Şırnak ve meşru savunma
Rojbin EKİN yazdı —
- Kürt olunca adaletin hiçbir zaman tecelli etmediği bir sömürge hukuku ve düzeni var. Böyle bir sömürge hukuku içerisinde hangi yargı ve mahkeme Kürt’ün hakkını savunabilir ve suçluyu cezalandırabilir?
Kurdistan’da günlük olarak karşılaştığımız olaylar, yaşam ve insan halleri, hikayeler acıya dayanma sınırımızı zorluyor. Her birimizin taşıdığı yarayı daha da derinleştiriyor. Çoğu kez kendime de soramadan edemiyorum, bize yaşatılanlar karşısında öfkemiz ne kadar? Bize yaşatılanları, yaşadıklarımızı sadece acı duymakla tanımlamak ne hale getirir bizi? Bir birey ya da toplum sürekli acılara maruz kalırsa neye yönelir? Dayanma ya da tahammül sınırımızı ne belirliyor? Sadece ve hep acıyı taşımak ne yapar bir insana? Başka bir hisse evrilmezse acı, insan onunla yaşayamaz. Uzun süre taşıyamaz. Bir insan zulmün yarattığı acı ve açtığı yaralarla ne kadar kaçsa da mutlu olamaz.
Bu yüzden acı başka bir duyguya ya da hisse evrilmeli. Zulümden doğmuşsa bu acı, öfkeye dönüşmeli. Buradan gelmek istediğim yer, sömürge ve sömürgeci tanımı ve her ikisi arasında oluşan temas halleri.
Unutuyoruz çoğu kez nerede ve kim olarak yaşadığımızı. Aidiyetimizi, kimliğimizi ve bize dayatılanları bilmiyoruz, görmüyoruz, seçemiyoruz. Mesela ‘Kurdistan bir sömürge’ gerçeğini günde kaçımız kendimize ve birbirimize hatırlatıyoruz? Kürt çocuklarına bu bilinç ne kadar aşılanıyor? İnsanın en güçlü savunması, tarihsel bilincidir. Kökleriyle olan bağlarıdır, bu bağlara dayanarak yaşamasıdır.
Amed’de, Şırnak’ta, Mardin’de, Colemerg’de vs. konuşlandırılan, “güvenlik ve asayişi” sağlamakla sorumlu kılınan, polis ve asker olarak tanım bulan üniformalıların, başta öğretmenler olmak üzere, kamusal alanda görevli olanların tümünün amaçları aynı. Uygulamalarını, suçlarını ve zulümlerini bu yazının konusu yapmayacağım. Çünkü sömürgecinin temel amacı asimile ve dejenere etmek, kültürel değerlerinden, köklerinden, kimliğinden koparmak. Fiziki soykırımla birlikte diğer tüm alanlarda da soykırımı başarılı hale getirmek. Sadece Kurdistan’da değil, başka güçler tarafından sömürge alanı haline getirilmeye çalışılan tüm coğrafyalarda yaşananlar ve yaşatılanlar benzer. Ama sonuç değişebilir. Bunu da mücadele yol ve yöntemleri, direniş ve varlığını savunma biçimi belirler.
