Akbelen ve Cudi
Ahmet KAHRAMAN yazdı —
- Kürt Mahmut (Tanal) Akbelen’de ormanın imdadına gelen tabiat severleri fişleyen jandarmayı kovalıyordu. Cudi ise günlerden çığlık çığlığa zaferlerini kutlayan askerlerin koruması altında yanıyordu.
Ben, uydurup söylemiyorum. Evrenin hukuku söylüyor, “adalet ve hukuka dayalı olmayan rejimler çete devletidir“ diye. Yani haydut, öteki deyişle terör devleti...
Ve Türk’ün son tiranı, cehaletin barbar güdülerinin kıyıcı gücüyle bas bas naralanıyordu:
“Anayasa Mahkemesi, Avrupa hukuku kararlarını tanımıyorum.“
Avucunda tuttuğu çete devletinin “göstermelik“ de olsa var olan yasa ve yasalarını bilmiyor, bildiklerini tanımıyor, hukuku ayağıyla eziyordu, Tirancık. Mafyaya özenen naralarıyla o, “yanına bırakmayacağım, gereken yapılacaktır“ diyor, savcılar bu sesi “apart emri“ kabul edip gerçeğin fotoğrafını çeken gencecik Kürt gazetecileri, kafeste sürüklemek üzere peşlerine düşüyorlardı. Kürt sivil siyasetinin en sevilen liderlerinden biri olan Selahattin Demirtaş ve arkadaşları ile terör devletinin layık olmadığı entelektüellerden biri olan Osman Kavala‘yı “insanlığın sesi“ oldukları için, hapishanede çürütüyorlardı.
Ama ülkenin çarkları, en alttakilerin cehennemi, Balkanlar ile Rusya mafyasının cennetiymiş, kimin umrunda. Çete memnun, gününü ucuz ekmek, domates, soğan kuyruğunda geçirenleri en başta, Türk halkı çoğunluğu olan yüzde 52’si mutluydu.
Zaten hukuk ve adalet kimin neyine ki...
Kürt eziliyormuş, ne güzel!. Bu vatan bölünmez, ezan susmaz, o kadar.
Kurdistan‘ın saygın kadın liderlerinden Leyla Zana, “düşman devletlerden mükafat (ödül) alma“ suçlamasıyla hapishaneye sürüklenmek isteniyor. “Düşman devletler" dedikleri ise sefillerin “yüz yılın dilencisi“ olarak kapılarında beklediği, tamamı NATO üyesi Batı ülkeler. Kahrolsun, dilencinin avucuna para koymayan gavur!..
Öte yandan, bitişikteki Kurdistan diyarları, gözünü kan bürümüş Hitler mukalidinin can alarak keyfini getirdiği, ayrıca Kürt ırkı soyunu kurutma avlağı. Yaşasın, bir Türk dünyaya bedeldir ve ona açlık vız gelir, elbette ki tırıs gider yanından...
Ve içerde esir alıp köle muamelesi yaptığı Kürdün düşman nefesi bile takip altında. Herkes fişli. Droneler havada fink atıyor.
Yer yüzü insanları, beş kıta boyunca, çok işgal ve işgalci güç gördü. Ama böylesi yaban ve yabanisini değil. Kurdistan’da çocukların gülüşü, gençlerin şarkı mırıldanması suç, koyunların otlaması kabahat, dağı, taş, ormanının kırıntısı, tek yalnız kalmış gıvij ağacı ile düşman. Su uyur, Türk asla...
Ormanları silahsız, savunmasız düşman görüp zevklenerek giriştiler. Çiçeğin, gülün üstüne yürüyüp postalla ezdiler. Dev kamyonların girdiği ormanlara balta ve hızarlarla hücum ettiler. Kereste ve odunları yükleyip götürdüler. Paraya dönüştürüp paylaştılar.
Kurdun, kuşun, dağ keçileri, tavşan ile tilkilerin sarplıklardaki barınağı, otlak ile avlağı olan ormanları, ateşe verip karşısında gorillerin zevklenmesi misali sesler çıkararak, keyiflerini getirdiler, zaferlerini kutladılar.
Oysa, anayasaları orman katilleri için, büyük cezalar öngörüyor. Ama aldıran kim? Gün katillerin, talancılar, hırsız ve soyguncuların günüydü. Zor her şeye kadir...
Tarlalık toprak ve sahil gaspçıları, geçen hafta Türk kesiminde ataktaydı. Ege ve Akdeniz’de yangınlar başlayınca, “ciğerimiz yanıyor“ feryadı medyada burgaçlanmaya başladı. Türklerin doğa aşkı depreşmiş, devletleri karadan ve havadan yangınla savaş için taarruzdaydı.
Muğladaki Akbelen ormanı ise çeteci müteahhidin hedefiydi. Maden arama alanını genişletmek için, hızar ve baltalarda vur ha vur ediyor, ağaçlar deviriyorlardı. Tabiata duyarlı, kurdun kuşun himayecisi Türkler, ağaca sarılarak katliamı önlemeye çalışıyorlardı. Türk ordusunun jandarma gücü ise elde kalkan ve cop, öte yandan zehirli gazlar, tazyikli su fışkırtan hortumlarla, çetenin kazancına muhafızlık ediyordu. Ağaca sarılan, hızarın önüne geçenleri eziyetşer ederek uzak tutuyorlardı. Yerde, askerlerin postalı altında kalanlardan biri de Yeşilci, hem de solcu milletvekili Burcu Gül Çubuk’tu.
Her neyse, Türk kesiminde bunlar olurken, efsanevi Nuh Peygamberin efsanevi gemisininin karaya oturduğu yer olarak söylenen Cudi dağı, bir kere daha Türk askerlerince aleve veriliyordu. Dağın ağacı, gülü, çiçeği, türlü, çeşitli kokulu otlarıyla birlikte henüz uçamayan keklik, bıldırcın, tilki, tavşan yavruları, kaplumbağalar da yanıyordu.
Urfalı milletvekili Kürt Mahmut (Tanal) Akbelen’de ormanın imdadına gelen tabiat severleri fişleyen jandarmayı kovalıyordu.
Cudi ise günlerden çığlık çığlığa zaferlerini kutlayan askerlerin koruması altında, yanıyordu. Askerler, söndürmeye gelen köylüleri, yangın yerine yaklaştırmıyordu.
“Yeşilsever Türkler“ yangını seyre bile gitmediler. Seçilmişlerin nutuklarında da Cudi hiç yoktu. Aman Tiran’ın gölgesinden uzak gitmek gerek. Leyla Zana’ya yapılan orta yerdeyken, düşman toprağı yanarken dönüp bakma ve “yazık“ deme de cezalık suç olabilirdi. Kim bilir...