Zihniyet değişmedikçe
Demir ÇELİK yazdı —
- Türkçü, ırkçı bu zihniyet değişen hükümetlerle değişmeyen tek hakikat olmuştur. Müslüman ve Türk olmayanların katliam ve soykırımla ortadan kaldırılması, geri kalanlarının ise asimilasyon ve kültürel soykırımla başkalaştırılması esasıyla hareket eden edilmiştir.
3 Kasım 1839 tarihinde Abdülmecit döneminde Hariciye Nazırı tarafından okunan Tanzimat Fermanı ile Osmanlı devleti, kendisini değişen dünya koşulları oranında yenileme kararına varmak zorunda görür. Bu zorunluluğun neden olduğu Tanzimat Fermanı’nın önemli maddeleri:
1- Tüm vatandaşların can, mal ve namus güvenliği sağlanacak;
2- Yargılamada açıklık sağlanacak;
3- Vergide adalet sağlanacak;
4- Rüşvet ortadan kaldırılacak gibi önemli kararlaşmalara gidilir.
Söz konusu bu kararlar sonuç vermeyince, Osmanlı bir kez daha 1856’ da Islahat Fermanı ilan eder. Islahat Fermanı’nın başlıca maddeleri;
1- Dayak, işkence ve angarya kaldırılacak,
2- Rüşvet ve kayırma kalkacak,
3- Kanun önünde herkes eşit olacak,
4- Herkesin tasarruf hukukuna saygılı olunacak...
İki yüzyıl önce Osmanlı ile başlayan devletin toplum karşısında kendisini yenileme, reforme etme arayışı ulus- devlet döneminde de devam eder. Birçok hükümet, dönemin ihtiyaçlarının zorunluluğu sonucu olarak benzeri girişimlerle kanuni düzenlemelere gitseler de, ‘dön babam dön’ aynı terane devam ediyor. Diğer hükümetleri ve partileri bir yana bıraksak, sadece AKP ve Erdoğan’ın söylediklerini hatırlayacak olursak iki yüzyıl önce söylenenlerden farklı söyledikleri yeni bir şey yok. Çünkü beslendikleri ve bekası için toplum kırımlar yaptıkları devletçi gelenek; gaspçı, talancı, ortadan kaldırma, öldürme, yok etme kodlarından besleniyor. Yaşama ve yaşatma değil, el koyma, öldürme anlayışı ve zihniyeti ile insana, topluma ve doğaya yaklaşan gelenek sahibi oldukları için nitelikli ve demokratik değişime hep kapalıdırlar.
31 Ağustos 1930’da İnönü, başbakan sıfatıyla; “Bu ülkede sadece Türkler etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur” der. O dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt daha da ileri giderek; “Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma, köle olma hakkı” der.
Türkçü, ırkçı bu zihniyet değişen hükümetlerle değişmeyen tek hakikat olmuştur. Müslüman ve Türk olmayanların katliam ve soykırımla ortadan kaldırılması, geri kalanlarının ise asimilasyon ve kültürel soykırımla başkalaştırılması esasıyla hareket eden bu devletçi gelenek, halklara ve inançlara hep zulüm yapmış, acılar yaşatmıştır. Dayağı, işkenceyi, katliam ve soykırımı yapanları cezasızlıkla ödüllendirmiş, onları mal, mülk sahibi yapmış, ikbal ve çıkar sağlamıştır.
Kürtler, Aleviler, Ermeniler ve Êzîdîler başta olmak üzere köle olması gerekenleri tasfiye etmiş, bu toplumsal kesimlere karşı söz söyleyenin sırtını sıvazlamış, önüne kırmızı halılar sermiş, ‘bir eli yağda, bir eli balda’ olmanın koşullarını sunmuştur. Bu nedenle rüşvet, suistimal, dolandırıcılık, gasp ve talanın ardı arkası kesilmeden toplumda çürümüşlüğe neden olmuştur. Türkiye’nin adeta çivisi çıkmış, freni patlamış, kontrolsüz, denetimsiz bir çürümüşlük hali toplumu kuşatmış bulunuyor.
30 Ekim 2014 MGK’nin ‘çöktürme planı’ toplumun değişimci, dönüştürücü dinamiklerini tasfiye etmenin planıydı. Öncesi üzerine konumlandırılan bu plan; çürümeyi derinleştiren oldu. Kürt’ün, Alevi’nin, devrimcinin ve değişimcinin tasfiyesi üzerine bina edilmek istenen bu devlet aklının Anayasayı esas alması, hukuki ve adil olmasını beklemek abes ile iştigal etmekten öte bir anlamı olmayacaktır.
Bu nahak zihniyet nice Tanzimat ve Islahat Fermanları ilan etse de, gündemde Şark Islahat Planı olduğu sürece değişim yaşanmayacaktır. MGK’nin ‘Siyaset belgesi’ ile farklı halkların kırım zihniyeti devam ettiği sürece Anayasa Kürt’e, Alevi’ye, Êzîdî’ye ve ötekiye eşit vatandaşlık hakkı tanımaz. Diyanet İşleri Başkanlığı, Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı ile ÇEDES projesi olduğu sürece Aleviliğin özgün bir inanç olduğunu kabul etmez. Alevilerin eşit vatandaşlık haklarını tanımaz. Bu talepleri dillendirenleri dinler görünse de, ancak bu talepler hayata geçirilmez.
Bütün bunlardan hareketle son günlerde Erdoğan’ın yeni Anayasa söylemi, durumu kurtarmak ve kendi iktidarını toplum karşısında tahkim etme arayışı olduğunu bilmemiz gerekiyor. Sivil, demokratik, adil, özgürlükçü ve eşitlikçi anayasa toplumun temel ihtiyacıdır. Toplum bu temel ihtiyacını devletçi, iktidarcı zihniyete rağmen kendi öz gücüne dayanarak örgütlü mücadelesi ile karşılayabilir. Başka türlü düşünmek, başka arayışlara kanmak dün olduğu gibi bugünde bize kaybettiren olur.