Plaza de Mayo’dan, Cumartesilerin 'terörist' annelerine

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Plaza De Mayo anneleri yanında, yeryüzünün talihsizleridir, Türk rejiminin kötülüklerine “hayır” diyen anneler.  Bu annelerin çoğunluğu Kürt. Gerisinin çoğu da Alevi. Yani doğarken değil, doğmadan düşman. Dünya ise ilgisiz. O yüzden, yeryüzünün yalnızları. “Mayo” annelerine kanat açan Kilise gibi, din kurumu da yok yanlarında. Türk-İslam faşizminin imamları rejimin hizmetinde birer memur, kiralık eleman.

Urugaylı Eduardo Galeano’nın deyimiyle, işgalci ve talancıların “hayat damarları kesip kirlettiği” Latin Amerika, 1970’lerde dev homurdanarak uyanıyordu. Her ülkenin egemeni, kendince hırsızlar, soyguncu ve talancıların kanlı düzenini, “adalet” diye homurdananlara karşı savunmak üzere, Türklerin yapageldikleri gibi polis ve askeri güçlerini mevzilemişlerdi. Mevzilerin gerisinde ise işkence altında can çekişenlerin feryadı ezmana çıkıyordu. Çöplükler, parçalanmış veya kurşunlanmış bedenler tarlasıydı. Ortalık, yakınlarını arayan hüzünlülerle doluydu.

Arjantinli ondört kadın, böyle bir terör ormanında kayıp çocuklarının akibetini öğrenmek için, diktatör general Videla’ya mektup vermek üzere, Nisan 1977 tarihinde, başkent Buenos Aires’in Plaza de Mayo meydanında bir araya geldi. Türk polisinin çocuklarını arayan annelere yaptığı gibi, baskına uğradılar ve dağıtıldılar. Daha sonra, “diktatörlüğe karşı çıkan çılgın (deli) kadınlar” olarak adlanacak olan ondört kadın, inadına direndi. Gidip başkanlık sarayının olduğu meydanda, “Mayo” (Mayıs) heykeli gölgesinde toplandılar. Polis saldırıları ve işkencelere rağmen Plaza De Mayo meydanında görüntü olmaya devam ettiler. Katılımlarla sayıları çoğaldı. Pek çoğu haydutlaşmış devletçe kaçırılıp öldürüldü. Ancak geri durmadılar. O arada, namları dünyaya yayıldı. “Yeryüzünün iyi insanları” ve kiliseden maddi ve manevi destek aldılar.

İşkence ve ölümlerle dolu dirençleri boşa gitmedi. Pek çok cinayet aydınlandı. O arada, kaçırılmış çocuklardan üçyüz kadarı tesbit edilip ailelerine teslim edildi.

Öte yandan Latin Amerika ülkeleri Bolivya, Brezilya, Şili, Paraguay, Uruguay başta olmak üzere pek çok ülke anneleri benzer eylemlerle kayıp çocuklarını aramaya başladı. Türk devletinin yüreği yaralı (çoğu Kürt) “Cumartesi anneleri” de bunlardan biri ve günümüz dünyasında da tek...

Fakat, Plaza De Mayo anneleri yanında, yeryüzünün talihsizleridir, Türk rejiminin kötülüklerine “hayır” diyen anneler.  Bu annelerin çoğunluğu Kürt. Gerisinin çoğu da Alevi. Yani doğarken değil, doğmadan düşman. Dünya ise ilgisiz. O yüzden, yeryüzünün yalnızları. “Mayo” annelerine kanat açan Kilise gibi, din kurumu da yok yanlarında. Türk-İslam faşizminin imamları rejimin hizmetinde birer memur, kiralık eleman.

