Türk ırkçılığının sol kolu: "TKP"

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Türk solunun kökü, ana damarı "TKP"dir. Ermeniler, Rumlar, Süryaniler Kemalistlerce kırılıp sürülürken "TKP" kör, dili tutuk, lal oldu. Suskun kaldılar. Kürtlere sıra gelince, “Kısrak başı gibi orta Asya’dan Anadolu’ya uzanmış“ Türklük ruhu aniden kalıbından çıkıp şahlandı.

Türk solunun kökü, ana damarı Türkiye Komünist Partisi (TKP)’dir. Ondan sonra doğan “sol“ söylem ve 1960’lardan itibaren “pıtrak gibi biten“ tabelaların tümü, bu kökten türemedir.

Geçmişin küllerini eşeleme yerine, bugüne bakarsak, Türk solu diye iki damardan bahsedebiliriz: "TKP" ve Kürtlerin oylarıyla parlamentoya girmiş olan TİP...

TİP bir ayağıyla ırkçı Ergenekon avukatlığında, bir ayağıyla Atatürk’e methiyede, ama yürürken de sol üzere naralanıyor...

"TKP"ye gelince o, Batı dünyasındaki gibi sanayileşme ve onun doğurduğu vahşi kapitalizmin zulme karşı zamanın ruhu ve toplumsal mücadele yolu değildir. Yani sosyal ve siyasal gelişimin sonucu değildir. TKP ortaya çıktığında, Türk devletinin doğduğu topraklarda henüz bir tane dokuma tezgahı ve deri işleme atölyesinden başka sanayi yoktu. Okuma ve yazma bilenlerin oranı da yüzde 5 bile değildi.

Oradan buradan tutunmayanlar ithal edilerek, onlardan bir Türk ırkı yaratılmaya çalışılıyordu. Yani Türk bile yoktu. Rumca, Ermenice, Afganistan Farsçası, Fransızca, İtalyanca ve diğer diller karması bir lisan konuşuluyordu. Türkçe denilen kelimelerin sayısı yüzde beşi bulmuyordu. Kürt Ziya (Gökalp) henüz Türklüğün esaslarını, Ermeni Agop Dilaçar da Türkçenin gramerini yazmamıştı. Atatürk de henüz, “ulusal kurtuluş savaşı“ diye, yerli halklarla savaş, onları tasfiye ile meşguldu.

"TKP" işte böyle bir yerde, Ruslara yaranmak üzere, göstermelik olarak kuruluyordu. Çünkü gerekliydi. “Etnik temizlik“ denilen “soykırım“savaşları“ için, İngilizler ve Fransızlardan kalma silahlardan daha fazlasına ihtiyacı vardı. Bunu ancak, Çarı devirmiş, Rusya’yı ele geçirmiş ve çevrede dostluğa ihtiyacı olan Komünist Lenin’den sağlayabilirlerdi. Bu amaçla, zaman geçirilmeden ilişkiler kuruldu. Dostluk bağları pekiştirildi. Tabii ki, komünistle dostluğun en güçlü bağı Komünist Parti’ydi. TKP bu süreçte kuruldu.

Öte yandan, dünya savaşından kalma Çar silahları gelmeye başladı. Rus halkı açlıktan kırılırken, Lenin alabildiğine cömertti. Kemalistlere, altın cinsinden para veriyor, Atatürk de, “devrimciliğin simgesi Rus papağı“ (kalpak) ile ortalıkta geziniyor, objektiflere poz veriyordu.

Tabii dostluk ilişkileri yaygın ve her alandaydı. Rus kültürünü ithali için, Rusya’ya öğrenciler gönderilmeye başlandı. Daha sonra ünlenecek olan Nazım Hikmet, Vala Nureddin (Va Nü) ve Şevket Süreyya Aydemir gidenlerden üçüydü.

Doğal olarak askeri yardımlaşma, karşılıklı olarak doruktaydı. Yardıma gelen Rus generalleri İstanbul- Taksim meydanına dikilen anıtta, birer figür olarak yer alıyordu. Kemalist ordu da Lenin’in Ermenistan’ı, Azerbeycan ve Gürcistan’ı ilhak edip Sovyetler’e katmasına katkıya koşuyor, ölen ölüyor, kalanlar zafer marşlarıyla dönüyordu.

