Diktatörün doğusu, yükselişi ve sefaleti
Ahmet KAHRAMAN yazdı —
- Hırsızlık, talan ile savaş harcamalarıyla yükselişin sefaleti bu ya, sonunda sıfırı tüketti. Oy ormanı olarak gördüğü halkı, bugün aç. İnsanlar bir ”gep” yiyeceğe muhtaç.
Kemalistler, “çok özgürlükçü”ydü. Yerli halkların hak ve özgürlüklerini geliştirip yaşatma aşkıyla doluydular. “Tanzimattan müdevir”, “gavura gavur demenin yasak” olduğu naralarıyla yolları tepiyor, “Kurdistan’a özerklik” sözü veriyorlardı.
O kadar inandırıcıydılar ki, kimsecik sahtekarlığı farketmiyor, göremiyordu. Ta ki, Lozan’da kurulan devletin tapusunu alıp hemen ardında Kürt kırımına geçip, beraberinde, her türlü hak ile özgürlüğe kilit vuran “Takrir-i Sükün” yasası ile Kürtlerin yaşama hakkını da ortadan kaldıran “Şark İslahat Planı" yürürlüğe girene kadar.
Osmanlıyı despot ilan edip kurtarıcı rolüyle öne çıkan “Selanik Orta Asyası”ndan “Atatürk” ırkçılığı artık dört başı bayındır bir ilahtı. Ona karşı duracak, herhangi bir güç yoktu. Kurdistan kırılıyor, Sümela Manastırı Rumlarının sonu olarak yanıyordu.
Şaşmadan izinde yürüdü. Yalan dolanın hızı düştüğünde veya rayından saptığında, birer darbeyle yerine oturtularak yürüdü, geldi.
Recep Tayyip’in liderliğindeki AKP, yalan ve dolan dolambacında, son büyük kurtarıcı, naraları da çekiciydi. Türklere, medeni dünyadaki ayarında bir hayat, Kürtlere özgürlük vaat ediyorlardı. Yoksulların din ve imana erişim anahtarı da elindeydi. Türk aydınları da, “hayda bre” naralarıyla destek ateşini körüklüyordu. Türkler, “ayın fethi”nden önce, Avrupa ile bütünleşme yollarındaydı.
Aslında, yedekleri Türk aydını desteğiyle göğü pembeye boyayanlar, gecekonduların “Mafyoz” edalı, cahil cühela çocuklarıydı. Yalnız karınları değil, gözleri de aç...
Ve “yetmez ama evet” naralarıyla destek veren Türk aydınları, onların arka beyinlerini okuma yeteneğinden yoksundular. Elleri ve ayaklarıyla hırsızlık lağımında yüzdüklerini göremeden destek atışları yaptılar.
Derken, o çok namuslu, pek çok erdemliler bir sabah, çaldıklarıyla orta yerde, ışığın altında dikili kaldılar. Artık hizmete adanmış erdemliler rolü oynayacak halleri kalmamıştı. Larvanın başkalaşım geçirip kurbağaya dönüşmesi misali, özleri İslamo Faşizme evrildiler. Oy deposu olarak gördükleri alttakilere gülümseyen, karşıtlarının tepesinde “şorlayıp” terör (korku) rüzgarları estirmeye başladılar. Sonra, “Allahın lütfü” olan darbeyle tüm dizginleri ellerine aldılar. Yandaşlarına hayat veren, servetler sunan “Mafya Babası”, karşılarının karşısında Al Kapon mitralyözü olarak dikildiler. O güne dek “ileri demokrasi” diyen Recep Tayyip, Rizeli İpsiz Recep kılıklı olarak, hukuk ve adalet mekanizmanın efendisi, çıkar musluklarının bekçisi, polis ve askerin buyurganı bir diktatördü artık.
Atatürk’ü de aşıp “en birinci ırkçı olmak” için, Atatürk’ün bile teslim alamadığı Kürtleri yıkım, yangın ve ölüm çemberine aldı. Şehirleri, pum kuşu yuvası viranelere dönüştürdü. Sivil lider kadroları beton duvarların ardına kilitledi.
Sonra, Kürt düşmanlığını bölgesel boyuta taşıma hamlesini başlattı. Oradan buradan aldığı borç parayı bomba ve füzelere yatırdı. “Cici muhalefetin” alkışları arasında Kurdistan’ın Suriye ve Irak paçalarını da işgale çıktı.
Ama hırsızlık, talan ile savaş harcamalarıyla yükselişin sefaleti bu ya, sonunda sıfırı tüketti. Oy ormanı olarak gördüğü halkı, bugün aç. İnsanlar bir ”gep” yiyeceğe muhtaç.
Gelgelelim o, bir “köle senyörü” olarak bakıyor, oyunu gittiği halkına. Senyörler, söz dinlemeyen kölelerini kamçılıyorlardı. Meydanlarda döverek kemiklerini kırıyor, canlarını alıyorlardı.
Kürtlerden sonra, Türkler de meydanlarda köle gibi işkence görme sırasında. Arazileri ve üstündeki ormana sahip çıkan Muğla’nın Akbelen köylüleri de, aynen kölelere yapılan muameleyle görüyorlar. Receb’in “türbanlı bacılarım” veya “ayaklarının dibi öpülesi analar” diyerek kutsadığı kadınlar, buyurganlığına itiraz ettikleri için dövülüyor, zehirli gazlara maruz kalıyor, yerlerde sürükleniyorlar.
Onun ve “yaranı” holdinglerin çıkarına karşı duran türbanlı kadınlar, kutsal değil, olamazlar. Ayak dibi öpülesi ana da bir anda, işkence görmeyi hak eden köle olayı hak ediyor.
Ne diyeyim, diktatörlüğün sefilliği işte.
Oysa, eski çağ köleleri gibi ezilen o köylüler, oy verirken iyiydi. Vergi ödeyerek, onu Neron misali saraylarda yaşatıp, görkemli sofralarda beslerken de iyiydi.
Türkler hep böyle bir şey işte. Bunu ben demiyorum. Türk’ün tarihi, yazıyor bunu.