IŞİD ortağı Türkler İslam zirvesinde
Ahmet KAHRAMAN yazdı —
- Suudi Arabistan zirvesinde, “kasap et, keçi can derdinde“ anekdotu da canlanıyordu Türk heyetinin reisi dilinde. Savaşın karşılıklı ataklarla harlandığı bir yerde, birincil öncelik silahları susturmak olması gerekirken o, kendi hayallerinin alt yapısını hazırlamakla meşguldü. İnsanlar, can derdindeyken o, savaşın rantı, kazancı peşindeydi.
Türkler Ortadoğu’da, on seneyi aşkın zamandan beri, ismine takla attırılmış İslamo faşist çeteleriyle omuz omuza, Batı ve Batı’nın birleşik gücü NATO’ya karşı savaşıyorlar.
Türklerin emir ve komutasındaki bir çete kanadı, El Nusra’yı atıp “Tahrir-ül Şam“ adını almış. IŞİD’in ana gövdesi de, üniforma giydirilmiş ÖSO ve hepsi bir arada “muhalif güç“ oluvermiş.
Batı ve NATO, cilanın altındaki gerçeği, herkesten iyi biliyor ve berrak görüyor. Ama Türk devletinin, İslamcı hırsızlar, soyguncu, tecavüzcü ve kafa kesen katillerle birleşen “terörist devlet kesildiğini“ kör bakıp sessiz durarak, kendince milyarlarca dünyalıdan saklıyor. Bu bilineni peçelemek, bakan gözlerden saklamaktı.
Çünkü “kullanışlı“, kullanılmaya müsaittir. Tarih boyunca Fransızlar, İngilizler, Alman ve Ruslar tarafından ücreti mukabilinde kullanıldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne dek de NATO tarafından, lüzumu halinde kullanıldı. Bundan sonra, gerektiğinde kullanılmak üzere girdiği kılıkları, geliştirdiği ortaklıkları görmezlikten geliyorlar.
Dünyanın en vahşileri İslamo faşist çetelerle iş ve güç birliğine paralel olarak, NATO karşıtı Rusya, İran’la Astana İttifakı gözler önünde. NATO’yu içinde vurmak olan İsveç’in üyeliğini takozlaması da ortada. Her fırsatta Batı’ya saldırmaları da...
Ama çıkarları için sus-pusturlar. Fransa, Charlie Hebdo katliamı dahil, Paris’teki Kürt suikastlerini dillendirmedi bile.
Son İsrail, Hamas olayına gelince: Ankara, olanları bahane edip Batı değerlerini, NATO’nun ana gücünü oluşturan Amerika’yı hedefe oturtuyordu. Dostluğa bakın, devletin izni olmadan yaprağın kıpırdamadığı Türk devletinde, Batı kurumlarına karşı saldırı ve gösteriler, İncirlik ve Kürecik üslerine baskın girişimi düzenliyordu. Devlet adına naralananlar İslamı, Batı’ya karşı ittifak cephesi kurma çağrıları yapılıyordu.
Suudilerin öncülüğünde düzenlenen İslam ülkeleri zirvesinde, bu çağrıyı yineleniyordu. Buna rağmen Batı’nın sessizliği manidar değil, açıktır. Çıkara dayalı sessizlik, kör ve sağırlık...
Ama İslam zirvesindeki çağrılar, amiyane deyimle “hava aldı.“ Çünkü, dünün Arapları yok artık. Onlar bugün, eğitimli kadroların öncülüğünde, birikmiş sermayeleriyle, dünyanın her yerindeler. Arap denilince artık, Dubai’nin ışıltı geceleriyle gökdelenleri, ötede çölleri yeşertip hayat aşılayan projeleriyle Suudiler akla geliyor. O nedenle, Orta Çağ durağında bağlı kalmış cahil cühela ve magandanın peşine takılıp sağa sola savaş açacak aklı evvel yok. Onlar, en son İsrail’i yok etmek üzere, 1967’de topluca ayağa kalktılar. Yedikleri dayakla kaldılar.
Onun için zirvede, ağzı Kürt kanıyla tatlanmış ve başkasının sırtından yeni kanlı sahalar yaratıp vurgun etme peşinde koşan maganda ciddiye alınmadı. Batı’ya cihat narası sahibi bulmadı.
***
Suudi Arabistan zirvesinde, Kürtlerin soyunu yer kürede kurutma yeminiyle yola çıkmış maganda duruşu ve naralarıyla, “Secaat arzederken sirkatini söyleyen Merdi Kıpti“ tıpkısıydı. Kendimi öveyim derken, işlediği suçları itiraf ediyor, onu dinleyen Suriyeli Beşar Edad da başı öne eğik acılı yüzle gülüyordu. “Merdi Kıpti“ (Mert Kıpti) üstüne basa basa “İsrail’i işgalci ve soykırımcılıkla“ suçluyordu, onu dinleyen Esad, Türklerin pençesindeki ülkesini düşünüyordu. Türkler ve müttefikleri haydutların işgalindeki ülkesi, ilhaka hazırlık olarak topraklarında, Türk yönetimi yürülükte, Türk parası ve dili geçerliydi. Soykırımsa eğer, Rojava bölgesinde ölümden kurtulan Kürtler yurtlarından sürülmüş, evleri, iş yeri ve arazileri işgal edilmiş, kalanların dili, kültürü, yaşama biçimi yasaklanmış, okulları kapatılmıştı.
Oysa İsrail’de, Filistinlilerin dili ikinci resmi dildi. Okulları açık, kültürel etkinlikleri özgürce, temsilcileri de parlamentodaydı...
***
Suudi Arabistan zirvesinde, “kasap et, keçi can derdinde“ anekdotu da canlanıyordu Türk heyetinin reisi dilinde. Savaşın karşılıklı ataklarla harlandığı bir yerde, birincil öncelik silahları susturmak olması gerekirken o, kendi hayallerinin alt yapısını hazırlamakla meşguldü. İnsanlar, can derdindeyken o, savaşın rantı, kazancı peşindeydi.
Çünkü, 21 yıldır tek başına yönettiği ülkede açlık kriziyle intiharlar, çıkmazdaki insanların ruh harabiyetinden kaynaklı cinayetler girdabındaydı. Onun bildiği ve ezberinde tuttuğu çıkış yöntemi de, “Hitler’in yolu“ inşaatçılıktı. Nitekim, “savaşta kurtarıcı“ olduğu Libya ve Azerbeycan’da ihaleleri alıp artık kimler için iş tuttukları bilinen müteahhit çetelerini oralarda iş başı yaptırmıştı.
Şimdi sıra Gazze’deydi. Nasıl olsa şöyle veya böyle ama bir gün savaş bitecekti. Bari, savaşın çıkarı, kazancını garantilemeliydi. Bu amaçla olmalı ki, “şimdi bu da ne?" düşünenlerin hayretten büyümüş gözleri içine baka baka “din kardeşleri“ diye haykırıyordu: “Arap ülkeleri, hemen Gazze’yi ayağa kaldıracak bir fon kurmalıdır.“
Silahların susup insan hayatının garanti altına alınması gerektiği tezi işlenmesi gerekirken, Türklerin Recep’i “imar için bir fon oluşturmalı“ diyordu.