Kamuoyu vicdanına gelince, o zaman ölü veya hiç yok; olmamış. İnsan malzemesi ise bu yokluğun, yani çoraklığın ürünü. Çünkü onlar, vicdanın kolay kolay kabullenmeyeceği bir durum ile onun bunun (Müslüman, Alevi, Êzîdî Kürtlerin, Ermenilerin, Yahudiler, Süryani, Keldanilerin) malı mülküne “çöken”, eli kanlılar. “Çökmek” ve kana bulanmak ise, önce vicdanı öldürmekle olur. Bu yapı yüzünden, bu diyar büyük oranda ölü vicdanlar diyarıdır. Bu bakış açısı ile Kürt doğarken düşmandır. Malı, mülkü ve hayatları da ganimet...

Onun için, Plaza De Mayo meydanı anneleri gibi, sokağa çıkıp kaçırılmış evlatlarının akibetini soran, çocuklarının öldürülmemesini, Hitler Panzerleri taklidi zırhlı araçlarla ezilmesini istemeyen Kürt kadınları (Barış Anneleri), düşman muamelesi ile yalnızlıkta zehirli gazlara tutuldular. Coplanıp yerlerde sürüklendiler. Mahkemelerce mahkum edilip hapishanelere dolduruldular.

Türk’ün dincisi, ırkçısı, onlara payanda TKP çocuğu solcusu, onlar eziyet altında ezilirken uzaktan bakan olarak yürek soğutma sessizliği, hareketsizliğiyle kaldılar. Ezilen düşmandı çünkü...

Buna rağmen Kürt anneler Amed’de, Van’da ve Kürdistan’ın başka şehirlerinde, hala Cumartesi bir araya geliyorlar. Çoğunluğu düşman (Kürt ve Alevi) anneler, 30 yıldır İstanbul’daki Galatasaray Meydanı’nın “Cumartesi anneleri” olarak, ellerinde “suç delili” kızıl karanfillerle bir araya geliyorlar. Ölümlerle sayıları azalsa da yılmadan, terör devletinin kaçırdığı çocuklarının hesabını soruyor, iz sürüyorlar.

Rejim, askeri değil. Türk tipi “demokratik cumhuriyet”in seçilmişleri. Ama diktatörlük diktadır işte. Sivil Türk İslamo faşizm dün, dünyanın gözü önünde vahşileştirilmiş köpeklerle saldırdılar, bu saçı ağarmış yaşlı annelere. Polisçe coplandılar. Dondurucu kış soğuklarında, tazyikli suya tutuldular. Kelepçelenerek polis merkezlerinde sürüklendiler. Tutuklamadılar. Onları yalnız bırakmayan, insanlığa adanmış bir hukukçu olan Eren Keskin ağır hapis hükümlüsü olarak yanlarında. 10 haftadır, onlarla birlikte elindeki karanfil buruşturulup yere atılıp postalla ezildikten sonra onlarla birlikte sürükleniyor.

Türk kamu, onlara karşı derin uykuda. Yeryüzü vicdanı, Kürdün sözüyle “qer u lal...”

Ve yeryüzünü güldüren, Türk icatlarından yeni bir icat: Türk rejimi, insanlık arayan annelere cevaben, “mosturalık” bir direniş düzenleyerek, biz dünyalıları güldürüyor. Terör devletinin direnişçileri de, kendisi gibi “düşmüş”ler... Vicdanını satışa çıkarıp ekmeğine “katık” eden kiralık Kürtler...

Türk terör devleti, onları kullanmak üzere, halkın vergileriyle besliyor. Maaş ve ek harçlık veriyor. Ayrıca barındırıyor, yedirip içiriyor onları. Sonra devleti ve de devletsel hiç bir kurumu olmayan, ama namusuna direnen fukara Kürtlere karşı, onları gösteri gücü olarak kullanıyor. Bizleri güldürerek, yüz yıllık Türk terörüne tepki sonucu yönünü dağlara vermiş gençleri geri getirmek için, meydana sürüyor...

Seyrettiğimiz bu komedi, insanlığı arayan Cumartesi anne ve ninelerine karşı çaresiz kalan Türk ırkçılığının rezilleşen sefaletinin manzarasıdır. Türk’ün “demokratik ve laik bir cumhuriyeti”nin yüz yıllık sefilliğinde direnme manzarası...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.