tek koşulu bu çünkü. Yani mücadele... Pes edemezler, yorulamazlar, vazgeçemezler hayattan. Sevmeyi bırakamazlar. Kısacası hayatın elini bırakamazlar. Bu bir kutsallaştırma değil, ama hayat kadın varlığıyla çok iç içe ve kadınlarla gerçek. Çünkü yaşamı doğuran tek mucize onlar. Bir arkadaşım “Hiçbir şeyi çok kutsal kılmamak gerek, kadın varlığı da dahil. Çünkü kutsal kılınan tüm değerler bu çağın erkek aklı tarafından büyük bir saldırı altında” demişti. Kadının canlı varlıklar içerisindeki mucizevi yeri, değeri ve gücü konuşuldukça, tarihsel, kültürel ve bilimsel araştırmalarla da kanıtlandıkça kadın varlığı daha çok saldırıya maruz kaldı. Böyle bir gerçek de var. Ama bu saldırılar altında ve buna rağmen, kadınlar kendi hakikatleriyle birlikte yaşamı savunmaktan vazgeçmiyor.
Kadınların susturulduğu, iradelerinin teslim alındığı tüm coğrafyaların nasıl bir renk aldığını biliyoruz. Nasıl kirlendiğini, yaşamın nasıl tarumar edildiğini biliyoruz. Şimdi hangi birini isim olarak vereceğimi seçemedim. Çünkü o kadar çok çoğaldılar ki... Kıtadan kıtaya, coğrafyadan coğrafyaya bu minvalde değişen tek şey kadınların fiziki görünümü. Akıl, sistem ve uygulamalar aynı. Kadınlar üzerinde denenen her şey, tüm canlılara, doğaya kadar indirgeniyor. Kadına şiddet uygulayan ve bunu meşru kılan akıl, erkek faşizmi doğaya da, hayvanlara da aynısını yapıyor. Ve günümüz dünyasında bu akıl iktidar ve güçtür. Sistemin kendisi olan bu akıl, gittikçe toplumsal akla dönüşüyor. Kadınlarla birlikte tüm insanlık ve doğa için de tehlikenin en büyüğü bu. Bunun önüne geçmek kadınlara düşüyor. Kadınların örgütlü mücadelesi, ortak evrensel değerler etrafında hedefte de eylemde de ortaklaşmak zorunda. Yoksa baş aşağıya giden bu yaşamı tükenmekten, bitmekten kimse kurtaramayacak. Yaşama, dünyaya yeniden nefes aldırmak zorunda kadınlar.
Kürt kadın örgütleri ve hareketleri günlerdir bunu hatırlatıyor, eylem ve etkinlikleriyle buna dikkat çekiyor. Kürt halkına, kadınlara ve Kurdistan coğrafyasına yapılanların başka coğrafyalarda, başka uluslar ve o ulusun kadınları üzerinde de uygulandığını vurguluyor. Barışa, kardeşliğe ve her şeyden önemlisi, onlar için de en değerlisi özgürlüğe çağrı yapıyorlar.
Mücadele ederken, üç önemli olguyu; ulusal, sınıfsal ve cins mücadelesini birleştirerek yürüdüler hep. Peki neyi değiştirdiler ve ne başardılar? Evet, henüz ülkeleri özgür değil. Ama erkek aklının, sisteminin ve iktidarının kutsallaştırdığı, dokunulmaz kıldığı her şeyi ifşa ettiler. Erkek, aile ve devlet eksenli, egemenlikli oluşturulan yaşama karşı kafa tuttular. Önce kendileri ve sadece kendilerinin oldular. Girmeleri yasaklanan tüm alanlara girdiler, orada örgütlendiler. Onlara bilinç, irade ve örgütlülük kazandıran düşünceyle birlikte şimdi her yerdeler. Mücadele felsefelerinin o sihirli sözcüğü “Jin Jiyan Azadî” tüm dünya kadınlarının ortak şiarı ve direniş çağrısı. Böyle bir örgütlenmeden, ideolojik zemin ve akıldan daha güçlü, daha büyük bir başarı ne olabilir ki? Kürt kadın hareketi, dünya kadın hareketlerinin tümüne ideolojik bilinç ve örgütlenmesiyle ilham veriyor, yol gösteriyor. Bu düzeyde etkili ve güçlü.
Soykırımcı faşist yapılanmalar, bu gerçeğin farkında. Kürt kadınların bu etkisinden en çok da faşist AKP-MHP iktidarı korkuyor. “Kadınlar kırılırsa, özgürlük için ayaklanmış halkı da kırılır” stratejisiyle hareket ediyor. Kürt kadınlarının Kürt özgürlük mücadelesi ve Kurdistan’ın geleceğindeki rolü bu kadar belirleyici. Soykırımcı faşist Türk devleti tarafından bu kadar hedef haline getirilmelerinin altında yatan gerçek de bu.
Kısacası Kürt kadınlarının özgürlük çağrısı ve direnişi etrafında tüm dünya kadınları birleşmeli. Geleceğimiz için, dünyamız için tek kurtuluş yolu bu.