Demirtaş’ın düşmanı yargılayan savunması

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Demirtaş, orada yargılanan değil, vahşetin ortasından kopan bir insanlık çığlığıydı. Savunma adına Türk devletini yargılayıp mahkum ediyor ve dosta, düşmana baş “Ben Kürdüm” diyor, “Türklük Sözleşmesi’ni kabul etmediğim için, yargılanıyorum” diye sesleniyordu.

55 yıllık hapis cezasına hükümlü Kürt lider Selahattin Demirtaş, ayrıca Cumhurbaşkanı ve devletini eleştirdiği için, onlara hakaret suçlamasıyla 19 Temmuz 2024 tarihinde, yeniden mahkemedeydi. Demirtaş, orada yargılanan değil, vahşetin ortasından kopan bir insanlık çığlığıydı. Savunma adına Türk devletini yargılayıp mahkum ediyor ve dosta, düşmana baş “Ben Kürdüm” diyor, “Türklük Sözleşmesi’ni kabul etmediğim için, yargılanıyorum” diye sesleniyordu.

Yazının burasına, virgül koyup parantez açmak istiyorum. Ders kitaplarının dışına taşan bizim kuşak, yüz yılımızı onurlandıran ulusal kurtuluş savaşçısı önderlerinden Hintli Pandit Nehru ve Mahatma Gandi’nin, Afrika uyanışını fitilleyen, kurtuluşunu ateşleyen Kongolu Patrice Lumumba’nın, Libyalı Ömer Muhtar ve kuzey Afrikalı liderlerin hikayelerini oradan, buradan okuyarak büyüdü.

Türk atasının hikayesi mi? O kurmacaydı. Kabuğun içi gerçekçilikten uzak, yapay dolgu malzemesiyle şişkindi. Bu yüzden çekicilikten uzaktı. Okullarda dayak ve sınıf geçme tehdidiyle okutuluyordu…

Suskunluğuyla düşman çatlatan, ama günü geldiğinde Antik Yunanlı Sokrat misali cellatlarıyla konuşa, hesaplaşa ölüme yürüyen Şeyh Said’in adı bile yasaktı, o dönem. Bir kuşak onun efsanesini, önce fısıltılardan duydu. Dervişlerin zincirini şıngırdattıkları deflerin (erbane) uzayan avazı ve dengbêjlerin sesinden dinlediler, onun savaşı ve esirliğini. Sonra hikayesini düşmanlarının satırlarında aradılar. Başka yazılı kaynak yoktu.

Günümüze gelince: Artık, eli kalem tutan, parmakları klavyelerde dans eden Kürt çok. Ayrıca dünya, avuç içine sığacak kadar küçük. Evrenin gerçekleri, belgesiyle gözler önünde. Hiçbir şey gizli, saklı değil artık. Böyle bir dünyada, düşmanları bile hakkını teslim ediyor ki, Kürdistan’ın onurlu davacılarından “Selo” (Selahattin Demirtaş), ulusal ruhun kavi taşıyıcılığı bakımından, bir Nehru veya Gandi ile Ömer Muhtar ile bir Lumumba’dan geri değildir.

Günümüzün efsanevi Güney Afrikalı Nelson Mandela gibi, o da esir alındıktan sonra, arkadaşlarını zorda bırakmamak için, geri plana, halkının gönlüne çekildi.

Parantez içinde parantez açarak devam edeyim. Demirtaş, kitaplar okuyarak yolunu, yönünü tayin edenlerden değildir. Elbette, her entelektüel gibi çok okuyandır. Ama kimseciği örnek alıp taklit etmedi. Kendisiydi. Kendi halkının tarihinden, yaşadığı vahşetten, zulümlere tanıklıktan etkilenerek, davasının davacısı oldu.

Ancak, hayat devam ediyor. Yarına kefil olmak ise kolay değil, risklidir. O nedenle ben, yarına kefil değilim. Ama bugüne kadarki aşamaya tanıklık edenlerdenim. Bu tanıklığı dayanak yaparak, hakkını teslim etmek gerekiyorsa eğer, o teslim olmamış tüm Kürdistan kız ve oğulları pınarındandır. Mayası sağlam, duruşu, erdemi kavi bir dava adamıdır. Onun için, Can Yücel’in sözüyle “aşk olsun çocuk” diyor ve ekliyorum: “Spas Selo ye xelkê min!..”

O, birçok dava arkadaşı gibi, 8 yıldır düşman elinde esir. Şimdiye dek, hakkında 55 yıl hapis cezası kestiler. 19 Temmuz’da bu cezaya birkaç yıl daha eklendi.

Ve o gün, Selo’nun sesi bir kere uzadı, evrene yayıldı. Ahmed Arif’in “Vurun ulan” deyişi gibi, “Ben Kürdüm” diyor ve düşmana meydan okuyarak devam ediyordu:

“Ben Türklük Sözleşmesi’ni imzalamayan bir Kürdüm!..”

Kürdün Selosu, o gün duruşu ve haykırışlarıyla tarihe notlar düşen bir isyancıydı. Orada Atik Çağın kolları bağlı “Odeusus”unu andırıyordu. Kürdistan’da işledikleri cinayetleri, sergileye geldikleri vahşet sahnelerini gözler sererek katilleri yargılıyor,  Odeusus’un bastırılmış sesiyle “suçlu ayağa kalk!” diye haykırıyordu.

Ona aşk olsun!..

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.