Tuz yiyen rüyasında su görür!
Nurettin DEMİRTAŞ yazdı —
- Çok istemekle özgürlük gelir mi? Bu soruya net olarak “evet” şeklinde yanıt verebiliriz. Gerçekten çok istersek, tamamen özgürlük için yaşarsak onu hissedebilir ve onu yaşayabiliriz.
İnsanın manevi yönü maddi yönünden çok daha güçlüdür. Sezgilerin gücü küçümsenebilir mi? Çevremizin, insanların, yaşadığımız coğrafyanın bile üzerimizdeki etkisi büyüktür.
Dersim üzerine yapılan bir belgeselde Munzur barajının etkileri hakkında genç bir kadın anlatıyor: Munzur köprüsünden geçen hamile bir kadın o nehrin yok olacağını, Dersim’in yok olacağını düşünür ve o an o kadar çok etkilenir ki düşük yapar, doğmamış çocuğunu kaybeder. Yine aynı insanın anlatımıdır: “Munzur barajı yüzünden şimdiye dek 38 insan intihar etti. Geçen yıl baraj yapımı durdurulunca tek bir intihar olayı yaşanmadı” der.
Kandil’de bir yoldaş ani bir daralma, bir duygu sıkıntısı yaşadığında Dersim’de gerillacılık yapan kardeşinin şehit düştüğünü hissetmişti ve bu olay doğru çıkmıştı.
İnsandaki hisler; insanlarla, doğayla bağları bilimin tam çözümleyebildiği bir hal değildir. Bu hal sözle, akılla, bilimle ifade edilemez. Bazı haller sadece “hal” olarak kalır. O hal ya yaşanır ya yaşanmaz. Anlamak ancak onu yaşamakla mümkün olur.
İnsanı bu kadar çok etkileyen olaylar düşünülünce sadece güçlülük ya da zayıflık biçiminde yorumlanamaz. Demek ki insanda anlaşılması zor büyük bir enerji olayı var. Olumlu-olumsuz her şeyden etkilenebilir, her şeyi etkileyebilir. Bu tür bir düşünce, insanı irade, istenç olarak sorgulamaya itiyor. Filozoflar tarih boyunca özgürlük ve irade konusu üzerine çok tartışmışlardır. Fakat halen de insanın gizemli yanları tam çözümlenebilmiş değildir.
Hiç istemediği halde insanın başına bazı olaylar gelebilir. Çok istediği halde yapamadığı ne vardır? Bir iş, bir yetenek durumuysa Einstein demiş “günde 15 dakika çalışarak 6 ayda insan her işi öğrenebilir!”
İnsanın buna inanası geliyor ama her işi bu kadar kolay öğrenemesek bile istek tam olduğunda yapabilme, gerçekleştirebilme koşulunun temeli de oluşmuş demektir.
Çok çabaladığı halde amacına ulaşmamak nasıl bir duygudur? İnsanda ne tür bir psikolojik değişime yol açar? Eğer hep çabalıyor ama sonuçta yine de istediğimize ulaşamıyorsak bunun görünen yüzü tekrardır ve tekrarın kendisi de en büyük ıstıraptır.
Önder Apo henüz İmralı soykırım sisteminin kurulmasının ilk yılında, değişime güçlü yanıt veremeyenlerin yani kendilerini değiştirmeyenlerin Sisifos azabından kurtulamayacağını belirtmişti. Bu nedenle de zihniyet ve vicdan devrimini başlatmıştı. Komployla mücadelenin en etkili yolu buydu.
Bugüne dek kendimizi ne kadar değiştirebildiğimizi sorguluyorken iki çizgiyle karşılaşıyoruz. Devletçi ve demokratik çizgi. Biri yerinde saymanın, diğeri değişimin çizgisidir. Biri yenilgiye ve teslimiyete, diğeri özgürlüğe götürür.
Lenin bu konuda yoldaşlarını uyarırken “yapamıyorum demeyin yapmak istemiyorum deyin” sözüyle devrimci iradeye dikkat çekmişti. Devrimci temelde değişime karşı direnen insanda da bir irade var ama gerici bir iradedir. Demek ki değişim için irade yetmez, bir de bilinç gerekir. Önder Apo’nun paradigması bunun içindir.
Her konuda genelleme yapılamaz ama değişim konusunda özetle şu görüşler savunulabilir:
Kişi bilinçsiz ise biyolojik yaşam sınırlarını aşamaz ve değişim konusunda pek de istekli olamaz.
Bilinci zayıfsa başkasının peşinden sürüklenir ve kendisi olamaz.
Bilinçli ise kendisini tanır ve değiştirebilir.
Bilinçli olmak yani bilmek nedir sorusunu Önder Apo “farkında olmak” şeklinde tanımlıyor. Farkına vardığımız her şey sadece bilinçlenmemize ve değişimimize katkı sağlamıyor, aynı zamanda özgürlük sınırlarımızı da genişletiyor.
Demek ki ne olduğumuz, ne istediğimizle ilgilidir.
Rüyasında Peygamberi görmek istediğini ve bunun için ne yapmak gerektiğini soran müride, şeyhi der ki “git bir hafta boyunca tuz ye!” Mürid bir hafta sonra gelir, yine peygamberi göremediğini, rüyasında sadece su gördüğünü söyler!
Şeyh der ki: “Böyledir işte, neye çok ihtiyaç duyarsan onu görürsün!”
Neyi ne kadar çok istediğimiz kadar ona ulaşmak için ne yaptığımız, nasıl çalıştığımız da önemlidir. Çok istemek aslında onun yol-yöntemini bulmayı da beraberinde getirir. Bunları birbirinden ayıramayız.
Kendimize dürüst olmak zorundayız. Neyi ne kadar istediğimizi sorgulamak zorundayız.
-Çok isterim ama zamanım yok!
-Çok istekli olsam da hiç anlamıyorum!
-Çok istedim ama bırakmadılar!
-Çok istediğim halde olmadı!
Gerekçeler, dış sebepler, etkiler vs. bunlar hayatımızı kuşatmışken istekli olup olmamak bir anlam ifade eder mi? Bazıları buna kafa yormayı bile gerekli görmez. Önüne ne gelirse onu yaşamayı ya da başarılı olmamaya hep gerekçe oluşturmayı felsefe edinmiş de ondan.
İstekli olan bahaneye sığınmaz, çare arar…
İnsanın bilinmeyen yönleri, bilinmeyen güçleri yok mudur? Mesela bilmediğimiz bir gücümüz olabilir. “Yapabilme gücü, iradesi, inancı, isteği” üzerinde düşünmeye değer. En azından “başkası yapabiliyorsa ben de yapabilirim” diye düşünmek bile bir motivasyon sağlayabilir. Fakat hiç eğilim göstermeden, istekli olmadan hiçbir şey yapılamaz.
Çok istemekle özgürlük gelir mi? Bu soruya net olarak “evet” şeklinde yanıt verebiliriz. Gerçekten çok istersek, tamamen özgürlük için yaşarsak onu hissedebilir ve onu yaşayabiliriz. Başka türlü zaten yaşam olmaz. Yanılmamak için tercihimizi doğru yapmalıyız.