Mülteci krizi değil insanlık krizi!
Suat BOZKUŞ yazdı —
- Sınır boylarında kurşunlamakla, açlıktan ve soğuktan öldürmekle, denizlerde boğmakla bu sorun çözülemez. Sınırlara duvar örmek ise bir insanlık ayıbıdır.
Kapitalizmin eşitsiz gelişim yasaları insanlığı bir uçurumun kenarına getirmiş bulunuyor.
Kapitalizme yapılan bütün güzellemeler denizlerde, nehirlerde boğulan, sınır boylarında açlıktan soğuktan ölen mülteciler gerçeği karşısında güneş görmüş kar gibi eriyip gidiyor.
Dünya çapında ve tek tek ülkelerde insanlararası ekonomik ve sosyal uçurumlar o kadar arttı ki, huzursuzluk, yoksulluk ve açlık bütün insanlığı sardı.
Buna bir de ulusal, dinsel ayrımcılıklar eklenince çatışmaların ve göçlerin yaşanması kaçınılmaz hale geldi. Son yıllarda bir patlama yapan göç ve iltica sorunu devletlerarasında en büyük sorun haline geldi.
Tarih boyunca insanlar savaş, salgın hastalık, doğal afet, dayanılmaz hale gelen ulusal, dinsel vd. ayrımcılıklar, soykırım tehdidi gibi nedenlerle, daha iyi bir hayat umuduyla kitlesel göçlere başvurmuşlardır.
Bu göçler hiçbir zaman yasaklanmamış-yasaklanamamış ve insanların doğal hakları kabul edilmiştir. Engelleme çabaları birçok acıya neden olsa da, hiçbir zaman göç dalgalarını durduramamıştır.
1951 Cenevre anlaşmasıyla mültecilerin hakları uluslararası yasal bir çerçeveye kavuşturulmuştur. Gerçi bu anlaşma, o günün şartlarında Varşova kampından NATO kampına göçleri, özellikle de beyin göçünü teşvik etmek için yapılmıştır ama süreç içinde sömürge ve yarı sömürgelerden kapitalizmin metropollerine göçün de hukuki zeminini oluşturmuştur.
Bugün hala yürürlükte olan bu anlaşmaya rağmen, artık kimse bu yasaya uymamakta ve “mülteci krizi” hızla büyümektedir. Bu anlaşmayı yapan NATO devletleri, bugün ilticaları her yolla durdurmak için çaba göstermektedir.
Bu amaçla devletler sınırlara duvarlar örmekte, tel örgüler çekmekte, hendekler kazmakta, buna rağmen yola düşen göç kafilelerini silahla tarayarak, denizde boğarak durdurmaya çalışmaktadır.
Sömürgecilik çağında, sömürgeci devletler, işgal ettikleri yerlerden köleleştirip zorla getirdikleri insanları çalıştırarak, köle pazarlarında satarak gelir elde ediyorlardı.
Daha sonra işsiz ve aç insanların doğal göçleriyle kapitalizmin misafir işçi-göçmen işçi ihtiyacı karşılandı. Uzun yıllar boyunca bu teşvik edildi.
Ancak kapitalizmin krizi derinleştikçe yabancı-vasıfsız işçi ihtiyacı azaldı. Ama kapitalist metropollere göç azalmadı, tam tersine arttı. Bu artışın sorumlusu da kapitalist sistemin doymak bilmeyen kar ve sömürü hırsıdır.
Örneğin Erdoğan diktası Kürt düşmanlığı temelinde, Türk-İslam sentezi ve Yeni Osmanlı diyerek, DAİŞ çeteleriyle işbirliği yaparak Suriye’de etkin olmaya, Rojava’yı ve Güney Kürdistan’ı işgal etmeye kalkıştı.
Ama başarısız olunca milyonlarca Suriyeli Türkiye’ye sığındı. Şimdi onları hem her anlamda sömürüyor, hem de Avrupa’ya karşı tehdit olarak kullanıyor.
Erdoğan, bu işgalci politikasını kimyasal silah kullanarak sürdürmek isteyince, Güney Kürdistan’dan Avrupa’ya doğru yeni bir göç dalgası başladı.
Bu göçlerde sadece Kürdistanlılar değil, bütün Orta Doğu halkları, Afganlılar ve dünyanın çeşitli ülkelerinden insanların yer aldığı biliniyor.
Gene işgal politikalarıyla insanları göçertenlerin, bu göçü kendi “mafyaları” aracılığıyla organize edip yönlendirdikleri ve böylece bir vurgun daha yaptıkları da biliniyor.
Bu göç organizasyonuyla ilgilerinden dolayı THY ve Aeroflot da takibe alınmış bulunuyor. Avrupa Birliği’nin (AB), doğu sınırındaki göçmen krizi nedeniyle Belarus’a karşı hazırlayacağı yeni yaptırım paketi ile THY ve Rus havacılık şirketi Aeroflot’a da yaptırım uygulamayı planladığı iddiası, Bloomberg ve Politico gibi çeşitli medya kurumlarında yer aldı.
Detayları ne olursa olsun; göç ve iltica hakkı, istediği yerde yaşama ve çalışma hakkı insanların en temel haklarından biridir. Hiçbir güç de bunu engelleyemez.
Sınır boylarında kurşunlamakla, açlıktan ve soğuktan öldürmekle, denizlerde boğmakla bu sorun çözülemez. Sınırlara duvar örmek ise bir insanlık ayıbıdır.
İnsanlık kendisini öldürmek yerine, temel insan haklarına ve insan onuruna uygun, insanca ortak bir çözüm bulmak zorundadır. Yoksa sınır boylarında, göç yollarında ölen sadece zavallı insanlar değil tüm insanlık olacaktır.
Bu bir mülteci krizi değil, bir insanlık krizidir.