Neden susmayı seçer insan?
Rojbin EKİN yazdı —
- Niye susuyoruz, neden tepki göstermiyoruz bize bu yaşatılanlara? Cenazesi bir kutuya konularak ailesine teslim edilen Axîn’in (Menfiyat Elçiçek) gözlerinden, saçlarından, kemiklerinden daha değerli neyimiz var bizim?
Ağıtta kaybolmayı seçmek mi yoksa direnmek mi?
Alışkanlıklarımız sadece günlük rutinimize dönüşmüyor, zamanla konfor alanlarımız da oluyor. Kendi sınırlarımız, yaşam alanımız her şeyden ve herkesten çok en temel önceliğimiz haline geliyor. Bu kadar bireyci yaşamaya itiliyoruz. Bu gerçeğe dokunurken bile ardından şu cümleyi kurma ihtiyacı duyuyor insan: Hayat inanılmaz derecede zorlaştırılmış, ‘ekmek aslanın ağzında’ deyimi günümüzün gerçeği haline gelmiş ve insanlar yaşayabilmek için büyük sınavlar vermek zorunda hissediyor kendisini. Çünkü gerçeğin bir diğer ucu da bu. İnsanlar sadece bu sınırda kalsın ve yaşasın diye çok fazla uğraşılıyor. İnsanı sürüleştirmenin ve hiçleştirmenin bir stratejisi bu aynı zamanda. Maalesef eksiksiz işliyor ve bu hale sokulmaktan duyulan rahatsızlık yetersiz. Hala direnenleri tenzih ederek, neredeyse buna rıza göstermiş bir insanlık gerçeğiyle karşı karşıyayız. Birey olarak varolmak, kimlik edinmek mensubu olunan ırk, halk ve toplumdan çok çok daha öncelikli. Yurt ve toprak sevgisi, bilinci için de öyle. Toplumsal değerler, ahlak ve kültür bizlere bireycileşmeyi dayatan kapitalist modernite tarafından o kadar çok teşhir edilip anlamsız kılınmış ki, artık bundan bir kaçış var.
Toplumsallığın gücüne karşı inançsızlık var. Ne kadar çok bireycileşirsen o kadar çok yaşam imkanı edinirsin, o kadar çok yaşamayı hak edinirsin! Nefes alıp vermek bile sanki bu sistemin insanlara sunduğu bir lütufmuş gibi... Yaşam ve yaşamımız bu denli bu sisteme ait kılınmış, onun sınırlarına hapsedilmiş. Kendinden, hayattan ödün vererek yaşamak sanki bu sisteme karşı bir borçmuş gibi...Bu hale getirilmiş ve insanlar bu şekilde yaşamaya yönlendiriliyor. Çünkü böyle oldukça ve yaşadıkça bu sistemin sana dair içine girebileceği hiçbir korku ve kaygı yok. Birey, yani ‘tek’ olarak bu sisteme karşı rahatsızlık duymanın, hatta kavga etmenin bile bir zararı yok. Çoğalmadıkça bir risk alanı değilsin. Bireyciliğin olumlanması, bireyciliğe bu kadar yaşam alanı açılmasının altında yatan gerçek de bu.
Yoksa niye rahatsızlık duymasın insan etrafında olup bitenden? Neden gerekli tepkiyi göstermesin? Doğruya doğru yanlışa yanlış demek yerine, neden susmaya yönelsin? Bizi asıl biz yapan, güç haline getiren ortak değerlerimiz etrafında gittikçe daha az sayıda birleşiyor olmamızın altında yatan en temel etkenlerden biri de bu değil mi? Korkulan daha çok zulüm ve baskı altına alınmaksa, zaten bundan ötesi yok diyeceğimiz bir sınırdayız.
O zaman niye susuyoruz, neden tepki göstermiyoruz bize bu yaşatılanlara? Cenazesi bir kutuya konularak ailesine teslim edilen Axîn’in (Menfiyat Elçiçek) gözlerinden, saçlarından, kemiklerinden daha değerli neyimiz var bizim? Kaç kez denendi oysa. Axîn üçüncüsüydü. İlkinde kıyametleri koparmış, yeri göğü öfkemizle inletmiş olsaydık bize aynı zulmü, acıyı bir daha bu faşist rejim yaşatamayacaktı. Bunu yapmak yerine, gerilla Axîn’in annesinin yaktığı ağıda bıraktık kendimizi. O ağıtta kaybolmayı seçtik. Böyle durmaya devam edemeyiz zulüm karşısında.
İsrail’in Filistin halkına yaptıkları karşısında nasıl ayaklandıysa kendisine inançlı diyenler, Kürt halkına yapılanlar için de ayaklanmalı. En klişe deyimle; din kardeşi değil mi Kürtler? Sonuçta bu çağın en acımasız gerçeği savaş. Ara ara mekan değiştirse de, uğradığı her coğrafyada aynı insan kıyımını, aynı coğrafya yıkımına yol açıyor. İnancı, dili ve ırkı değişse de, insan insandır, çocuk çocuktur ve kadın kadındır. Öyle değil mi? Hamas’ın esir aldıktan sonra katlettiği ve bedenini teşhir ettiği Alman Shani Louk da, Türk devletinin desteklediği DAİŞ uzantısı çetelerin katlettikten sonra bedenini teşhir ettiği YPJ savaşçısı Barîn Kobanê de kadın... Sur, Cizre ve Nusaybin’i tank ve toplarla yıkanlarla Gazze şeridini bombalayanların ne farkı var ki...Êfrîn’in zeytin ağaçlarını kesen, tarihi mekanlarını, inanç merkezlerini, ibadethanelerini yıkan, insanları zorla topraklarından göçerten zihniyet şimdi Gazze’ye de aynısını yapıyor. Savaş mağduru Filistin halkına ağlanıp kucak açılırken, kaderini tayin hakkı talep edilirken, Kürt neden daha çok düşmanlaştırılıyor? Neden Kürtlerin şehirleri, anayurtları işgal ediliyor, Kürt halkı savaş ile, şiddetle, zulümle anayurdundan göçertiliyor? Neden Kürtleri dört parça Kurdistan’da katletmeyi meşrulaştıran bu faşist rejime karşı da İsrail karşısında olduğu gibi ayaklanılmıyor?
Susarak değişmeyecek, kendiliğinden de yıkılmayacak bu faşist rejim. Daha çok örgütlenmedikçe, daha çok sesimizi yükseltmedikçe ve mücadele etmedikçe karşıtı olduğumuz hiçbir şeyi değişmeyecek...