28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı: Heba edilen fırsat
Cihan DENİZ yazdı —
- Dolmabahçe Mutabakatı sadece Kürtler için değil, tüm toplumsal kesimler için belki de yüzyılda bir gelebilecek bir fırsattı. İktidarın eliyle heba edilmemiş olsaydı, bugün çok farklı şeyleri konuşuyor olacaktık.
Okumakta olduğunuz yazı 28 Şubat günü kaleme alınmıştır.
28 Şubat takvimdeki sıradan bir günün ötesinde, Türkiye siyasi tarihi açısından tekçi, vesayetçi anlayışla bu coğrafyaya barışı, demokrasiyi, özgürlükleri getirecek tarihsel bir mutabakatın kesiştiği bir gündür.
Bir yanda 28 Şubat 1998’deki sivil iktidarı hedefleyen askeri muhtıra ile diğer yanda ise bu sefer 2015 tarihinde AKP’li bakanlar ve İmralı Heyeti’nin birlikte Dolmabahçe’de açıkladıkları deklarasyon…
28 Şubat tesadüf değildi
Bu coğrafyaya gerçek barışı, demokrasiyi ve özgürlükleri getirecek Dolmabahçe Deklarasyonu için 28 Şubat tarihinin seçilmesi tesadüf değildir. O günün seçilmesi tarihsel bir hesaplaşmaya, tarihsel bir kopuşa işaret etmekteydi.
28 Şubat askeri müdahalesi, Kürtlerin verdiği mücadele ve yükselen Siyasal İslam ile birlikte darbe almış geleneksel tekçi, inkârcı ve vesayetçi anlayışın yeniden tesisini hedeflemektedir. Amaç siyasetin sınırlarını yeniden belirlemek ve bu sınırlar dışında kalanları, bu sınırlar ötesinde tahayyülleri olanları siyaset sahnesinin dışına atmaktır. Tıpkı Refah Partisi’nin kapatılmasında ve bunu takiben yeni kurulan Fazilet Partisi içinde sözde bir “gelenekçi” “yenilikçi” ayrımı yaratılarak bir ikilik yaratılması ama istenilen sonuç alınamayınca Fazilet Partisi’nin de kapatılması ve AKP’nin kurulması sürecinde olduğu gibi.
Bu anlamıyla 28 Şubat askeri müdahalesi, sivil siyaset üzerindeki askeri ve bürokratik vesayetçiliğin günün şartlarına göre yeniden ve daha güçlü bir şekilde kurulmasıdır; sözde bir “şeriat gelecek,” “Türkiye İran olacak” yaygarası etrafında kimi sol kesimleri, sendikaları, aydınları resmi siyasetin bir parçası haline getirmektir.
Bu tekçi ve vesayetçi anlayışla en kararlı mücadeleyi uluslararası bir komplo ile İmralı’ya getirildiği ilk günden itibaren PKK Lideri Abdullah Öcalan vermiştir. Sözde yargılandığı davaları, siyasi ve ideolojik olarak bir dönüşüm için fırsata çeviren Abdullah Öcalan, kaleme aldığı savunmaları ile bu coğrafya halklarına dayatılan tekçi, inkarcı, baskıcı anlayışın ötesine geçen bir politik anlayışın teorik ve pratik olarak nasıl olması gerektiğini ortaya koymuştu.
Abdullah Öcalan önderliğinde Kürt halkının her alanda verdiği mücadeleyle devlet ile Abdullah Öcalan arasında Kürt Sorunu’na barışçıl ve demokratik bir çözüm bulmak için yeni bir görüşme süreci başlamış ve İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan, devlet yetkilileri, İmralı Heyeti, PKK arasında yürütülen görüşmeler ile olgunlaştırılan bu sürecin sonunda 28 Şubat 2015’te İmralı Heyeti ve AKP’li Bakanlar tarafından kamuoyu ile paylaşılan Dolmabahçe deklarasyonu yayınlanmıştı.