İlişkiler o kadar sıkıydı ki Kemal, "TKP"yi yetersiz bulunca lağvediyor, yerine sadık kulları Celal Bayar ile değişmez Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın da yer aldığı yenisi kuruluyordu.

Ortada kalan "TKP", bundan sonra kendini besleyen Moskova’nın hizmetine geçti. Onun kapısında “şey etmeye“ başladı. Ama Türk ırkçılığının sol kolu olmaya da devam etti. Cahil cühela kiralıklar oldukları için, solun temeli, ana unsuru olan “Hümanite“den, yani insana sevgi, saygı ile ona hizmeten habersizdiler. Dolayısıyla hümanistliğin lüzumatı yoktu.

Ermeniler, Rumlar, Suryaniler Kemalistlerce kırılıp sürülürken "TKP" kör, dili tutuk, lal oldu. Suskun kaldılar. "TKP" hafıza kaybına uğradı yani. Ancak Kürtlere sıra gelince, “Kısrak başı gibi orta Asya’dan Anadolu’ya uzanmış“ Türklük ruhu aniden kalıbından çıkıp şahlanıyor, uzaktan “Kurt bakışlı“ atalarının hizmetinde savaşa giriyorlardı. Lenin, "TKP"nin aydınlatıcı bilgileri doğrultusunda, Koçgiri’ye sevkedilen Topal Osman ve cellat Sakallı Nurettin’in vahşetini, “devrimcilerin gericilikle savaşı“ olarak adlandırıyordu.  

Şeyh Said olayından sonra gelişen Kürt soykırımı ve "TKP"nin “Komünter raporları” ve yayınlarında, “Devrimci Türk rejimin Kürt feodalitesi ve gericilikle savaşı“ olarak sunuldu.  Ruslar, soykırıma bu gözle baktılar. 1930 yılında da, Türklerin yanında fiili olarak Kürtlere savaşa girdiler. Ağrı isyancılarını Kuzey’den ablukaya aldılar.

Aynı "TKP", geçenlerde 2014 yılında alınmış bir kararla Amed’de bir caddeye Şeyh Said adının verilmesinin yeniden gündeme gelmesi nedeniyle, bir kere daha Türk ırkçılarıyla bütünleşerek, Şeyh Said’e saldırıp hakaret ediyor, onu İngiliz emperyalizminin adamı olarak niteliyordu. Bu tutum, göze girme yolunda, Çetin Altan’ın sözüyle “Türk’e Türk propagandası“ydı.

Ama Kürtler için, yeni değil böylesi soysuzluklar. Yüz yıldır sövüyor, hakaret ediyor ve iftira yağdırıyorlar. O nedenle Kürtler nezdindeki etkisi, başkasının kimliğine bürünmüş bir devşirmenin “cürmü kadar“dır. Başka bir etkisi yok.

Beslenme karşılığında ona buna hizmetkar (xulam) duranların anlayacağı kavram değil, ama Şeyh Said Kürt milliyetçisi, bir özgürlük savaşçıydı. Yıllar önce, “ben tek başıma da kalsam“ diye yemin, kasem eden bir milliyetçi olduğu için, Alevisi, Sünnisiyle Kürtleri birleştirip ortak savaşımla esaret çemberini yarma sevdalısıydı.

İngilizlere gelince: Onlar Kurdistan’ı bölüp parçalayanlardır. Türk devletini kuran, Lozan’da tapusunu teslim eden...

Evet, İngiliz emperyalizmi Şeyh’in davasında vardı. Bu doğru. Onlar, bu sırada Güney Kurdistan’da işgalci güçtü. Şeyh Said ses verdiğinde sınırını askeri barikatlarla tutup, Kürtlerin her türlü dayanışmasını engelleyerek, Türklere yardım ettiler. Yani Türk devletini kuran, Kürtleri paysız, ana yurtlarında esir bırakan emperyalistler, Şeyh’in savaşında Türklerin safında durdular...

Anladın mı, düttürü?..

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.