…
AKP-MHP rejiminin özel savaş politikaları kapsamında Kurdistan’da işledikleri suçlara her gün bir yenisi ekleniyor. Fuhuş, taciz, tecavüz, madde bağımlılığı genç kadın ve erkekler şahsında Kürt toplumunun tümünü pençeleri arasına almış durumda. Mevcut duruma karşı duyarlılık çağrıları yapılıyor. Ancak bu çağrılar, gösterilen tepki yaşanan durumun vahametini tersine çevirebilecek güçte ve içerikte değil. Çok cılız ve yetersiz kalıyor tepkiler. Son Şırnak olayı iyi bir duyarlılık ve kendini savunma örneği. Ancak bu olaya da herkes aynı yerden bakmıyor. Kurdistan’ı bir sömürge, Kurdistan’a konuşlandırılan asker, polis ve üniformalıları da sömürgeci bir rejimin elemanları olarak görmeyenler, böyle tanımlamayanlar da var. Öyle ki Şırnak’taki öz savunma direnişi kimileri tarafından “Ne olursa olsun bir insanı linç etmek korkunç korkunç… Hiçbir koşulda linç savunulacak bir şey değildir” diyenler oldu. Böyle düşünenlere sormak lazım, Şırnak’ta uzman çavuş Zekeriya Çelik’in tacizine maruz kalan kadın nasıl savunulmalıydı? Söz konusu Kürt olunca adaletin hiçbir zaman tecelli etmediği bir sömürge hukuku, düzeni var. Böyle bir sömürge hukuku içerisinde hangi yargı ve mahkeme Kürt’ün hakkını savunabilir ve suçluyu cezalandırabilir? Sömürgeci rejimin Kurdistan’da işlediği suçlara karşı açılan hiçbir dava bugüne kadar vicdanları rahatlatabilecek herhangi bir sonuca varmadı. Tacizci Zekeriya Çelik de tıpkı diğerleri gibi görevlendirildiği devleti tarafından sonuç itibariyle korundu. Gerçek böyleyken, bu kadar acımasızken bu düzen, biz adalet, eşitlik ve özgürlüğün zerresini ararken, Kurdistan gerçeğine dayatılanlar karşısında azıcık tepki dışa vuranlara “Korkunç…” diye tepki gösterenlere soruyorum, en büyük korkunçluk bir halkın kendisini savunma refleksine böyle bakmak değil mi?
Soykırımcı, sömürgeci saldırı ve özel savaş politikalarına karşı her türlü savunma refleksi ve eylemi meşrudur. Şırnak bu açıdan iyi bir örnek ve daha da yaygınlaştırılmalıdır. Ancak en önemli savunma da bilincin güçlendirilmesi, hafızasının korunmasıdır. İpek Er ve hala akıbeti bilinmeyen, bulunamayan Gülistan Doku gerçeklerinde açığa çıkan sonucu doğru sorgulamamız gerekir. Musa Orhan’ın kim olduğunu, nasıl korunduğunu kendimize daima hatırlatmamız lazım. İpek’i Musa Orhan’a yakınlaştıran mesafeyi sorgulamamız lazım. Ülkemize soykırım amaçlı gelip yerleşen, konumlanan hiç kimse masum değildir. Kürt kadınlarına yaklaşımı da soykırım, sömürgeci politikalar çerçevesindedir. Dolayısıyla sömürgeci güçlerle sınırlarımız ve mesafelerimiz olmalı. Bu konuda duyarlılığı olan, azıcık bilinç oluşturan herkes bunun için çalışmalı. Kapı kapı dolaşılmalı, bu gerçeği Kürt çocuklarına, gençlerine kavratmayı her birimiz büyük bir sorumlulukla yapabilmeliyiz. Tarihsel, kültürel, toplumsal değerlerle bağ, bilinç gelişmedikçe yeterli tepki de açığa çıkmaz. Kendini doğru ve etkili savunmanın yolu da bulunmaz. Kurdistan’da yaşananların normallik sınırlarına gelip yerleşmemesi için bizi sarsan ve daha da yaralayan zulüm halleri karşısında tepkimizi daima diri tutmalıyız. Sömürgeciliğin meşruluk kazandırdığı her uygulamaya karşı bizim de eylemlerimiz olmalı. Bu amaçla açığa çıkan her tepki değerlidir ve kutsaldır…
“Dolayısıyla sömürgeci güçlerle sınırlarımız ve mesafelerimiz olmalı” dan sonra bu sınırlar aşıldığında bireysel ya da toplumsal savunma refleksleri en güçlüsünden gösterilmeli. Bu tartışmasız meşru insani bir hak ve görev olduğundan da duyarlılıkla işletilmelidir.