Sembolik mesaj verildi
Deklarasyon, temel olarak Kürt Sorunu’nun çözümünde şiddeti denklem dışı bırakmayı amaçlasa da, metnin ruhuna ve maddelerine yakından bakıldığında bunun sadece Kürt Sorunu’nun barışçıl çözümü ile sınırlı olmadığı görülecektir. Metin, tam da deklarasyonun kamuoyu ile paylaşılması için seçilen 28 Şubat tarihinden de görüleceği gibi, bu coğrafyada siyasete hakim anti demokratik, vesayetçi, inkarcı, tekçi, cinsiyetçi, doğa düşmanı anlayışa bir meydan okuma olarak okunmalıdır. Tarih olarak post-modern darbenin tarihi 28 Şubat’ın seçilmesi ile çok sembolik bir mesaj da verilmişti.
Tüm coğrafyada ve halklarda büyük umut uyandıran bu süreç, hepimizin sonuçlarını çok acı bir şekilde yaşayarak gördüğü gibi, AKP’nin kendi imzasına sahip çıkmaması ile sonlandı. İktidar, daha mutabakatın mürekkebi kuramadan, en üst perdeden Dolmabahçe’de kurulan barış ve demokrasi masasını tanımadığını ilan etti.
Bu inkarın ilk sonucu, bu coğrafyada tekrar barış, demokrasi ve özgürlük umutlarının yeşermesini mümkün kılan Abdullah Öcalan üzerinde ne hukukta ne de ahlakta yeri olmayan yeni bir tecrit konseptini devreye soktu.
Kaçırılan fırsat ve AKP’nin sonu
AKP Dolmabahçe’yi inkar ederek, aslında o hep diline doladığı ama yalan ve çarpıtmadan başka bir anlamı olmayan “Yeni Türkiye’yi” yaratma fırsatını elinin tersiyle itmiştir. Ve dahası barış ve demokrasi yerine şiddet ve baskı yolunu tercih ederek aslında kendi ölüm fermanını da imzalamış oldu. Dolmabahçe’deki masayı devirdiği gün, AKP aslında bir siyasi varlık olarak kendi sonunu getirecek sürecin de fitilini ateşlemiştir.
Cemaatle yollarını ayıran AKP, iktidarının devamını, dün Cemaatle birlikte tasfiye etmeye çalıştığı Ergenokoncular, ulusalcılar ve MHP ile ittifak kurmakta gördü. Ve bu köşede sık sık vurgulandığı gibi Beyaz ve Yeşil Türk faşizmleri arasında kurulan bu ittifakta AKP, çok dar birkaç alan dışında edilgen ve kendine biçilmiş rolü yerine getirmek dışında başka bir işlevi olmayan bir konumdadır. Kendisine verilen ilk görev ise Dolmabahçe’nin inkarı ve Kütler ile tekrar savaşın başlatılarak sadece Türkiye sınırları içinde değil, tüm bölgedeki Kürt kazanımlarının tasfiye edilmesidir.
Mutabakatın inkarı, krizli sürecin başlangıcı
Sonuç, bağımlısı olduğu iktidarda kalmanın yolunu Perinçek ile somutlanan 28 Şubat askeri müdahalesinin destekçileri ile ittifak kurmakta gören AKP eliyle 28 Şubat askeri müdahalesinin yarım bıraktıkları tamamlanmak istenmektedir. Türk İslam sentezinin güncellenmiş bir haline dayanan mevcut iktidar bloku altında sadece Kürtlere değil toplum içinde farklı olan tüm kesimlere geçmişi kat be kat aşan bir tekçilik dayatılmaktadır. Halkların iradesi üzerinde geçmişte örneği olmayan bir devletçi vesayet anlayışı kurulmak istenmektedir. Darbe anlayışı ve darbe pratikleri, bu coğrafyanın siyasetinin adeta “normali” haline getirilmiştir.
Bunun sonucu olarak, Dolmabahçe Mutabakatı’nın inkarı ile başlayan çatışmalı süreç, tüm bir coğrafyayı siyasi, ekonomik, toplumsal, ahlaki olarak bir krize sürüklemiş. Bu sürecin sonunda toplumun tüm kesimleri her açıdan yoksullaşmıştır.
Tersinden söyleyecek olursak, Dolmabahçe Mutabakatı sadece Kürtler için değil, tüm toplumsal kesimler için belki de yüzyılda bir gelebilecek bir fırsattı. İktidarın eliyle heba edilmemiş olsaydı, bugün çok farklı şeyleri konuşuyor olacaktık.